Sayfalar

31 Mayıs 2009 Pazar

• Sabah sabah

Sabah. Uyanıyorum. Pencereden bakıyorum. Havası güneşli bir cumartesi sabahı… İnsanlar bisiklete biniyor ve koşuyorlar. Kimileri kaykayları ve patenleri ile geçiyor. Karşı apartmanın arka bahçesinde bir adam çimlere uzanmış güneşleniyor. Açık kafası parlıyor güneşten. Parktan köpeklerin sesi geliyor. Sahiplerinin yanında geziniyorlar. Köpek gezdirme alanın dışında çocuklar koşturuyor. Bir kısım çocuk parkla birleşik olan okulun bahçesinde bir kısmı parktaki oyuncaklarla oynuyor. [Şimdi bizim küçük canavarlar burada olsa onlarla Stanley Park’a yürürüz orada akvaryuma uğrarız. Dondurma alırım. Bunlarda geçiyor insanın aklından.] İki yumurta çıkarıyorum bir de domates. Ahmet’in getirdiği reklam için dağıtılan nutellalardan bir tane alıyorum. Kahve ve su koyuyorum makineye odayı topluyorum. Ortalığı temizliyorum. Başımı kaldırıyorum denizi görüyorum. Bulanık ve soğuk olduğu belli oluyor. Uzun sefere çıkan gemilerle yelkenliler görünüyor arkalarda. Daha arkada dağları görüyorum. Mavinin koyu tonlarında dağlar karışıyor gökle. Ulu gökle… (çocukluğumda yaşlılar hep böyle “ulu gökle” derlerdi) “Downtown” bakıyorum sakin görünüyor. Sonra yumurtaları kırıp kahvaltıyı hazırlıyorum. Ekmek alıyorum. Domatesi doğruyorum. Kahveyi doldurup masaya oturuyorum. Sonra balkona çıkartıyorum her şeyi. Ama yetmiyor. İnsan dostlarına bakınıyor. Ahmet evde uyuyor; Özgün işte; bende gideceğim. Boş bir günde öyle kahvaltıya dalıyoruz. O zaman deniz başka görünüyor. Kocaman martıların kargaların envai çeşit kuşun sesi geliyor arada. Geçen gün sabahın dördünde eve gelirken kuşların sesinin ne kadar korkunç olduğunu iyice anladım. (Havalar dörtte aydınlanmaya başlıyor ve akşam 10’a kadar aydınlık oluyor) Kuşların sesini duyunca bir daha anımsıyorsunuz. Karşıda Kitsilano Beach taraflarına bakıyorum. Arkadan UBC’i görünüyor. Ev arkadaşım geçen hafta sonu UBC’nin içinde olan çıplaklar plajına gitmiş. Herkesin kendir içtiği ve bir tür halüsinasyona neden olan “magic mushroom” satıldığı plajda bizimki de bira içiyor. Tabi polis bütün biraların kapaklarını açtırıp döktürüyor. Çünkü ot içenler ya da o mantarı yiyenler sorun çıkarmıyor ama alkolden sonra insanlar kavga edebiliyor. Bu yüzden alkol içmek haricinde diğerlerine göz yumuluyor. Bizimki nasıl anlam veremdiğini anlatmaya çalığıyor. Karşıdan bir gıcırtı sesi geliyor. Kimi binalarda insanlar balkonlar da oturuyor. Sigara içiyor ve ya çiçekleri ile uğraşıyor. İçeri geçiyorum. Elbiseleri değiştiriyorum. Evden çıkıyorum. Çöpleri atıyorum. Tabi kutular, şişeler ve kâğıtlar ayrı ayrı yerlere konuyor. Küçük bir havuz ve çevresinde spor aletleri olan apartmanın en sosyal mekânından geçip dışarı çıkıyorum. Cep telefonun radyosunu açıp müzik dinliyorum. (Cep telefonunu en güzel tek işlevi bu...) Sonra 3 blok geçip caddeye (Robson Street) giriyorum. Kadınlar erkekler herkes bir yerlere gidiyor bende istasyona yürüyorum. Ünlü mağazaların, burgerci’lerin, starbucks’ların, 7eleven’ların, çikolatacıların, çantacıların önünden geçiyorum. Geçen gece gelirken kapısı patlatılmış çanta mağazası kapıyı yenilemiş. Dikkati çekiyor. Ortada tek bir emare yok. Oysa gecenin bir yarısı yola kaldırıma saçılmış onca çantayı görünce insan merak edip tekrar bakıyor. Muhtemelen çantalar çok pahalı. Hepi topu 100 adet filan var ve burada kiralar aylık 10 bin dolar üzeri. Canım sıkılıyor. Herkes farklılığı yakalamak için her otu boku yapıyor. Ama hepsi aynı. Kadınlar memelerini göstermekten büyük bir zevk alıyor sanırım. Erkeklerde kaslı yağlı bedenlerini. Her iki tarafta abartılı dövmeleri ile biraz daha farklılaşmak istiyorlar bu kesin gibi. Ama insanların bakışından ilginin bende patladığını anlıyorum. Çünkü elbiselerimde ağır bir yağ kokusu var. Ve bu kadar mankenin arasında ben biraz sırıtıyorum. Saç ve sakal karışmış. Nanik diyip gidiyorum. Oysa şu kadın ya da şu adam oracıkta keşfedilebilir. O niye bir pornstar / rockstar olmasın? Ne eksiği var ki? Ya da şu ablam ya da abim dünyanın en karizmatik insanları değil mi? Bilmem kaç paraya aldıkları gözlükleri modayı takip için harcadıkları onca para boşa mı gidecek? Ablamın memelerini gösteme kabiliyeti abimin kaslı bedeni ve karizmasının ardında başka bir şey bulacağımı sanmıyorum. Her şey bu kadar. Arka plan western filmlerinin platformlarına benziyor. Arka taraf her zaman boş... Ama yine şu Asyalı arkadaş artık North America’lı olamayacak mı? O kadar zorlamış her şeyini. Ama olmuyor… İstasyona inip bir bilet basıyorum. Beleşe girebilirsiniz. Ama gerek yok birkaç kuruş için yapılacak şeylere. Tren yeraltından çıkana kadar radyoyu kapatıyorum. Ara istasyonda diğer trene geçiyorum. Gideceğim yere 25 dakika var daha. Oturuyorum ve sıcaktan uykuya dalıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder