Sayfalar

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Aydınlanma

50 Soruda 
AYDINLANMA 
Afşar Timuçin - Ali Timuçin
Bilim ve Gelecek Kitaplığı
1. Baskı, Mart 2010
1.
Aydınlanma bir hattan daha çok bir kaç hattın birleşme noktası oldu. Gelişen burjuvazinin, meslek sahiplerinin,  soruları için metafiziği yetersiz bulan felsefe ve bilim insanlarının nihayeti ile bazı siyaset adamlarının kaygılarının zamansal çakışması ile doğdu.

Aydınlanma yoktan varolmadı, geçerli kabul edilene dair yüzyıllarca taşınan şüphelerden türedi. Şüpheleri kuvvetlendiren, destekleyen ise kent çeperlerinde gelişen soyluluk dışı zenginler, meslek sahipleri ve zanaatçılardı.

2.
Burjuvalar, mülkiyet edindikçe mülklerini korumak istediler. Ticaret yapmak için sürekli değişmeyen yasalar, değişmeyen vergiler istediler.

Filozoflar, bilim insanları düşüncelerinin, krallık yöneticileri ve din kurumlarınca sansürlenmesini ve bunlardan dolayı yargılanmak istemediler. Tarihi, politikayı, felsefeyi ve diğer bilim alanlarını mesellere bırakmak istemediler.

Yoksullar, sürekli değişen vergiler, sürekli açılan savaşlar, sürekli zenginleşen din kurumlarını, rüşvetçi yöneticileri istemediler.

Farklı olanlar aşağılanmak, ayrımcılığa, katliama uğramak istemediler.

3.
Herkes aynı şeyleri düşünmüyor ve istemiyordu. İstenen istikrarlı bir yasa ve düzen ülkesiydi. Monarşi olabilirdi, ama parlemento ile dengelenmeliydi.

Fransız düşünürlerin çoğunluğu: "evrensel doğrulara ulaşmanın yolu kuşkuyla yola çıkmaktır" diye düşünüyor ve "mutlakyönetimin baskıcılığından kurtulmak için yasa düzeni öngörüyordu."lardı. "yeni toplumda birinin özgürlüğü bir başkasının özgürlüğünü tehlikeye düşürmeyecek biçimde düzenlenmelidir." diyorlardı. insanların günah - ceza baskısına karşı hak ve sorumlulukları bilincini savunuyorlardı.

4.
Fransız düşünürler düşüncelerinde onları etkilemiş olan John Locke'tan daha mutlakiyetçiydiler:

"Locke felsefesi insanın doğal hakları fikrine yaptığı vurguyla, toplum sözleşmesi anlayışı içinde halka dayalı toplumsal ve siyasal düzen düşüncesiyle, halkın yararına çalışan siyasal egemenlik fikriyle ve bunun tamalayıcısı olan direnme hakkı fikriyle yalnızca Aydınlanma'yı değil genelde kendinden sonraki bütün düşünürleri etkiledi."

5.
Aydınlanma şüpheydi. Aydınlanma düşünürleri içinde Rousseau şüphesinin savunduklarında dahi sakınmadı. Bilimleri savundu, ama bilimlerin kötü niyetlerler kullanılabileceğine; yarar fikrine; mülkiyetçiliğe karşı şüphelerini dillendirdi.

6.
"Kant, Aydınlanma nedir sorusuna yanıt adlı çok önemli çalışmasında şöyle der:

Aydınlanma nedir? İnsanın sorumlusu olduğu küçüklüğünün dışına çıkmasıdır. Küçüklük başkasının yolgöstericiliği olmadan anlığını kullanamama yetersizliğidir. Bu küçüklüğün sorumlusu insanın kendisidir, çünkü bunda yatan neden anlığın bir eksikliğinden gelmez, başkasının yolgöstericiliği olmadan anlığını kullanabilme kararlılığının ve yürekliliğinin olmamasından gelir. Sapere aude! Kendi anlığını kullanma yürekliliğini göster. İşte aydınlanma budur."

