Sayfalar

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Medya: Kim anlatıyor?

Gazeteleri okurken haftalık eklerine ana sayfalarından daha fazla dikkat kesiliyorum. Sanırım bu davranış, süreli yayın okurluğuna dergi okurluğu ile başlamam nedeniyle oluştu. Tabii, haftanın birikimi, günlerin birikimini biraz olsun durulmuş gösterebiliyor. Bu bakışın oluşmasının bir sebebi 2000'lerde belli bir düzenlilikte okuduğum haftalık soLon beş günlük Yeni Harman, Radikal İki, vd. yayınlar insana "ne olmuş" sorusunun devamı olan "kime göre", "neye göre" vs. öğretiyor. Saf haber olmayacağını bilmek, insanda, onun kimyasına nelerin karıştığını öğrenme merakını doğuruyor.   

Radikal İki ile belirginleşen, bugün ise Birgün Pazar'ın (1) denediği bir tarz var. Bu eklerdeki yazılarda  tv haberciliğinde görünen, süreli yayıncılık diline sızmış kimi anlayışlara ve onların dillerine dair itirazlar, günlük olayın hay huyuna kapılmış gazetecilerin bir tür hesap dökümü, okuyucu için' mutfakta neler oluyor'un yanıtları ve güncelin buna göre yeniden elden geçirilişidir. 

Habercilik: Ne, neden, nasıl oluyor?
Haberde ve güncel yorum içindeki siyasal dilin yoğunluğuna göre okurunda bir beklenti oluşturabiliyor. Beklenti karşılanmayıp yıllarca tekrarlandığında büyük bir umutsuzluğun, tekrar görünmenin de sebebi oluyor. Okudukça metinlerde tekrarlaşan dilin, değişimi anlamayan ve yıllardır bildiğini tekrar eden yazıların sonu gelmeli.

Darbe baskısının da farkında olmakla birlikte, buna örnek: 1980'li yıllardaki gençlerin, 70'lerde basılmış onca sol kitabı/yayını okumaması gibi. Çok az bir kısmı haricinde, bir kısmı ise tarihi bir vesika olmak dışında tekrar basılmadı. Sorun metinlerin toptan yanlışlanmış olması değildi. Bir kısmının günlük, haftalık gazete, kısa sürelerde çıkarılmış teorik dergi yazıları olmaları ve kalanın ise yazılma/çevrilme varlığını yaratan tartışmaların ortadan kalkmasıydı. Esas mesele ise tartışma başlıkların girdiği başkalaşım yada sönmeydi.

Başkalaşım kimi başlıklarda cidden kimyasal bir dönüşüm, kimi başlıklarda fiziksel bir değişimden ibaret görünüyor. Kimyasal dönüşüme uğrayan tartışma başlıkları önemlerini kaybettiler. Bugünkü problem ise özünde hiç bir değişim göstermeden, biçim değiştiren tartışmalar/süreçler oldu. Bunların en başında gelen iktidarların devlet aygıtı ile vatandaşlarına karşı işledi suçlar ve halkı arasında sürdürdüğü ayrımcılıktı. Adı, rengi, sesi, dili, medyası birbirinin benzeri olan bu bakış '80 darbesi sonrası da bütün iktidarlarca üretildi. 90 yıllık cumhuriyet tarihini eleştirenler bile, eleştirdikleri yerden ipleri ellerine aldılar ve cumhuriyetin bunca politik yanlışa, ideolojik tarafgirliğin esiri olmasına rağmen, cumhuriyeti gerçeklemeye çalışan kurumlarına saldırdılar.

Siyasi yalanların, süreci yanlış yorumlayan düşüncelerin kurbanı olduğunu düşünerek; yeniden yeniden tarihi ve günü okumaya başlayan insanların tekrarladıklarının, insana kattığı bir şey var: önce hakkında konuştuğunuz şeyin tarihinin en azından belli başlıklarını bilmek. (2) Özellikle de çarpıtılmamış kaynaklardan yada en az birkaç kaynaktan okumak. Ardından ise süreçlerin günümüzdeki izlerini takip etmek ve kendi yorumunuzla da ortaya koymak. Süreli yayıncılığın krizi burada başlar: tarih bilinci ve bugün.

