Sayfalar

31 Ağustos 2008 Pazar

• ve yaz bitti

ve yazlar geçer

Geyikli Gece / Turgut Uyar

Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

. . . . . . "Geyikli gecenin arkası ağaç
. . . . . . Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
. . . . . . Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

. . . . . . "Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
. . . . . . İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
. . . . . . Sultan hançerleri gibi ayışığında
. . . . . . Bir yanında üstüste üstüste kayalar
. . . . . . Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
. . . . . . "Halbuki geyikli gece ormanda
. . . . . . Keskin mavi ve hışırtılı
. . . . . . Geyikli geceye geçiyorum"

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

Turgut Uyar • 1959 • Dünyanın En Güzel Arabistanı

dnm / Yenilgi Günlüğü (2) / Turgut Uyar


30 Ağustos 2008 Cumartesi

Mezartaşı Çiçekleri / Cemal Süreya

I
70.000 aşk ve 90.000.000 dize:
Ünlü şair İlhan Berk burda yatıyor!
N'olur yolcu, sevaptır, sakın üşenme,
Yukardaki sayıya bir sıfırda sen ekle.

Cemal Süreya • 1979 • Yusufçuk Dergisi • Sayı: 7
vurgu bana aittir.
İlhan Berk Fotograf: Oğuz Kurum

28 Ağustos 2008 Perşembe

Dersimiz Aşk Çünkü, Söylemiştim / Ergin Günçe

Dersimiz Aşk, konular Haydutluk ve Sarışınlık
Şimdi şurdan koşsam Akdeniz'e çıkarım
Yörükler ve Develer arasından geçerim
Üzüm incir ve tütün, üzüm incir ve tütün
Dersimiz Aşk çünkü, söylemiştim
Oturur bir Güneşle sigaramı yakarım
Bir Horoz adamıştım onsekizimde
Nedense kesmeye üşeniyor insan
Şu günlerde ömrüm de bir hayli kısalıyor
Dersimiz Aşk, konular Barut ve Av Tüfeği
Annemiz bizi de elbet bir Gül'de biriktirdi
Okullar bitti, Askere gittik ve hemen evlendik
Bahçeye bir Sığırcık bir de Köpek alıştırdık
Serentiler üstünde Biber ve Kırmızı Tarhana
Dersimiz Aşk çünkü, söylemiştim
Oturduk son gece Balkonda Vişne yedik ve gülüştük

Süt gibi Gökyüzünden biriki Turna geçiyor
Öksürerek yürüyorum bir İkindi yolunda
İzliyor beni Gölgem, Çubuğum ve Keçilerim

Ergin GÜNÇE • 1979 • Yazı Dergisi Sayı: 6-7

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Sevdadır / Arkadaş Z. Özger

Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla
açılırsın

solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana

çam kolonyası getirdim sana
kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim

üzme kendini bu kadar
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var
bak yer yüzü ne kadar geniş
ne kadar dar

Dur
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpecek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni

Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum

Günler sarmal bir yay gibi
bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
beni unutma

kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben

öyle kırık bakma bana
Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu

Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız

sen içerde
Ben dışarda...
Oyyy mahpusluk mahpusluk...

Arkadaş Z. Özger • Şubat 1973

Yansıma Dergisi “günümüzün türk şiiri özel sayısı” içinde • Haziran 1973 • Sayı: 18 • s. 90–91

26 Ağustos 2008 Salı

Mandolin / Ergin Günçe

Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
Kır kahvesinde çocuklara çalardı
Temmuz örerken evini sarmaşıkla

Çan çiçekleri göğsünde kuru kalbi
Serilince bahçeye rakı sofrası
Kucağında mandolin, mandolin ve parmakları

Ne yalnızlık kalır ne aşk
Ne gizlice bildiği av şarkıları
Ay dudağında kuruduğu zaman
Ve ne zaman görse çocukları

Serin yaz geceleri penceresinden
Balkona akınca gölgesi
Saçlarında deniz ve uçuşan şapkası
Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan

Şimdi kış ve uykusuz çocuklar
Uzak bir mandolin kulaklarında kalan

Ergin Günçe • Gencölmek • 1964 • Dost Yayınları

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Yenilgi Günlüğü / Turgut Uyar

P a z a r t e s i

benim adımı bağışla
. . . . . . . . .