21 Temmuz 2011 Perşembe

Papirüs Dergisi - 02 - Temmuz 1966 - Sağcıların Çıkmazı

____________

"Artshop yayınları Cemal Süreya'nın 1966 yılında çıkarmaya başladığı Papirüs dergisinin 1., 2. ve 3. sayısının tıpkı basımlarını yapmış. Bir kitap yada güncel bir süreli yayının eki olmadığı sürece eski dergilerin tıpkı basımlarını çok anlamlı bulmam ama bu maya tutmuş. Artık yeni sayıları da basacaklardır umarı ile ellerine sağlık."
____________


Papirüs, Sayı: 02
Aylık Dergi, Temmuz 1966
"Sağcıların Çıkmazı"
1. Derginin Cemal Süreya tarafından yazılan önsözünü (Sağcıların Çıkmazı) hala süren güncelliği ile toptan burada yayınlamak isterdim. Son paragrafını alayım:

"Türk sağcısı Batı kaşısında asyalı, Sosyalizm karşısında batılı görünmek isteyen garip bir ikilemin içindedir. Eskiden cahil olduğu için çelişkilerinin farkında değildi. Bugünlerde bu çelişkiyi sezmekte ve bu durum onu öfkeye ve yalana itmektedir. İpin ucunun kaçırması biraz da bundandır galiba."

2. Yine Cemal  Süreya'nın "Nazım Hikmet" yazısında vurguladığı Nazıım'a özgü mistisizm-sol politika ilişkisinin yanlış anlaşıldığını vurguluyor.

"R. Garaudy'nin Picasso için kullandığı sözü ben de onuın için söyleyeceğim: Türk şiirinin N vitamini.
Okudukça yüzümüze kan geliyor."

3. Muzaffer Buyrukçu'nun "Romanın Yarattığı Tehlike ve Kendisini Bekleyen Sonuç" makalesinde kurduğu şiir-roman-sinema sıralaması gerçekçi görünse de hala mücadele halinde sanırım.

"Ve şimdi de şiirin ülkelerini ele geçirerek var olan romanın karşısında edebiyatın olanaklarından ustalıkla yararlanan yeni bir dev çıkmıştır: Sinema"

4. "Papirüs, Bir Gazeteciyi İnceliyor: Bedii Faik" yazısı yine Cemal Süreya tarafından yazılmış ve döneminin bugünümüzden ne kadar farksız gazetecilere sahip olduğunu gösteriyor. Yazı "Bedii Faik ikinci sınıf bir gazete yazarı." girişi ile başlıyor.
Maurice Duverger'dan alıntılanan: "1) Devlet karşısında basın özgürlüğü, 2) Para karşısında basın özgürlüğü." hala önemini koruyor.

5. Küçük bir not: Cemal Süreya'ya devletin verdiği kimlikteki beyana göre adı-soyadı: Cemalettin Seber'dir.

6. Derginin künyesinde "Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Cemal S. Teber" yazarken "Müessese Müdürü: Tomris Seber"  yazar, (muhtemelen bu dergideki adı ile R. Tomris) bir an hoş geldi. Derginin yayını sevgililiklerine denk düşmüş. Oysa biz O'nu Uyar'ın Tomris'i olarak bilirdik. Ama vakit Tomris'in Cemal'indeymiş.

7. Derginin büyük puntolu başlığını okuyunca Cemal Süreya İstanbul'u çok gezmiş görünüyor. O yüzden bu kadar çıkmaz biliyor.

19 Temmuz 2011 Salı

Aleksi Zorba • Nikos Kazancakis (Roman)

Çevirmen: Ahmet Angın Ataç Yayınevi, İstanbul, 1967, 2. Baskı
* Bütün eğik yazılar kitaptan alıntıdır.