Tarih bilincimiz bugün ve özellikle bugünlerde bize yetebilir. (Her şeyin Mustafa Kemal'in, İttihatçılar'ın suçu olduğunu söyleriz ve 'anlaşılır'.) Ama bir gazete editörüne, köşe yazarına ve gazeteciye yetmemeli / yetemez. Gazetecileri 'sıradan' bir yazardan, katipten ayıran da bu oluyor. Daha çok Uğur Mumcu'ya yakıştırılan araştırmacı gazetecilik buna bir örnektir. Tarih bilinci ile ne alakası var diyenlere Mumcu'nun bir çoğunu eleştirebileceğimiz çalışmalarında, tarihsel bilincinin daha sağlam öngörülere oturmaktan başka bir amacı yoktur. Keza karşısındakini bu gerekçe ile anlamak istemekte de görünür.

Yöntem: Kim(ler) yapıyor?
Yöntem meselesi bu tarihsel bilinci değiştiren en önemli etken.  Bu etken olma durumu bile, aynı yöntemden yola çıkma iddiasındaki yazıların farklı yorumlara ulaşmasını veya farklı yöntemlerden yola çıkan yazıların benzer yorumlara ulaşmasına engel olamıyor. Bunun basit bir bilmemezlik sonucu olduğunu söylemek işin kolayına kaçmak olacaktır. Kişilerin geleneksel kimliklerinin fazlası ile belirgin olduğu günümüzde, sonradan öğrenilmiş yöntemler de buna göre biçimlenmektedir.

Sürece bakmayan insanların, yöntem tartışmasına dalması büyük bir tehlike gibi görünüyor. Süreç, yöntemin alt edilmesine değil, işler hale getirmesine neden olmalıdır. Burası biraz rizikolu bir alan olacaktır: Süreç ve yöntemin eleştirel bağı kurulamadan yapılmış hataların tekrarlanma olasılığı ile ortaya çıkmış çalışmalar tarih çöplüğüne uzak olmayacaklardır.

Gazeteciliğin, tarafsızlık adı altında ideolojilerden ve siyasetlerden etkilenmeden yapılması gerektiğini düşünüyorsanız, buna günümüzde üç örnek vardır: Murat Yetkin, Cüneyt Özdemir, Oray Eğin. Ortada durmak, adilane, tarafsız görünmek isterken sağa sola (daha çok sağ iktidarın egemenliğine) yalpalayabilirsiniz. Bu konuda en namuslu kalmaya çalışan Oray Eğin görünüyor. Eğin'in eğilmesini engelleyen gerekçeleri de var.

Medya: 'Gazeteci' kaynakları?
Özel bir noktaya değinmek istiyorum. 80'den beri medyadaki köşeleri ve röportajları ile sol ve liberal görüşlü 'gazeteci' kaynağının ağırlıklı bir kısmı (Uğur Mumcu, Hasan Cemal, Mümtaz SoysalAvcıoğlu ve  (Oral Çalışlar, Çengiz Çandar, Soner Yalçın, Doğan Yurdakul, Gülay Göktürk, Metin Göktürk, Nuri Çolakoğlu (3), Şahin Alpay, Ragıp Duran(4), Hadi Uluengin, ... )  Aydınlık kökenlidir. '80 sonrası Tip çevresinden gelen Yasemin Çongar diğerlerinden sayılabilir. (5)

Bunu Türkiye solu içerisinde kan davasına dönmüş tartışmalara çağrışım yapsın diye yazmıyorum. Süreli yayıncılıkta Türkiye'nin en büyük kaynağı Aydınlıkçılar oldu. Bugün tepe adamları içerde olmasına rağmen 50 bine yaklaşan tirajı ile bir gazete çıkarabiliyorlar. (Evrensel ve Birgün ise 5-7 bin bandında seyrediyor) Oda tv'e aynı kökten geliyor. Türkiye'de sosyalistlerinin hiç bir zaman sormadığı: 'ulusalcılık', devlet işbirlikçisi suçlamaları ile geçiştirdikleri soruyu bir daha soralım: neden?