"sabah uyandırıldığında pazartesiydi
bunu iyice bildi, ağzı çirişli
yersiz, ürkek, yeni yaratılmış gibi
coşkun bir göke uyumsuz ama kararlı
durmaya, direnmeye, aşk olmaya sanki
elleri ve beyni hemen çalışkan kesildi
sonra birden bir ışık bir ışık bir ışık

hazır bir biçimlenmeyi aldı geldi
çünkü -anlar gibiydim- biraz yenildi
hemen bir coşkuya gidiverir alışkanlığı
oturur tıraş olur, ekmek kızartıp yer
kolunda sonsuz bir güç, elinde hüner
olağan sanıverir doyumsuz karanlığı
inanırım böyle başlar bütün pazartesiler

yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
çünkü yoktur dağların ve yaratılışın öncesi
insan uzatır ellerini bir perdeyi çeker

ve pazarsızlık kişiyi şaşkın eder
siner buğular gibi düşüncemize
her şeyin en haklısı en incesi

beklemek bir tepenin mutluluğunu
bir acının yakıp geçmesini beklemek.."

Karanlık!
aldım kocaman yaprakları yatağıma getirdim
bir çeşit zina gibi yaratılışla
ki ben kocaman balıklar tuttum, sonra bıraktım
akşamlara işi bıraktığım sorumsuzluk adına

benim adımı bağışla,
beni iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi.

kendimi bir yılların içine kapadım
kendimi koyverdim bir sulara
çok öldüm çok dirildim anlamadım
kendimi kendi akrostişime adadım
kendimi gerekçesiz oralara buralara

karanlığı düşündüm, kimler yapardı onu
karanlık bir simge değildir, bir yaşama
durmadan bağırırım ona, bağırırım
ölümü ve gömülmeyi ayırt etmem ama.
aldım pazartesi akşamı bir okka sucuk
öncesiz ve beceriksiz geldim odama

seni en sona sakladım alçakgönüllü ışık
hızını hiç kesmeden avadanlıklarımı bileyen
geliyorum. bana hazırlanan her şeye hazırım
ki bu hazırlığına katıldığım suların en güzelcesi

. . . . . . .

çaldım kapıyı açtılar. odama
kravatımı çıkardım
gökleri yadırgamadım
güleryüzlü ama yeni
çünkü ortada ben vardım.

S a l ı

birden karışmış gördüm. -karışmış olduğunu gördüm-
otobüs duraklarıyla reklam levhalarının
tutunduğum bir sarmaşık değildi
bir kayıştı otobüste

güdümlü bir sağnak saat beşleri beklerdi
yaz kış herkesin elleri suda
dizlerime tutunup kalktım.
bir ses değişmesinin en güzeli vardı göklerde
dizlerime tutunup dizlerime
attım pazartesi alışkanlığını.
bir vurgunum, ve aşkı
yeni yeni tanınıyordu suların göke
birden karışmış olduğunu gördüm, bildim
kadınla erkeğin, emekle evrak çantasının
bir yarı karanlıkta

. . . . . . .

vakit akşamdı. ikinci gün
vakit akşamdı.
birden bazı yerlerde ışıklar yandı
ayrıldım.
eve döndüm
evi buldum.

Ç a r ş a m b a

aslında buydu beni geliştiren
lut gölünün ve karanlık mevsimlerin karşısında
ordan uzayıp geldikçe kararan resimlerin karşısında
her gün seslendiğimiz isimlerin karşısında
(sinek kovalayan bir berber çırağı gibi
bütün işi sinek kovalamak olan
ustasından sinen ve sinek kovalayan.)
birden perdeleri açan bir sevgisizlik
şaşılacak bir balık iriliğinde
bu temmuz nasıl olsa birkaç yıl sürer
akşamları ve sabahları birtakım ilişkilere değiştiren
yani birbaşına kalmanın mutsuzluğunu.

istesem ne olur kurtulmayı
-serin değil ki bildiğim sokaklar, sinekli-
renkli camlar gecesinden, keten ter mendilinden
uzayıp gelen resimlerin karanlığından
ve rumeli beylerbeyinden
ve taksitle satışlardan
kurtulmak.
kurtulmak!
bir sonsuz kelime
bilmediğim bir eski zaman diliminden
bir güzel aşk ölümü belki

hiçbir şeye hazırlıklı değildik
oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik
ama şehirlere koyverdiler bir menekşeyi
bir menekşeyi
o zaman başından sezdik yenilgiyi

o zaman şehre çıktım bir elimde fırça
bir elimde sineklik
öbüründe bir sinema bileti
kim varsa gelsin artık yeniden oynayalım
hızım bir araba dolusu aşk gibidir
gölün rengiyle asfaltı karıştırıp
kızım, ne varsa hep yeniden boyayalım.

aslında buydu beni geliştiren, aşksızlık!..
aşksızlık büyütür beni
yeni bir aşka doğru ve
öyle sanıyorum ancak birkaç yıl sürer
insanın sebepli umutsuzluğu

. . . . . . .

üçüncü gün. yorgun
ev aklımda. gitmeyi unuttum.