Aleksi Zorba
Nikos Kazancakis
Çeviri: Ahmet Angın
Ataç Yayınevi, İst.
1967, 2. Baskı
Zorba aydınlanmanın getirdiği sorgulamarla oluşmuş yaşamlar ve davranışlar öncesinin 'eleştirel' izini taşır. Zorba ona anlatılanlara inanır o yollarda gider. Sırası ile de bir çoğunun aslında hiçte anlatıldığı gibi olmadığını görür. Gördükçe de zorba kendi kimliğini oluşturur. Bu yüzden o kitabi bir doğrunun değil sınanmış bir yaşamın doğrularını söylemektedir. Biz 'okuduklarımızdan' o ise 'yaptıklarından' bir yaşam anlayışını oluşturmuştur. 
Zorbaların kişisel tarihleri kendileri için birer karar verme mercidir. Çünkü yanlarında taşıdıkları en büyük başvuru kaynağı bu anıları/geçmişleridir. Biraz büyümüşlerin dünyasını anlamaya çalışan insandır Zorba: Çünkü kalbinden kulakçıkların en son kıvrımına kadar kederli'dir. 
— Uyuyor musun, patron?
— Ne var Zorba?
— Rüya gördüm… Tuhaf bir rüya: galiba yakında yolculuk var. Dinle de gül! Burada, limanda şehir kadar büyük bir vapur varmış. Gitmek üzere ötüyormuş. Ben de, ona yetişmek için köyden koşuyormuşum; elimde bir papağan varmış. Yetişip vapura tırmanmışım, kaptan gelmiş:”Bilet!” diye bağırmış.“Ne kadar?” diye sorup cebimden bir avuç kâğıt para çıkarmışım. “Bin drahmi!” “Bre aman, demişim, sekiz yüz olmaz mı?” “Hayır, bin olacak!” “Sekiz yüzden başka param yok, al” “Binden metelik aşağı olmaz! Yoksa çek git, çabuk!” O zaman bende kızmışım: “Dinle kaptan, demişim, senin iyiliğini söylüyorum, verdiğim şu sekiz yüzü al, yoksa uyanırım, zavallı sen de, onları bile kaybedersin!”
— Sır! diye mırıldandı, büyük sır! Dünyaya hürriyetin gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mı lazım, yani? “Vatanı ve insanları” için hürriyet arayan bir insanı en iyi anlatan dizeler. Hürriyet için yapılmış katliamlar ve diğerleri. Tanrı ne diye şimşeklerini çakıp öldürmez onları, -bilmez Zorba. Bir yandan da çelişkilidir hürriyet meselesinde- “Ben sana derim ki bu, insan olmak demektir: Yani, HÜRRİYET! der.
insanları özgürleştirmek. Onları Allahsız kılmak... Bu Dünyayı acınası yapar. Korkunç bir yıkımdır. İnsanları rahat bırak, patron, gözlerini açma! Zira açarsan ne görürler? Ellerinin körünü! Onun için bırak, kapalı kalsınlar da hayal göredursunlar!  Zorba haklıdır. Kaldıramayacakları bir dünyaya insanları taşımak! Onları yıkmak, babasız bir şekilde orta da bırakmaktır. Kimileri bunu istemeyecektir. Hatta çoğunluk bunu istemeyecektir. Beri yandan daha az olan kimileri ise bağımsızlığını, tarihin getirdiği o şeylerle kuşatılmış hayatını da kurtarmak isteyecektir.

