Sayfalar

24 Ocak 2011 Pazartesi

Galatasaray


"Bu stad kimsenin cebinden çıkan para ile yapılmadı. 
Kendi yandaşlarına peşkeş çektiği Ali Sami Yen arazisi karşılığı yapılan stad için bizim tek borcumuz, bu stadı yapan, üçünü çalışmalar sırasında yitirdiğimiz emekçileredir. 
... 
teşekkür ederiz." 


TekYumruk'tan

13 Ocak 2011 Perşembe

• üçüncü cumhuriyet

1958'den beri Fransa'daki yönetim 5. cumhuriyet. bu basit bilgi şunu çağrıştırıyor. eğer ülkenin siyasi taraflarında birinde yer alıyorsanız. karşı taraf retorikleri ile aldatıcı bir görünüm alıyorsa, geçmişe saplanamazsınız. geçmişin ne olduğundan önemli olan geleceğin ne olacağıdır.

fransız ihtilalinin bariz etkisini taşıyan devrimler ve ülkelerin belli aralıklar siyasal bir sıkışlık yaşadığını ve bunları çözmeye çalışmalarını hatırlayalım. örneğin sovyetlerin oluşumunda fransız sosyalizminin etkisi kabul edersek yaşadığı siyasal sıkışıklıkta yıkılışına sebep olan reformlar değil, o reformları oluşturan siyasal kadrolardı. zamanın karşısında 1920 veya  30'ların sovyetlerini yad ederek yada "geçmiş hataları" düzeltmeye çalışarak sovyetlere bir yol açmalarının kısıtı vardı. önlerindeki karanlığa adımlarını attılar ve tarihselliği mekanik anlayışlarından dolayı iyice kararmış yollarında düşmanlarının açtığı çukura düştüler. politik olarak çıkışsız bir yola girdiklerini anladıklarında ellerindeki son güçte yok olmuştu. teslim oldular. özellikle sovyet vatandaşlarını bu arada geçmiş olan sürede ne kadar özgürleştiği fikri kişilerin altında kaldığı propangandif bilgiye göre değişebilir. sonucun hiçte öyle 80'ler de güçlenen ve 90'larda amerikanlaşan özgürlük & demokrasi beklentisine uymadığını söylemek tarihi çarpıtmak olmasa gerek.  her yerde rich&rich yoktu. pahalı parlak dergilerdeki gibi tüketmenin bir karşılığı da vardı. kimisi bunu fazlası ile ödedi, insan tüccarlarına hem de. sovyetlerin dibini oyan haşerat ülke insanını fuhuşa, pisliğe itmekten de geri kalmadı. olan budur.

Peki yugoslavya'ya ne oldu? Bir kısmımız 90'larda süren iç savaşı anımsayabilir. insanlar birbirlerinin ibadet hanelerini yaktı. halkıma özgürlük diyenler abd, almanya, avrupa birliği bayraklarını salladılar. halkının özgürlüğünü savunan örgütler uyuşturucu, silah ve insan ticareti yaptılar. hala kalıntılar balkanlarda cirit atıyor. organ mafyasından her pisliği yapacak bir şekilde toplumun içinde erimiş durumdalar. kana karışıyorlar. yaratılan bütün değerleri yok ettiler. daha 20 -25 yıl önce bu insanlar totaliter sosyalizme karşı demokrasi ve özgürlük istiyorlardı. şimdi samimiyetlerini görebilirsiniz. (1)

türkiye'de örgüt totalirizmine karşı mızıkcı çocuğu oynayan çoğunlukla büyük sermaye gazete ve televizyonlarına sığınan eski mücadelecilere bakın. sorun kemaliz mi, devlet mi, kürtler mi, emekçiler mi yoksa güçlü olanın politikasını kendi özgürlük ve demokrasi anlayışına yedirenler midir?