P e r ş e m b e

uygundur uçakların uçtuğu bugün
sonsuz bir karmaşanın üstünden
iplere asılı çocuk bezlerinin
iplere asılı kadın külotlarının
işçi tulumlarının
üstünden
cılız çocuklara havalardan öğütler atarak
ve 60 bin ile 70 bin arasında bir sayıda
ölümler atarak
uygundur
yersiz bir hamaratlık, bir görev duygusu
bir sarı lale kadar makbulse
akşamüstü bir kadına sunulan
uygundur uçakların uçtuğu.
uçsunlar.

çaresizlik değil yenilgi. (sonradan övülecek)
herkesin içinde yürekle buluştuğu bir yerdi
ben masamı topladım, saatimi kurdum
(tanrım, saatim olmasaydı ne olurdum?)
biraz sevinç ve alacalık
karşıya geçmek için tam 39 yıl bekledim
arabalar, otobüsler, bisikletler, beygirler
soluk soluğa geçiyorlardı
geçsinler
(domatesler yaşlandı elimde)

o zaman sanılır ki bir olumsuzluk akşamını seçtik
biraz kolay sanılan biraz alımlı, biraz parlayan
baktıkça içinde şişelerin ve kırgınlıkların kımıldadığı
kışlaların ve karakolların kımıldadığı.
polisin bandosunu alkışladık caddelerde
çiçek falan satın aldık
durduk ve yenilgiden umutlandık
başkaları başka şeyleri seçtiler
seçsinler

öyle sanıyorum her şey biter
bir doğurgan hücre ve
bir yanlışlık daima kalır.

yer, kuru toprak. sonra yeşerdik
çarşamba günü sanki her şeyimiz tamdı
motorlar sirenler gidip gelişler
koyduğunu koyduğun yerde buluşlar
belki güzel birtakım şeyler
ama artık vakit akşamdı.
uygundur uçakların uçtuğu artık
uçsunlar.

. . . . . . .

geldim. oturmadım. çiçekleri suladım
bir onlar kalsın dedim akşamı beğendim
-bir günlük yanılmayla evi buldum-
perşembe.
bir uzun ses bekledim. oturmadım
berberlere ve matematikçilere
uçak homurtularıyla
oturmadım...

sabahı bekledim. cumayı.

C u m a

ne söylenebilir! tam çağıydı. olagandık.
sabahlarda süzgündük, ancak akşamlarda vardık.

ne söylenebilir! her şey düzeliyor sandık.
odalarda çok geniş alanlarda dardık
hiçbir şeye yeterince inanılmadan. toplandılar
orada biz de vardık.

ne söylenebilir! tam çağıydı. belli aldandık.
otlarla yeşerdik, güllerle sarardık.
bir uykudan doyarak uyanılmadan. Toplandılar
orada biz de vardık.

ben sokakları severim. deniz boyunda
her şey bir eskidir. ellerim acır onları taşımaktan
ben sözümona sokakları severim deniz boyunda
oysa ensem ve şakaklarım döküldü kaşımaktan
bir genelgeyim, gündüzüm ve gecem bir
bir anı bile değilim eski olmaktan.

gücüm tazelenmedi, suratım eski. yırtık.
her şeyleri bıraktım. geniş kıyılara dadandım.
aşk diye geceleri çözümledim. aldandım.
hep tozları silkeledim üstümden. hep
bir pantolon için dört kere şehre indim
bayramlara hazırlandım. sadece hazırlandım.

ne söylenebilir! tam çağıydı. oyalandık
suyun, ateşin, havanın toprağın çalışkanlığına daldık.
bir acıya kahramanca katlanılmadan. toplandılar
orada biz de vardık
ve uzun uzadıya orada kaldık.

C u m a r t e s i

yarın pazar
yarınki pazarın sessizliği...

P a z a r t e s i

kanatır akışını akarsuların çıplak şimdiki
başarılmamış bir geçmişten artakalan şaşkınlık
şimdiki çıplak. yarı aydınlanmış bir duvardaki
bir yenilgiden çıkarılmış bir deney. bir yaşlılık
soluğunu ağartırdı bir altın damarının

(bir alıntı)
"bir adamı söylerdi
bir kitaba konuydu
hep böyle kalmasaydı
hep böyle ne olurdu"

karşımda bir harita, kahverengi ve mavi
neresi başkasının ve neresi benimki
(özel)
artık buldum herkesin çılgınca sezdiği
kıyısında dolaştığı yüksek çin duvarını
artık herkesin belli belirsiz bezdiği
artık kendim ısıtıyorum sularımı.

karartılmış, yerlere vurulmuş yenilgi, seni
yeni bir tanrı sayan soydandı o. seni,
betondan ve çelikten
pazartesi günleri bir mutlu gebelikten
akşama sabaha uygulayan, seni
seven, saygı duyan, yaslanan sana
mermerden yanılan, pelikülden, insan onurundan
mermere yenilen, peliküle, insan onuruna
seçim sandıklarına, otuzüç dönülü plaklara
yenile yenile şaşkın, şimdiki çıplak
bir yaşlılık
ağartır soluğunu bir altın damarının.
yenile yenile şaşkın
arta arta kendi diline aktardığı,
sıkıntısına. seni.
o, bir yanılma sanıldı, sabaha bırakıldı
(sabaha kaldım)
bir çerçeveyi ansıyordu, baktıkça kımıldamayan..