Medya: Önemli mi?
Önemlidir. Bu önemi onun ülke politikasını, ekonomisini, insanını yönlendirmesinden kaynaklı değildir. Aslında bu yönlendirmeyi engelleyecek şekilde 'yurttaşların' haberdar edilmesi mecburiyetinden kaynaklanır. Gerçek bir medya çalışmasının esas mücadelelerinden birisi de bizatihi kendi yapısı ve amacıdır.

Medya: Viran bağlar mı?
Belli bir görüşe sahip olduğunu düşündüğümüz hepimizin belli bir değişim evresi başlıyor. Bu belki kimilerimiz  için ilk; kimilerimizi için on yada yirmi yılda hatta otuz yılda bir tekrarlanan durum.

Niyetim yeni zamanlarda bu tür tekrarları övmek değil. Evet.. Belki bunun sebebi her on yıl dönümünde başımıza gelen yıkım ve örgütsel boşalmalardır. Devamlılığı bile hep sorunlu olmuş Türkiye solunun ve solcusunun bugün en çok gereksinimini duyduğu ve adlandıramadığı onlarca şey var. Karşımızda neredeyse hiç yıkılmamış, iktidarın şiddetine maruz kalmamış; bir çok insanımızın yaşadığı zulmün yanından geçemeyecek bir cihet var: buna rağmen bugün kendini acındırmanın ve mazlum edebiyatının ustalarıdırlar. Ustalığı severim, ama bazı ustalıklar insanın karakter yapısına olumlu bir katkı anlamına gelmeyebiliyormuş.

Sol medyanın önemi burada çıkıyor. Saçma sapan ideolojik kasılmalara girmeyen, okuyucusunun sorularını boşlamayan, onun günceliğin tuzağına karşı haberdar etmeye çalışan bir medya. Muhabirleri, çalışanları ile ülkenin her yerine, her görüşüne giden, her yerden haber/söyleşi taşıyan, okuyucularını farklı ve aynı olan bir çok şeyi gösteren bir medya. Ufku kapatan, merakı yok eden değil, açan bir sol medya için yazdım bunları. Artık iki de bir batıp çıkan yayınlardan, sürekli değişen süreli yayınlardan sıkıldım. Her gün gazete bayinde bugün hangisini alayım, demekten de... Okumayan dostlarımın, 'hangisini okuyalım' bahanesinden de...

28 - 29 Ağustos 2011
--- Dipnotlar ----------
(1) Haftanın en az üç günü Birgün alıyorum. Pazar eki, düzenli yazarlarından çok konuya göre toplanmış yazıları ile okunabilir oluyor. Sanırım ekin işine hakim bir editörü yok. Olsa idi bir çok köşeyi yayınlama sorumluluğunu almayacağı gibi kimi yazıların ise kısaltılmasını isteyebilirdi. Bir de okurunu yormayacak bir mizanpaj fena olmazdı. 28 Ağustos ’11 tarihli sayısında kısaltılmadan tam sayfa basılan Ragıp Duran yazısının satır genişliği neredeyse 10 cm gibi kitap satırı genişliğinde basılmıştı. Bu ekin ve gazetenin tabildot olarak çıkması sanırım okuruna, hazırlayanına bayağı bir kolaylık sağlayacaktır.