sovyetlere karşı kullanılan kavram "insan hakları"ydı. en son disk üyelerinin eski işkence hanenin insan hakları müzesine dönüştürülmelerini istemeleri bana 80'lerden kalan ve neden cezaevinde yattığını anlamamış iyi niyetli devrimci tutsağı anımsatıyor. insan haklarının nasıl güçlendiği ve 11 eylül'den sonra nasıl ölü bir kavram olduğunu anlamıyorlar. kimsenin abd'nin yılda bir yayınladığı insan hakları karnesini taktığı yok. çünkü bu örnek çalışma da ırak yok, afganistan yok.

belki de yaşadığı bu dönüşümlerden görece geçebilen fransa oldu. Fransa 4. cumhuriyetinde sömürgeciydi, 5.  cumhuriyete geçişte kendi sömürgeciliği ile hesaplaşacak aydınları ve mücadelesi vardı. peki biz? bizde bunu 1960'larda yaptık. o kadar ilerledik ki 12 eylül darbesi ile yaratılan tam demokrasiye kilitlenmiş safane demokrasi mücadelesine dayanarak cumhuriyetle olan bütün bağları kopardık. çünkü darbecilerle cumhuriyet aynı şeylerdi. kuram, tarihsellik yerine güncelin hükmüne bırakıldığında dünya kafka romanlarındaki gibi görünür. bir tür belirsiz fetus halindedir bünye. böylece yaratılan mücadele hep saf-temiz-kendine özne olabildiği sayılan birey ile kaba-baskıcı toplum arasındaydı. şaşırılacak olan bunu o kadar aşırıya götürdüler ki dinci örgütleri, solcu örgütlere göre daha bir şe' olarak ifade edip biat ettiler. serdar turgut ve hoca sevici gazetecilerimiz buna dahildir.

şimdi buradan yazmak kolay. biliyorum. mücadelenin öğretemediği onun her yerde olduğuydu. birilerine benzeyerek olmayacaktı bu mücadele bizim içimizdeki; benlen, senlen, onlan olacaktı. genelde bu tanımların hep bir yerleri ayarsızlığa denk geldi. kimi yerde inisiyatifler öldü. kimi yerde kendini kaybetti. anlamadı, çoştu ve öldü. artık bu sıkıntı verici 80 ve 90'ların kendinden menkul kavramları ile sadece tartışan güruh örgütlü solun sırtından temizlenmelidir. hepsi evlerine, karanlık yuvalarına çekilmelidir. mahalle de, okul da kendi çapında siyaset yapana uzanan bu kaba aşağılayıcı dil yenilmeli ve mahkum edilmelidir. okudukça tiksiniyorum. yıllardır sola özellikle eylem yapan sokağa çıkan sola karşı bu tür oturduğu yerden yapılmış eleştirilerden tiksinmenin ötesine geçen bir nefretim olduğunu söyleyebilirim. türkiye solunu ayrılıkla suçlayanlar onların masa da değil sokakta bir araya gelebileceğini tabanın birbirini tanıması gerektiğini çok anlamadılar. kimisi şefleri oldukları örgütleri böyle batırdılar ve mücadele edenlere hep kendi hataları ile yüklendiler. okuyun oya baydar'ı hala utanması yok. edebiyatçı vedat türkali'yi okuyun. yazacaklarımın ağır kaçacağından bir kısmımı kendime saklıyorum. kendisi bana göre solun ahmet altan'ıdır. mavi karanlık denen karanlığı okuyun. hikayeci, romancı değildir. öyle olsaydı ortalama bir kadının cinsellik oyunlarına takılmaz, ölümüne giden korhan'ın peşine takılırdı. güven de karikatürleştirdiği halil'deydi bütün dava. am budalası turgut'u takip etti oysa. bunlar sonranın davası olarak kalsın. kimse Türkali'nin yaşı ile bana gelmesin. bizim mücadelemiz bu kadar özgürse insanların yaşı da eleştirilmelerine engel olmamalı değil mi? yoksa bir hikmet kıvılcımlı'nın önünde boynumuzu kıldan ince yapan nedir acaba? ülkesine dönmeye çalışan devrimci. hayatında en büyük hatasıydı. ve ölürken de bunun farkındaydı. devrimci adamın trajedisidir.