"kutsal yenilgi!.. şimdiki.
o'na bağımsızlığını hatırlatıyorsun şimdi
her şeye yeniden başlamanın
kanattıkça..."

Turgut Uyar • Her Pazartesi, 62–67 Notları • 1968

Noktalar şaire aittir.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

T: SINIRDA SAYI 11, ÇIKTI.


Bu sayıda da tevazu ve içtenlikle kurulan bir dil kendi yatağında akıyor. ‘Kendi yatağı’ kimin için ne kadar anlamlı bilinmez ama özellikle günümüzde önemlidir diye düşünüyoruz.. Bu sayıyı, … son birkaç ayda doruğa tırmanan politik gerilimi kendi farklılıkları zemininde ele alan eleştiri ve irdelemeler, Biraz Politik ve Trajikomik’le Kutlu Tunca, Liberal Sol Ergenekon’dan çıkabilir mi? ile Mehmet Gürsan Şenalp, İcapsız Notlar’ıyla Orhan Çetinbilek, Sol Modernizm’le Mustafa Soylu, ‘Neoliberal Kodlama Düzeni:TARAF, adlı makalesiyle H.Çetinkaya; şiirin kendisine söz veren yazılarıyla Mehmet İşten, Bayram Balcı, Asuman Susam; M. Duras’dan yazma eylemine ilişkin bir çeviri ve yine onun ‘Sevgili’ adlı romanı üzerine incelemesiyle Ahmet Gögercin; usta işi bir eleştiri,-‘Hayır’ diyen öznenin erdemi’- metniyle Hüseyin Köse; titiz araştırmacılığının en tipik örneklerinden biri ‘Minyatürist Türk Romanı’ makalesi ve ‘homomort’ adlı kara eleştirisiyle İlyaz Bingül; Derrida, yazı ve zaman’a dair incelemesiyle Ahmet Bozkurt; sözün iktidar gizini mülk edinen ilahi kelamın değer yitim sürecini çözümleyen Hayri Y. Yetik; zihin kırıcı ve çarpıcı dilleriyle Erdal Ateş, Mert Saraçoğlu; sinema üzerine uyanık ve ince dokundurmalarıyla Serhan Evyapan; ‘Küba’dan Sevgiler’’de Ernesto Gomez Abascal; ‘Converse Darbesi’ yazısıyla Şili darbesi ve günümüz arasına bizi sıkıştıran İsmail Bukka Kaplan; alay, hiciv ve zekayı kısa öykülerle harmanlayan bir dil, ‘Tımarhane Mektupları’yla, İbrahim Metin; ‘Çalınan Rumuzun Peşinde’ değinisiyle, geleneğin içerden işleyen dili İsmail Mert Başat; ve çeviriler, Rolantd Barthes’ın ‘Yazarın Ölümü, L.Wittgenstein’in ‘Dil Oyunları’ ve Şiirleriyle; (Edip Cansever,) Celal Gözütok, Mehmet İşten, Bürran Saka, Sude Nur, Bayram Balcı, Can Sever, Derya Önder, İbrahim Metin, Feride Erez. … oluşturdular.

‘Günümüzde yaşamımız giderek Dostoyevski romanlarını andırıyor’ tespitini anlamlı ve üretken bir zemin olarak saptadığımız (Kasım 2008) 12. sayısını ‘Dostoyevski’nin gölgesinde’ tasarlamaya başladık.