"Yine Zorba açıklar fikrini: -Kızma patron… Hayır, hiçbir şeye inanmam ben! Eğer insana inansaydım, Allah’a da, şeytana da inanırdım; bu da büyük mes’eledir. O zaman işler karışıyor ve başım belaya giriyor, patron." Öyledir patron sadece Zorba’nın değil bizimde başımız belaya giriyor. "Hür İnsan oldum. (…) Hala içiyorum ama istediğim anda hop diye bir bıçak gibi kesiyorum. İhtiras bana hâkim olmamıştır. Vatan için de aynı şey. Hasret çektim, bıktım, kustum, kurtuldum." 
— Ya kadınlar?
— Onların da sırası gelecek kahrolasıcalar gelecek! Ama yetmiş yaşımı bulduğum zaman!
Biraz düşününce az bularak
— Seksen yaşında, diye düzeltti. Sen beni dinle, insan böyle kurtulur, böyle kurtulur… Zevk düşkünü ve keşiş olarak değil. Kendin yarı şeytan olmazsan, şeytandan nasıl kurtulursun be?
Adım adım aşmıştır aklına takılan sorunları. Hatta o an konuşurken aşar birini. Çaresiz kalınan anlardan insanı sıyıran ve her şeyi denkleştiren: ölümdür.
— Bir zamanlar diyordum ki: Bu Arnavut’tur, bu Bulgar’dır ve bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim… Neden? Çünkü bunlar Bulgar’mış, ya da bilmem ne… Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum: Hay kahrolasıca pis herif; hay yokolası aptal! Ve kendimi böyle azarlıyorum. Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum! Hepsi benim için; şimdi iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve yediğim ekmek üzerine yemin ederim ki, ihtiyarladıkça da, buna bile bakmamağa başladım gibime geliyor. Ulan, ister iyi, ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte… Boşversem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da Tanrı’sı ve zıt Tanrı’sı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek… Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be… Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.
Beden iletişim en büyük ve samimi aracıdır. Cinsel birliktelikte de basit bedensel işlerde bu iletişimi dilden, sözden, yazıdan ve görünenden daha güçlü yapar. Zorba'ya göre beden unutulmuştur. Zorba için bir şeyleri anlatabilmenin en güçlü ve samimi yolu 'raks'tır. Raks anlatmak için en az söz kadar, yazı kadar değerlidir.
Yolculuklar, acılar ve sevinçler… İnsanlar ne tuhaf hale girdi… Tuuh, kahrolasıcılar! Vücutlarını bırakıp körlettiler ve sadece ağızları ile konuşurlar
Allah kadını yaratmak için Âdem’in kürek kemiğini çıkardığı zaman – o ana lanet olsun! –şeytan yılan oldu, hap diye kürek kemiğini kaptı ve kaçtı… Allah koşup onu yakaladı ama, elinden kaydı; yalnız boynuzları kaldı elinde. Allah dedi ki: “İyi hanım kaşıkla da iplik eğirir; ben de kadını şeytanın boynuzlarından yaparım.” Yaptı ve bizi de şeytan aldı, Aleksi’m benim! Cennet’in elmalarını da o çalıp koynuna soktu; şimdi de kahrolasıca, aşağı yukarı gezinip süzülüyor! Bu elmaları yedin mi, Hap’ı yuttun! Yemedin mi, yine Hap’ı yuttun!
Bir ton alıntı yapacak yer çıkabilir Zorba’dan. Birçok değişmeyen gerçekler. İnsan bir sırdır. Kadın bir sırdır ve kapamayacak bir yara sahiptir.  Çingeneler Zamanı’nda ki yaşlı kadında kan büyük bir sırdır diyordu. Aynı coğrafyadan dönen bir laf ve sadece şunu demeye çalışıyor insana dair olan her şey bir sırdır. Zorba kadınları seviyor acıyor ve onları her yasanın/yasağın dışında tutmaya çalışıyor. Çünkü yaşamından biliyor ki kadınlara asla kural koyulamaz o bunların dışında bir şeydir. Böylece Zorba kendini yeni kuşkulara ve karışıklıklara düşürüyor "…ben sanıyorum ki, hür olmak isteyen insandır, kadın hür olmak istemiyor; öyle ise, kadın insan mıdır?"

Ve Patron
Bir kadına âşık olma ile kitap okuma arasında seçme yapmam gerekse, kitabı seçerdim. (...)
— Akıllandım Zorba, sağ olasın; ama bende senin yolundan gidiyorum; ben de kitaplarla, senin kirazlarla yaptığını yapacağım; o kadar çok kâğıt yiyeceğim ki, bulantı gelecek, kusacak ve kurtulacağım.
Kitaptan:
* Sakatlar cennete giremez. 
* Gündüz iş içindir, dedi; gündüz erkektir. Gece eğlence içindir; gece kadındır. Birbirine karıştırmayalım!
* Bu dünyada, dedi, iyi olarak ne varsa, hepsi şeytanın icadı.
* Öyle ise, nedir okuduğun o külüstür kâğıtlar? Neden okuyorsun? Bunu söylemiyorsun? Bunu söylemiyorlarsa, neyi söylüyorlar?
— Senin bu sorduklarına cevap veremeyen insanın üzüntüsünü söylüyorlar Zorba! 
* Papatya papatyacıktır; rom değil ki dünyayı altüst etsin! 
* Ruhunu sıkı tut dostum, dağılmasın. 


Zorba büyük ruhtur. Ya da onları aşınca, biz o zaman şöyle diyorduk: O delidir.


***
Mihalis Kakogiannis'in romandan uyarladığı Zorba The Greek (1964) filminden:

Nikos Kazancakis'in mezar taşı:

Hiç bir şey ummuyorum, (Δεν ελπίζω τίποτε,)
hiç bir şeyden korkmuyorum, (Δεν φοβούμαι τίποτε,)
özgürüm. (Είμαι λεύτερος.)

15 Ekim 2007 - Ankara

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Notos Öykü Dergisi - Sayı: 28 - Haziran Temmuz 2011 - Oğuz Atay

Derginin bu sayısında dosya konusu: Oğuz Atay. Dosya yazıları günümüzdeki Oğuz Atay ilgisine dair onlarca ipucu veriyor. Yazarların Oğuz Atay'da yakaladıkları ve yazarlarda yakalanan Oğuz Atayları da bulabiliyoruz. Oğuz Atay'ın her türlü okurunun ihtiyacına göre yazılar var.