eğer ikinci cumhuriyet buysa 3. cumhuriyet ilan edilmelidir. 1. cumhuriyettin sorunsallarını bilerek onları sorun yaparak değil aşarak kurulacak bir cumhuriyet. ancak böyle yenilir demogojik demokrasi söylemi. halkın sağlığını koruyoruz yalanı. üçüncü cumhuriyete amaçlar lazım. yayılacak ve insanları altında toplayacak. ne mi olabilir bunlar yazalım:

1. bugün hükümete karşı darbe, ergenokon, balyoz adları ile açılan bütün davalar tarafsızlığı ve zamanında jitem ve devletin suçları hakkında araştırma yapmış savcılara bırakılması.

2. hsyk üyelerinin yeniden seçilmesi, seçim çalışmalarının katılımcılar tarafındanda denetlenebilmesi.

3. yolsuzluk suçlaması yapılan hiç bir kurum ve kişinin hiç bir izin gerekmeden yeterli delil bulunduğunda yargılanması.

4. ülke içerisinde faklı dil, din, mezhep, cinsiyetçilik üzerinden yapılan düşmanlaştırıcı, eşitsizliği arttırıcı, karalayıcı politikalar/uygulamalar teşhir edilmeli ve üzerine gidilmelidir. bu ülke, bu ülke de doğmuş herkesindir. kimsenin kimseden daha az veya daha fazla hakkı yoktur.

5. ...
devamı sizde. eski öldü, 2.si truva atıysa, biz üçüncüsüne bakabiliriz. bakmalıyız.

-----------------------------
(1) BBC Türkçe Servisinde yayınlanan "Kosova'da mutsuz doğumgünü" başlıklı haberden:
(...)
Avrupa Konseyi, Başbakan Haşim Taçi'nin de aralarında bulunduğu Kosovali liderlerin 1990'lı yıllarda, suikastler yapan, eroin kaçıran ve savaşta yakalananların organlarını satan bir organize suç örgütünü yönetmekle suçlayan bir rapor yayımladı.
Priştine yönetimi raporu reddetti. Ancak şu an raporu uluslararası bir soruşturmanın izlemesi kaçınılmaz görünüyor.
Bu arada, büyük sorunlarla karşı karşıya olan genç ülke, topallamaya devam etti.
İşsizlik yüzde 40 düzeyinde. Nüfusun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Geçen Aralık'ta bağımsızlıktan bu yana yapılan ilk genel seçimde, ciddi usülsüzlük iddiaları gündeme getirildi.
Priştine yönetimi hala Sırpların çoğunlukta yaşadığı kuzey bölgelerini kontrol edemiyor. Buradaki suç oranları da çok yüksek.
Kosova'da umut, yakında Sırbistan'la girilecek ilk yüzyüze diyaloğun gelişmelere ivme kazandırması.
(...)

F • Vietnam Savaşı'ndan Bir Kare • Horst Faas (Associated Press)

12 Ocak 2011 Çarşamba

• ortaya karışık

1987 yılından 1992 yılına kadar ki tempo dergisini ciltlerini gözden geçirmiştim. onlara bakarken tartışmaların nasıl değiştiğini de fark ediyorsunuz. 3 yıl önce devlet televizyonuna dansöz çıkmasını tartışanlar, sonra özel radyo ve televizyonları kısa bir süre sonra ise bunların içeriklerini, tartışır olmuşlardı. görünen oydu ki biraz geç kalmışlardır. olay kestirilememiş ve olanlar hakkında çıkan yazılar gündemin gerisinde kalmış görünüyordu. Hakkında bir kaç makale yazılmış olan bir konu yenilik olarak insanların hayatına karışmış oluyordu.

her türlü popüler olguyu büyük sermaye yaratır düşüncesini bizde internet öncesi yıkan mizah dergileriydi. belki bunun dışında zorla sürdürülen bağımsız dergi ve gazetecilikte vardı. Mizah dergileri bu yenilikleri halkın ve kendi diliyle anlattığı gibi okurlarına bir dil ve çevre vaadetti. Dönemin çoğu okuru için mizah dergileri ailelerinin, öğretmenlerinin, taşranın, mahallenin, televizyondaki her şeye inanan okul arkadaşlarının darlığından çıkış ve ciddiye ele alınan her şeyin alt-üst edilmesiydi. Tabii yasal sınırları ile birlikte.