Katılımınız için: bilgi@aralik.com.tr

Bazı kitapçılardayız:
Ankara: Dost, Turhan, Dipnot / İzmir: Yakın, İletişim, Kabile, Patasana / İstanbul: Pandora, Mefisto, Semerkand, Simurg,

İğdiş Bedevi / Arkadaş Z. Özger

atlayıp karıncama biraz eski bir çölü
yetişmeliyim yüreğimin haydutlarına
babama ısmarlayıp ceninden kılıcımı
ey benim erginliğim belki yine gelirim

dehlerim karıncamı bir uzun yolculuğa
o maki tarlasında yırtılırken acılarım
bitsin derim kaktüsler başlasın dikensiz orman
kim demiş kervanların soygun kılavuzuyum

bay hörgüç size ilk kez raslıyorum bu yörede
ben bedevi ordusunun barışsever bir eriyim
o dikenli çalıları kim koydu buralara
beni biraz bağışlayın karıncamı severim de

kum fırtınası napar ki üç gözüm kör
siz küçük çöl çapkınları girecek delik mi arıyorsunuz
önce terbiye edin serap denen orospuyu
kaç yiğit öldürdü kuru memelerindeki zehirli sütten

nasılsa vardım kumdağının ardındaki o kabileye
iyiliksever şeyhim size bir süprizim var
kırk karınızdan kırkıyla yatmak istiyorum bir gecede

bana şeyinizi ödünç verir misiniz

çöl çiçeği abbasla yattığından beri
bir mutlandı karıncam bir güçlendi aşk olsun
ben hep derim bir yürek bulunmaz kolay kolay
bu taş oyuğun önüne nasıl geldim bilmiyorum

girdim bir mağaraya gördüm kırk haramiyi
yüreğimin çevresinde ayin yapıyordu kırk eşkıya
babam ceninden su vermiş kılıcıma
yüreğim diri ve haydut bağışlar

biraz eski bir çölden bir uzun yolculuğa

Arkadaş Z. Özger • Soyut • Haziran 1969

22 Ağustos 2008 Cuma

Edip Cansever / Cemal Süreya

Yeşil ipek gömleğinin yakası
Büyük zamana düşer.

Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şirden öldü Edip Cansever.

Cemal Süreya • Sıcak Nal • 1988

21 Ağustos 2008 Perşembe

T: Görme Kılavuzu / Hasip Akgül

Görme Kılavuzu
Hasip Akgül
YALÇIN KÜÇÜK’ÜN ÖNSÖZÜYLE
Arka Kapak Yazısı

“Postmodernizm bir aydın düşmanlığıdır. Cehalete övgüdür.İnsanlığın düşünce planındaki kazanımlarına karşı bir hunhar savaştır.

İşte bu sırada Hasip Akgül’ün “Görme Kılavuzu” başlıklı denemelerini sevinerek ve bir ölçü de kıvançla okudum.

Nedeni şu: Aktüaliteye, günlük sorunlarımıza, bilgi ile düşünce ile düşünme ile ve insan aklının kazanımlarını harekete getirerek yaklaşmaya çalışıyor, buna ihtiyacımız vardı. Ben “deneme” tadı aldım, çok zor bir türdür; bayağılık ile ukalalık arasında dar bir geçit diye biliyoruz.

Yoldaş Hasip, bu iki yana da düşmeme başarısını gösteriyor; bu çalışmanın özendirici olmasını dilerim.”
Yalçın Küçük

İÇİNDEKİLER
Birinci Baskıya Önsöz-Aydın Ölmez -Yalçın KÜÇÜK
İkinci Baskıya Önsöz
Giriş

BİRİNCİ BÖLÜM
Yaratıcılık Öncesi İki Görme Biçimi: İmagoloji ve İdeoloji
Yaratıcı Görme: Düşünen Göz: Yorozlu
W Versus W
Kaftan Kim?
Yaratıcı Görme: Eylemli Göz: Picasso
Görmenin Evrimi
Savaş ve Görüntü
Meydan ve Görüntü
Ölüm ve Görüntü
Gelenek ile Bugünü Görmek
Maske Görmez Dikizler
Kör Olma da Gör Bizi

İKİNCİ BÖLÜM
Çözülüşün Görüntüsü
Devletin İdeolojik Mekanizması
Kafka ve Türkiye Solu
Edebiyatımız ve Solcular
Sol, İşçi Sınıfını Nasıl Seviyor?
Çekici Görünür Ama Deniz Kızları Yanılsamadır

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Vasat Nasıl Üretilir? Günlük Gazetenin Otopsisi
Zalimin Meclisinde Oturan da Zalimdir
Sanat mı? Şımarıklık mı? Bedri Baykam mı?
Bir Teşhirci Entelektüel: Hilmi Yavuz
Romancıdan Politikaya Öpücük: Orhan Pamuk
Politikacıdan Romancıyaya Öpücük: Erhan Bener
Gün Dirildi Üzerine ve Bir Selam
Aydın Sosyal Hayduttur
Oyun Yazarı Nazım Hikmet
Çetin Ceviz; Çürük Altan
Kaptan
Görme Kılavuzumuz Aziz Nesin
Korkaklara Kahraman Aranıyor!