Gazetelerde, Şavkar Altınel'in Oğuz Atay kitaplarını sevemeyişini anlattığı kısa yazısı gündem oldu.

Türkiye enteresan bir ülke, neyin nasıl ifade edildiğinden, dertlerden, kaygılardan daha çok ifade edilenin istenilene ne kadar uygun olduğu öne çıkabiliyor.

Oğuz Atay'ın şikayetlerinde ortak olduklarını düşünen bir kısım okurun çocuklarının Oğuz Atay'dan şikayetçi olacaklar gibi görünüyor. Belki bu biraz kişilerin başkalarında gördükleri hatalara dair acı dillerini birazcık dahi olsa kendilerinden sakınmalarının sonucu olacaktır. Böylece anlaşılmayışlarını Oğuz Atay'ın kaderi ile ortaklaştırmaya çalışacaklar, ancak birer Oğuz Atay karikatürü olarak çocuklarının anılarında yer edeceklerdir.

...
Oğuz Atay'ın Yaşam Oyunu
Hasip Akgül
İnceleme
Akış Yayınları 

Dergide ilgimi çeken Irmak Zileli'nin İnci Aral ile söyleşisi oldu. İnci Aral düşüncelerini açıklarken söyleşilerinin okuduğum Türkiyeli diğer kadın yazarlara göre ne istediğini, ne düşüdüğünü en iyi ifade edenlerden görünüyor.

***

İlgilisine bir kitap önerisi de biz yapalım:
Hasip Akgül üniversitede tezi olan ve Akış Yayınları'ndan çıkan  Oğuz Atay'ın Yaşam Oyunu'.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Kusursuz iktidarın yavuz hırsızları

I.
Kusursuz görünmek için bütün adımları planlayan bir iktidar; her bir adımında kuşku tohumlarını muhaliflerinden daha hızlı eker. Ne ki, ekilen kuşku tohumlarını fark eden iktidar (ve yavuz hırsızları); insanların şüpheleri birer kuruntu  veyahut muhaliflerinin çamur atması olarak propaganda ediyor. Kusursuzluk algısının yaratılması için müdahale edilen ve/ya başlatılan süreçlerin maliyeti; kazanıldığı düşünülen algı ile başarılacağına inanılan 'zafer'leri baştan korkak kılmış olacaktır.

Birebir karşıya gelişlerde en çok dikkat edilmesi gerekenler kendilerini sıradan bir vatandaş gibi göstererek iktidarın propagandasını yapan 'yavuz hırsız'lardır. Bugün kendilerine gazeteci, iş adamı, esnaf, din alimi, sıradan vatandaş, halk adamı ve bilmem neci olarakta görebiliriz: Özellikle abartı, uydurma, çamur atma ve izafi bir çok iddialar üzerinden iktidarın propagandasını yapan, insanlarımızın açık cehaleti ile beslenen bu toplam fazlası ile mücadele edilmesi gerekenler olarak görünmektedir. Bir diğer 'yavuz hırsız' tipi ise iktidarın iş yaptığını bulunduğu her ortamda, herkesin duyması için bağıra bağıra anlatmakla kendini yükümlü hisseden muhteremlerdir.

II. Medya
Uzun süreden beri gazete ve televizyonlar iktidarın hışmına uğrama korkusundan onlarca haberi yayınlamıyor. Türkiye'de bugün 80 ve 90'lar medyasının yeni bir versiyonu yaratılmak isteniyor(*). Bu yeni medya düzeni, iktidarın ve iktidarın dinin kırmızı çizgilerini zorlamayan, bildiğini okuyamayan ve yazılı olmayan sansür kurallarına uyarak yolunu almaktadır.

Bir türlü bağımsız bir kimlik ortaya koyamamış Türkiye medyası bugün geçmişteki hataları ile köşeye sıkıştırılıyor. Burjuva medya deyip geçmiyorum. Medyada baskı ve sansür arttıkça toplum daha fazla suskunlaşacaktır. Susan toplum içinde türemiş olan onlarca 'yavuz hırsız' süreci iktidara yontmaya çalışacaklardır. Bu yüzden iş sadece sürecin bilincinde olmayan insanları uyarmak ile çözülmemekte de bu yavuz hırsızlara karşı da üste çıkmayı zorunlu kılmaktadır. Zaferler korkakca görünse bile 'yavuz hırsızlar' onu  ilelebet götürmeye çalışacaklardır.