Yine de '80'lerden beri “bağımsız” popüler merkezlerin olamayacağı aklımıza kazınmış. mesela 80'lerde bunu başlatanlardan birisi trt'nin yılbaşında dansöz oynatması olayıdır. dönemin türk sineması, turizm canlanmasından dolayı dansözün 'aktüalite'de bir anlamı var. Trt bunu kaçırmıyor. Ama yılda bir kere. Yine de etkisi derin oldu. 90'lardaki absürt dizilerde oradan buradan dansözler fırlamaya başladı. mizah geç kalmıştı, bir 10 yıl kadar. '80'lerden haberi olmayan kimi yaşıtım için "dansöz" her gün özel tv'lerde göründüğünden anlamsızdı. 80'leri bilenler içinse sekiz-on yıl önceki dansöz tartışmaları nostalji olmuştu.

90'larda popülerliğin merkezi kısa bir süre özel radyolar, sonrasında ise özel televizyonlar oldu. yerel yayıncılık biraz daha küçümsenirken ulusal yayın yapabilen özel kanallar popülerliğin kaynağı oldular.

 Limon Sayı - 250 (20/12/1990)***

Peki günü gününe mizah neredeydi? tabi ki dönemin dergilerinde gırgır'da, limon'da, leman, hıbır, pişimiş kelle'de arkadan gelen l-manyak ile onlarca örneğindeydi. haftanın olaylarına dair yorumları, karikatürleri ile dönemin gençliğini ne kadar etkilediklerini fark etmediler. örgütlükten uzak duran ama kendini solcu sayan ortayaş ve genç neslin dil-siyaset-hayat-insan ilişkileri okulu oldular. Bütün okurlarının solcu olduğunu söylemiyorum. biraz tespitçilik kokan bir yanı vardı bu okulun. (sanırım ben de ondan etkilendim.) dilden öğrenilenlerin sonuçlarını ekşi sözlük, alkışlarla yaşıyorum(*), zaytung ve benzeri diğer sitelerde görebilirsiniz. “Ne”liğinden çok “nasıl oluştuğu” ilgimi çekiyor. Bahsettiğim sayfalarda ve kimi örneklerinde önemli bir birikim olduğunu düşünüyorum. internetin hafızasının silinme yolu kolay ama yayılma olasılığı daha da kolay.

Günümüzde ise internet popüler merkez üretme de geri kalmadı. 10 yıl sonra görünen o ki internetin güçlü sayfaları ya kullanıcılarına sundukları posta, bellek imkanı ya da dış dünyaya dair sahip olduğu ile ilgi topluyor. Bir dönemin mizah dergilerinden daha hızlı bir şekilde hareketlenebilen özelliklere sahipler. kişilerin kendilerini ifade edilebilmesi de cabası.


eldeki bu yorumlarla nereye varacağımız ise sonraya kalsın.

(*) alkışlarla yaşıyorum’da “dansöz” kelimesini aratıp çıkan videoları izleyin ne düşünürsünüz geleceğimiz hakkında )

(**) Google Reader üzerinden idefix'te yeni yayınlanan kitap ve dergileri görebiliyorum. Son bir yıldır sitenin gönderdiği her 100 yayından 40 civarı ders ve uzmanlık kitapları iken 35 civarı ise islamcı yayınevlerinden oluyor. doğalıyla çoğu din çemberinde. solcu ya da orta yolcu yayınevleri neredeyse kitap basmıyor görünüyorlar. muhtemelen idefix değiştirdiği politikası ile islamcı yayınevlerinden gelecek paraya da göz dikmiş.