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Futbol-Din-Kapitalizm
Makine-Doğa Teknoloji-İnsan İlişkileri
Pazara Çıkarılan Sosyalizm
Traji-Politik
Sonsöz ve İthaf

Hasip Akgül (1965)
Dokuz Eylül Üniversitesi, GSF, Tiyatro-Yazarlık Bölümü mezunudur. Ayrıca Psikodrama eğitimi almıştır. Toplumsal Kurtuluş, Yeni İnsan, Hepileri, Marksist Damar dergilerinin yayın kurullarında yazar ve yönetici olarak görev yapmıştır. Kurucusu olduğu Duvar Yayınları ve Kitabevi’nde çalışmaktadır. Bir oğul babasıdır. “Oğuz Atay’ın Yaşam Oyunu” isimli bir monografisi ve “Türkiye Büyülü Hapishanem” isimli derlemesi dışında ikinci baskısı yapılan “Görme Kılavuzu” üçüncü kitabıdır.

1.Baskı: Akış Yayınları, 1998
2. Baskı: Duvar Yayınları, Ağustos 2008, 18.00 YTL

Duvar Kitabevi
Adres: 853. Sok. No: 13 P – 10 Özyurtsever İşhanı Kemeraltı – Konak / İzmir Telefon - Faks: 0 (232) 484 88 68

http://www.duvaryayinlari.com/

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Altındağ / Orhan Veli

Altındağ, Ankara’nın arka tarafında kurulmuş büyük bir fakir
fukara mahallesidir. Aşağıda okuyacağınız parçalar bu mahalladen bahseden uzun
bir şiirden alınmıştır. Sabaha karşı bütün Altındağ rüya görür. Burada, sadece,
bir genç kızla bir lağımcının rüyasını okuyacaksınız.
Biri bir koca görür rüyasında:
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, şehire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
Şen Yuva Apartımanı, bodrum katı.
Kutu gibi bir dairede otururlar.
Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye;
Bulaşıksa kendi bulaşıkları.
Çocukları olur, nur topu gibi;
Elden düşme bir araba satın alınır.
Kızılay Bahçesi'ne gidilir sabahları;
Kumda oynasın diye küçük Yılmaz,
Kibar çocukları gibi.

Lâğamcının hamam rüyasıdır.
Rüyaların en güzeli.
Uzanır yatar göbek taşına;
Tellâklar gelip dizilir yanıbaşına.
Biri su döker,
Biri sabunlar;
Elinde kese sıra bekler biri.
Yeni müşteriler girerken içeri,
Lâğamcı,
Pamuklar gibi çıkar dışarı.

Orhan Veli • Destan Gibi • 1946

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Öteyi Beriyi Omuzluyorum / Turgut Uyar

Ağaçlar sol yanımdaydı, tralalla
Deniz yüz mil ötede, tralalla
Şehir çarpa çarpa büyüyordu.
Eskiden hiçbir şey bilmezdim, tralalla
Bir kadın iki kadın elli iki kadın
Bir beyaz iki beyaz elli iki beyaz
Bir iyi bir güzeldi gökyüzünde
Gökyüzünde tralalla
Duramaz oldum durduğum yerde
Bir kaşıntı bir kaşıntı tralalla
Karanlığımı yitirdim.

Turgut Uyar, Dünyanın En Güzel Arabistanı, 1959

14 Ağustos 2008 Perşembe

Eskiler Alıyorum / Orhan Veli

Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musikî ruhun gıdasıdır
Musikîye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikîler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam.

Orhan Veli, Vazgeçemediğim, 1945

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Günler Perişan / Arkadaş Z. Özger

yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman

şuramızda birşey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde hayat
hem acıya, hem umuda benzer
gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını
bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirse de bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünki ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda birşey var
bizi onduran şey
acıya saran
umudu kuşatan

kalbim: kalbim mi desem
var kalbim: yaşayan ben
hayatla, ölümle, cinayetle
gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde
eski prof hocalarla
yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem
ah benim sevgili annem
oğlunda elbet yurtseverden
birgün bırakırda sizi yüzüstü
yüzüstü değil: elbette bizüstü
bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini
bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları
giriverir senin sıcacık kucağına
yani hem sana karşı, hem senin için
giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına
ölüm mü dedim annem
ölüm senin gibi güzel annelerin
senin gibi güzel çocuklar feda etmiş
o tarih atlasında
bir kırmızı gül olur ancak
koksun diye çocukların bahçesi

şuramızda, tam şuramızda
kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan

günler perişan

işte bir bir kırıyorlar dalıylan
yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini
çünki biliyorlar vakit dar
oysa dalları kırmayılan ölür mü sonsuz ağaç
hayatı pekiştiren kökümüz var
dünyayı emeğe kazandırmak için
hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren
kanağacına sözümüz mü var

biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar
birgün döneriz elbet
acısız, adsız

ölümsuyu sürünün
sürünün ölümsuyu
bir ölü bir dirinin kanıdır
besler hayatsuyu

şuramızda, tam şuramızda
tarihe nasıl anlatsam

ey anneleri korkutan
bizi yaşatan kan

günler perişan

Arkadaş Z. Özger • Yansıma Dergisi • Mayıs 1972

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Beyaz Bir Gemidir Ölüm / Behçet Aysan

sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . olurum

kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan

rüzgârla savrulan
kâğıt parçalarına
yazılmış

dağıtılmamış
bildiriler gibi

uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.