Her yerde zamanlarını dinlerini (bu bir dinin bir mezhebi oluyor) yaşamak, uğradıkları haksızları anlatmak ile zaman geçiren 'yavuz hırsızlar' acaba kürtlerin, solcuların, alevilerin yaşadıklarının kaçta kaçını görmüştür? Ülkenin son 30 yılında yaşananlarda en çok acıyı, kayıbı ve haksızlıkları kimler yaşamıştır? Bir rekabet ortamı için değilse bile yaratılmak istenen mazlumuz biz algıları kırılmalıdır: Şiir okuduğu için hapis yatan başbakan vb. (**).

III. Sol Medya
Bugün ikiye yarılmış medya toplamında cılız sesi ile ortaya çıkan sol / sosyalist gazete ve yayın siteleri ise işin ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Birincisi acar-meraklı muhabirler ortada olmadığı gibi olanların da gündemleri fazlası ile güncel algıladıkları ortadır. Kaçta kaçının en basitinden 'Ergenekon'a dair kitapları okuduğu ise şüphelidir. (***) Yoksa, hepsi dostlarının içki masasında gazetecidir.

Son süreçte işsiz kalmış onca gazeteci için sol medya hiç bir olanak sunamadığı gibi atılma haberleri geldikçe dizlerini dövmektedirler. Elindeki aracın ne işe yaradığının çok farkında görünmemektedirler.

Yorumsamak, okuyucuyu güncelin tehlikeli ve karanlık ortamından çıkarmakta zorlanan fazlası ile geri kalmış bir sol medyamız var. Türkiye'de onlarca olaya, eyleme karşı burjuva medyasının gösterdiğinin yarısı kadar bile ilgi göstermemekte ve özel bir çaba içinde görünmektedirler. Seçim sonrası eli yüzü düzgün bir elin parmakları kadar bile yazı çıkmamış bir medyadır. Haber yakalayamadığı gibi önemli bir sorumluluğu olan burjuva (ve yandaş) medyasında yayınlanan haberlerin altındaki zihniyeti deşifre edememektedirler.

Ama gurur ondadır, şan ondadır, tarih ondadır ve halk bir gün iktidarın yaptıklarından ayılacak ve ona koşacaktır. Teknik aksaklıkları, hamlıkları, ciddiyetsizlikleri ve gereksiz şeylerde gösterdikleri ideolojik-siyasal sapma endişeleri ile var olacaklardır. Kötücül burjuva medyasının bile hassas olduğu okuyucu ilişkilerinde verdikleri yanıtlar (çoğu zaman yanıt gelmez) ise insanlarla kurdukları ilişkilerinin derecesini anlatır. Azarlayıcı-itici bir dil ile insanlara yanıt vermeyi nerede öğrendiler ise keşke orada kalsalardı.

IV. Ekonomi
Türkiye'nin derelerini, şehirlerini beton doldurarak başlayan kalkınma hamlesinin bedelini bizden ödetmeye çalışacaklardır. Siyasi haberler kadar takip etmeye çalıştığım ekonomi gündemi ise karanlıkta elle yapılan fil tarifine benzemektedir. Kişisel olarak ekonomiye dair verileri çok güvenilir bulmadığım gibi Türk lirasını hiçte güvenilir gelmemektedir.

İktidarın büyülü sözcüğü istikrar ise bizim gibi konformist toplumlarda yoksul ve emekçilerin daha fazla ezilmesi olacaktır. Bunun en büyük sebebi ise uzun süreli borçlanmalara giren emekçilerin istikrar lafına dair verdiği tepki muhtemelen cumhuriyetin niteliğine dair vereceği tepkiden daha fazla olacaktır. Ne kadar ezilse de sözde istikrarı sürdürülmesi çıkarına görünecektir.

V. Af geliyor
Deniz Feneri Derneği davasından tutuklananlar muhtemelen kulaklarına fısıldanmış olan bir af ve/veya yardım bekliyorlar. Böylece hem yargılanmış, hem cezalandırılmış ve aklanmış olarak dışarı çıkacaklarını biliyorlar. Bu af iktidarın açılımlarını, açmaza dönen siyasi davaların sonucuna varmasına sebep olacak. Ama öncesinde ne kadar hesap varsa da hepsini görmeye çalışacaklar. İktidarlarına biat edenlere af yolunu açacaklar ve toplumda oluşacak hoşnutsuzluğu tutuklu/hükümlü çeşitliliği ile bastırmaya çalışacaklardır.