(***) Limon dergisinin kapaklarının kaynağı: http://www.cizgiliforum.com/forumdisplay.php?f=811


Limon Sayı - 016 (26/06/1986)

4 Ocak 2011 Salı

• şakadan söylenmemiştir!

ortalık yerin ortasında yer alanların ortalama ile ilişkisi bizim neden kıyılarla yakın bir bağ kurmamız gerektiğini  gösterebilir. kimileri için bu kıyıların tarifi biraz çeviri kokabilir. değildir. kendine özgüdür. yine de anlatımı  türkiye'de yazıya-dillere çeviri olarak vurmuş olan bir tuhaflıktır. duyunca içim ürperiyor. neyin cazip olduğu, cazip olanı neyin yarattığı ise büyük bir söylentiden okumuşların efsanesinden ibaret gibi görünüyor. iki arada bir derede kalmış bir ülkede modernizm eleştirisinden, pozitivizm düşmanlığından beslenebiliyor. çünkü bu ülkede çoğunluk sorunlarını çözerken, sorularını yanıtlarken bilime başvuruyor. yoksa bu kadar modernizm, bilim eleştirisi seviciliği nereden kaynaklanıyor. mesela, 80'ler ve 90'ların yeni yetmelerinden kalan kafka seviciliği her yanımızı sarıyor. kafkayı anlatıldığı gibi okuyamadım, kendimce gördüğüm yerden baktım. daha cazip örnekler çıktığını itiraf edeyim. kafka bana 80 ve 90'ların tipik sıradışı okumuşunu anımsatıyor. (daha bazı yayınevleri şe' serilerini basmıyordu o zamanlar çünkü) onlardan geriye kalan çok az sayıdaki bir kısımdışı ile çürük ve ortalama civarlarında olanlar bulunabilir, bugün. çürüğün çeşitli enzimler olarak bir yerlere karışmış olduğunu söylemeliyim. dolayımsız ifadesi ile o çok şe' ettikleri sistem tarafından bir güzel yenilmiş ve şimdi sindirilmektedirler. çok farklılık/özgülük adına savundukları ama siyaseten bir türlü karşılığını kuramadıkları ortalamanın enzimi olmuşlardır. şimdi geçmişlerinden midir nedir orta yerde sistemin karanlık yüzünü temsil ediyorlar. bir de durumun farkında olanlar vardır. siyasallığın kısıtlayıcılığına karşı eleştirel, özgürlükçü ve sanatsal görünen arıdından nanik yapan inatçılar olarak vardırlar. hepsi kapitalizme dair sorun taşır. alacakları para mı yoksa sisteme dair sorunları mı ağır diye sormayın. cidden bilmiyorum. samimiyetin ölçüsünü anlayacağımız an'ları bilmemiz lazım. buraları geçip gördüğümüz kimilerinin bir zaman içerisinde ona anlatılmak isteneni aşmış ve sistem ötesi bir birey olmuşken şimdi sistemin ince işlerinde kondüktördürler. bu tabi bir aşağılama, yandan vurma değil. hayatı sürdümek lazım. ortanın üzerinde bir gelirleri ve nitelikli bir fan toplamları da vardır. iyi insanlardırlar. kötülüğü bilirler. ama nedense bir yerde bir samimiyetsizlik seziyorum ve uzak durmanın kıyılara ulaşmak olduğu gibi bu ortalamadan da uzak olmak anlamına geldiğini düşünüyorum.

dışarısı dehşetken aynaya bakanlar ölür.

dehşet dışarıdayken onu kendisiyle anlatan ölür

dehşet dışarıdayken burada olan ölür.

dehşet dışarıdayken birbirini mekanlara kapatanlar ölür.

dehşet dışarıdayken anılara dalanlar ölür.

dehşet dışarıdayken ona katılıp gidecekler kıyılara dair öğrenebilir, muhalif olma zorunluluğundan kurtulabilir.

dehşet dışarıdayken orada olanlar sizi görür, bir noktada gelir diğerinde gider.

şakadan söylenmemiştir derken kayıplara seslenen bir çan sesi gibi olsun diyorum. dışarıdayken öğrendiğim tek şey aynadakine benzemeyen birilerine bakınıyorum. o dehşeti bir şekilde hisseden.. varsınız! biliyorum! dışarda buluşmak üzere tembellik etmediğiniz sürece...