çünkü beyaz bir gemidir ölüm.

siyah denizlerin hep
çağırdığı

batık bir gemi

sönmüş yıldızlar gibidir

yitik adreslere benzer
ölüm

yanık otlar gibi.

sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
. . . . . . . . . . . . . . . . . . ölürüm.

Behçet Aysan, Eylül, Yeni Bir Gökyüzü Aranıyor, 1988

10 Ağustos 2008 Pazar

• Bakarız… Bakarız… Bakarız…

Kendilerinin olan hiçbir şeyleri yoktur bu tür insanların,
onlarınmış gibi görünen her şey çağlarınındır.Aleksandr İvanoviç Herzen, Suçlu Kim?

Bir tür şablon üretelim. Çoğul üretim için tek bir kalıp. Sonra bu kalıbı kullanarak “o şey”i çoğaltmaya başlayalım ve kullanıma sokalım ya da kullanım içindeyse buna devam edelim. Varacağımız şey birbirinin benzeri şeyler olacaktır. Bu şeylerin kullanım süreçleri sonrası yeniden toparlayabilirsek bize ne verecektir? Burada duralım.

—Kullanım süresi ne demek?
—Yani işe yarayan, birilerinin çıkarına hizmet eden ya da kendi işini görebilen belli açılardan “özne” olabilen.

Kalıptan çıkanlar ya da belli bir süreç kalıbından geçenler (çünkü devinimlidir) benzer tepkiler ver(e)mezler.
—İnsanların benzer süreçlerden geçmelerine rağmen tepkilerini farklılaştıran nedir?
—Kalıbın benzer biçimde şeyler çıkarmış görünmesinde farklı olarak o şeyin hammaddesini aşan bir ruh ve geçmiştir. Yani kalıba soktuğunuz her şeyin bir şekilde geçmişi vardır. Ne kadar süreçlerden benzer şeyler çıkarsanız da sonuçları itibari ile farklı yerleri görmeniz birazda bu geçmiştendir.

Sonra elinize aldığınıza bakarsınız. Bir şeyler görürsünüz. “Aynı hayatları yaşıyoruz ama niye farklı düşünüyoruz?” diyen birisi için açıklamak zordur. Ama elinizdeki şey ip ucunu verir biraz. Bizim katıldığımız o süreçten önce farklı bir geçmişimiz oldu dersiniz.

“Anlamlandırmak” sadece düzenli eğitimle kazanılan bir durum değil. Her yaşantının belli bir gelişime ulaştıktan sonra artan derecede oluşturmaya başladığı “şemalardır". Bu devinimlidir. Bir nokta vardır. Sonra bu nokta karman çorman bir orman, şehir, mekanizma vs. şekline bürünür. Süreğen ve hareketlidir. Şema kırılır. Yeni ve daha güçlüleri kurulur. Geri döndüğümüzde baktığımız şudur. Geçmiş şemalarımız yani “anlamlandırmalarımızdır”. Bu geçmiş şemaları çok komik ve ya ilginç gelebilir ama hem utandırır hem de içine çeker sizi. Bir şeyleri bu yüzden saklar ve biriktiririz belki. Geçmişin o “an”ında hissettirdiklerini unutturmamak. Ve farklı kişi, durum, anlar ve işlerde benzer şeyleri yapmak isteriz. Başka birisi de olsa onu başka biriyle güçlü bir şey hissettiğimiz yere götürmek isteriz. O müziği dinlemek aklımıza gelir. Çok önemsiz bir jesti ararız. Belki o sizi oraya götüren kişide kendi geçmişinde bir şeyi aramak için götürmüştür. Başka şeyler. Küçük bir karalama ve not. Anımsarsınız. anımsamak, her dem çoşkunluk vermez ve o an en kinli anınızda olabilir. Salak bir tüccarın size adi bir malı kakalamaya çalıştığı andaki yüz hatlarını görürsünüz belki o anda. Samimiyetsizliği, iki yüzlülüğü, küçük çıkar hesaplarının (tabii "iyi" bir gelecek planı doğrultusunda yapılan) içinizi kaldırdığını hissedersiniz ama onunla birlikte yaşayacaksınızdır. Bir şeyler anımsadığınız için o kişiye karşı mideniz bulanmaktadır. Bilirsiniz o yüz hatları açıkça gizli niyetleri, size karşı bir oyunu, yalancıktan acınmaları taşımaktadır.
Birgün hiç bilmediğimiz bir şey çıkar.