VI. Yandaş Medya
Yıllardır ayda bir kere MedyaTava sitesinde gazete trajlarına bakarım.

Sitenin '25.04.2011 - 01.05.2011 tarihleri arasında gazete satış raporu'nda Zaman Gazetesi 1 milyon trajını aşmışken (1.009.150 adet) ardından sürekli traj kaybetti. Son açıklanan 04.07.2011 - 10.07.2011 tarihleri arasında gazete satış rapor'a göre ise satışı 851.368 adete düşmüş. Bu iki aylık süreçte gazete neredeyse 157.782 adetlik bir traj kaybı yaşamış durumda. İnsan soramadan edemiyor: Neden acaba?

Bu traj düşüşünün seçim sonrası (Yeni Şafak hariç) bütün yandaş medyada yaz rehaveti ile açıklanamayacak derecede yüksek olduğunu belirtmeliyim.

Aklıma gelmişken, arkadaşı Ahmet Şık'ı televizyonda savunmaktan aciz Aydın Engin'in (aynı programda Ahmet İnsel hiç beklemediğim bir üslupla Ahmet Şık'a sahip çıkmıştı) Zaman gazetesinin satış ve örgütleniş tarzını anlatan (öven) yazısını aradım. Sonra vazgeçtim. Aydın Engin, muhtemelen dudak bükerek baktığı Sözcü gazetesinin trajının Zaman gazetesinden daha fazla ilgiyi hak ettiğini anlamayacak bir insan. Ama bir köşede o da yazıyor. Ne yazık!

Bu iki gazete arasındaki traj farkı: birinde okuyucuların reklamı, doğru düzgün bir yeri yurdu olmayan bir gazete için zahmet edip bir bayiye giderek aldıkları bir gazetenin trajıdır; diğerinde ise onlarca reklam, para ve olanak ile gazeteyi okuyucunun ayağına kadar götürerek alınmış bir trajdır. Bir soru da ortada durmaktadır: Sizce satış oranlarına göre hangisi daha çok okunmaktadır?

--------------------------------------
(*) 90'lar medyasının tipik özellikleri için: Medyaya Nasıl Direnilir? - Ulus Baker 
(**) Başbakan okuduğu şiirden dolayı ceza almış, ancak hapiste yatmasına sebep olan önceden almış olduğu ve ertelenen cezasıdır. 
(***) Birgün gazetesinde ve diğer sol medyada yazılanların derecesi herkes tarafından anlaşılmayabilir. Ama süreci biraz sıkı takip eden birisi haberi yazanın yazdığı konuya ne kadar hakim olduğunu rahatça anlayabiliyor. Çünkü onlarca metin okumasından sonra elinize gelen kısacık bir haber-yorum yazısında iki-üç tane yanlış bulunuyorsa haberin sahibi ve o haberi yayınlayan editör en hafif deyimiyle okuyucusuna karşı ciddiyetsizdir. 
Komünist Parti'nin kültür merkezinde bir kütüphanesi, bir de kitap satış yeri vardır. Bütün kitapları almanın çok maliyetli olduğu için bu kütüphaneye üye olup almak istedim. Ama güncel-gerekli bütün kitapları satış yerinde satarken, bu kitaplardan birer tane alınarak kütüphaneye koyma zahmetinde bulunmamışlardı. Muhtemelen bunları okuması gereken öğrencilerin, üye ve dostların hepsi de zengin. Belki de kütüphaneye üyelik ve kitapların takibi zaman alıcı bir uğraş olduğundan yapılmamıştır. Zaten olan kütüphanede de 90'lardan sonra basılmış kitap bulmanız şans eseri olacaktır.  Kütüphane yerine, kitap-dergi-yayıncılık müzesi demek daha yerinde olurmuş. 
Son not: İnternet üzerindeki en hızlı haber sayfası: Vatan gazetesinin sayfası. Gündemi takip eden arkadaşlarımında ilk olarak açtıkları sayfanın bu olduğunu öğrendiğimde tek olmadığımı anladım.

1 Temmuz 2011 Cuma

geçmiş midir


startled poppy'den ayrıntı - joe ramiro garcia
http://www.joeramirogarcia.com/paintings.htm