Bakarız… Bakarız… Bakarız…

Anlamlandırmak mı? Şemalar mı?
Şimdilik geçelim. Sarı leblebi ve kuru üzüm. Ve şekerler. Ses, o ses gübürder içinizde. Soğuk... Belirsizlik... Anlamsız bir zaman. Bir kırmızılık bir parça bezde... Atlar o "evrensel atlar"... Bunları da geçelim. Geçelim bunları ve bunları da geçelim. Onlar çoktan kırıldı, geriye sadece bu an kaldı. Herzen’e katılmıyorum. Ama dediği doğruysa ya ben bu çağın adamı değilim ya da çağımızın özelliği geçmişi farklı olanların varlığıdır şimdi. Bu farklılıklar özelliği azınlıktandır çağın karşısında. Belki de suçlarımızı ve istemediklerimizi o tüccar gibi tarihe verebiliriz. Tüccar kendine en uygun kararı görmüş ve vermiştir ya da şöyle diyelim tüccar çıkarına olanı zorlamıştır. İçtenliği mi, o çokta önemli değil. Mühim olan mesut gelecek için feda edilen bazı şeylerdir. İçimiz rahatlar. Ne yapalım?
"Otur bir çardak altına
Bırak biraz Yağmur yağsın" *

* Ergin GÜNÇE, 1979, Bir Dostu Ölü Götürmek

GENCÖLMEK / Ergin Günçe

Ay mıdır kar mıdır pencerede
Boğulmuş çocukları martılara taşıyan
Kara köpek karşı kıyıda uluyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli

Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese

Bahçemdeki korkuluk nar ağacıdır
Erken ölmüş, iyi giydirilmiş
Sular soğuyor ovada duran ince gölgesinde
Büyük ateşler, kuytu köyler gibi

Alınlarına vişne çiçekleri yağan
O kızlar, delikanlılar ve lohusalar
Oyulmuş bir bebektirler ıhlamurdan
Kestane mangalları, masallar, talikalar

Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize

Bence o çocuk öyle gülmemeli
Ay kar gibidir pencerede

Ergin GÜNÇE • Gencölmek • 1964 • Dost Yayınları

Bir Gün Sevişmeyi Bana / Arkadaş Z. Özger

kandan
ve ceninden bir gün daha
başlarken
bir dalı kanatıyorum tırnaklarımla
ağzı açılmamış bir güle dokunuyorum

geceden kalma bir şeyle oynuyor kalbim
bugün biraz daha yorgun başlıyorum

sabah
yeni doğmuş çocuk çirkin ve sisli
vurdukça ilk ışıkları penceremden içeri
kımıldaşır içimin ölü dolu coşkusu
güneş ürkekliği gizleyemez
ne olsa çözülmez yüreğimin kuşkusu
gün. o sevecen çığırtkan
beni yeni bir oyuna çağırıyor
yalnız yenilmiyen gıladyatör

bana eski bir ölümü anımsatıyor
sabah

taşıyarak bir celladı odama
aşkımın ve bırakmışlığımın celladını
hüznümle ve çirkinliğimle yargılamadan beni
tanıdığım bir ölümle tehdit ediyor
yalnızlık her sabah öldürüyor beni

çözerek gecenin ipliğini hızımla
hüznümü ve yalnızlığımı sarıyorum sabaha

adi bir etiketi yamayarak üstüne
boyna genişleyen bir orospu gibi
genişledikçe küçülen bir orospu gibi
aşksızlığım küçültüyor beni
korkum ve çirkinliğim utandırıyor beni
gecikilmiş bir aşkı yaşamıya
cinayet tek kurtuluşsa bir yanlışlıktan
önce acıya direnmesini öğrenmeliyim

eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum yüreğimi
acıya ve aşka hazırlıyorum

hergün yeniden yaşamak
boşalan bir birikimi kocamış acılarla
uzuyan bir ölümü bitimleyen vücudum
yani istek. o hep tiksinç görünen
çirkin ve güzel orospu. yeniyetme
bir çırpınışın yorgunluğu yüreğimde
o hep güzel görünen bana
çirkin ve güzel orospu
vücudum. seni seviyorum

acıyla büyütüyorum aşkımı
bir gün bana sevişmeye öğretecek

Arkadaş Z. Özger • Yordam Dergisi • Kasım-Aralık 1969