(2)  Gün Zileli'nin zamanında (1960’ların Yordam dergisi çevresindeyken) edebiyatı tercih etseydi. Ne kadar başarılı olurdu bilemiyorum. Şayet siyasi yazılarında biraz daha heyecanına hakim olup araştırsaydı. Birgün Pazar ekinin 28 Ağustos ’11 tarihli son sayısındakiKelle Avcıları!  başlıklı yazıya da gerek kalmazdı sanırım. Zileli'nin samimiyetinden kuşku duymuyorum. Ama bir okur olarak yazardan da biraz ciddiyet ve yazı öncesi emeğine ağırlık istemeyi hakkım olarak görüyorum.
(3) Çolakoğlu gazetecilikte yapmış olmasına rağmen daha çok kanal kurması ile bilinir. Bunların içinde en öne çıkanı ise Show Tv ve NTV oldu. Çolakoğlu şimdi eski yoldaşı da olan iktidarın patronlarından Ethem Sancak ile yeni bir televizyon kuruyor: Yeni bir TV kanalı mı geliyor?
(4) Ragıp Duran ne kadar yazsa da hala nedense blogunun başlığından itibaren 1990’ların kodlamalarına takılmışlık hissi veriyor. Bir dönem askerlerin siyasetteki ağırlığını inkar edilemez ama örneğin sivillerin (Çiller, Mehmet Ağar ve valilerin) yaptıkları da unutulamaz. Blog başlığı için daha üst bir tanım iyi gibi geliyor: Güdümlü medya... 
(5) Ankara’da sahaflarda Bilim ve Sanat Kitabevi’nin sahibi olan Mehmet Öz’e ait bir şiir kitabı bulmuştum. Dönemin solcu gençlerinin kurduğu bir yayın kooperatifi olan Ayko yayınlarından olan kitabı görünce bayağı şaşırmıştım. Sonra sorduğum Öz, şimdi anımsamadığım hikayesini de anlatmıştı. Metin Çulhaoğlu ile bir muhabbette bunu anlattığımda benimle bir anısını paylaşmıştı. Cezaevinden çıkışından sonra 1986 içerisinde olması lazım. Ankara’da insanlarla tanışıyor. Herkesin dilinde olan bir isim var: Yasemin Çongar. Bütün solcu erkeklerin aşık olduğu bu genç kız; süreçle TİP çevresinin gençlik yayın organı olan Yarınlar dergisi çevresinden.  Çulhaoğlu, Çongar’ı sokakta karşılaştığı Öz’e sorduğunda, Öz, şiir kitabını gösteriyor veya bahsediyor: “Abi ben onun için şiir bile yazdım”  diyor. Çongar ismini Milliyet Gazetesi'nden biliyordum, ama sahaflarda bulduğum ‘80’lerden bir devrimci gençlik dergisinde misafir yazar olarak öğrenci dernekleri hakkındaki yazısını okumuştum. Birilerinin önerileri ile hareket ettiği yazdığı yazının içeriksizliğinden belli oluyordu.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

hangi filimden?


Yanıt Kardelen'den geldi: " Le Cercle Rouge' dan Alain Delon'un bir sahnesi. 1970 yapımı."
Yılların Alain Delon'unu tanımamakta kapak olsun.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Papirüs Dergisi - Sayı: 03 - Ağustos 1966 - Mitoloji Havarileri

Papirüs, Sayı: 03
Aylık Dergi, Ağustos 1966
"Mitoloji Havarileri"
1. Papirüs dergisinin Ağustos 1966 tarihli 3. sayısında, derginin önsözlerini imzasız olarak yazan Cemal Süreya edebiyatçılar arasında yayılmış olan mitoloji hevesine değinmiş:

"Materyalizm adına Poseidon'un denizlerinden damızlık aygır getirmenin gereğine inanmak çok güç. Anadolu insanı temelde zaten materyalisttir. Dört mevsimin kadrosu içinde toprağa bitişik bir yaşaması vardır. Dindar değildir. Din, din olarak onun davranışlarında hakim çizgi olmaktan uzaktır. Bir ideoloji olarak kavramaktadır dini. Zaten kendisine başka bir ideoloji de sunulmamıştır."

2. Mehmet Seyda'nın Eleştirmenler - Denemeciler: köşesinde"Tahir Alangu" üzerine hazırladığı yazısında, Alangu'dan bahsederken bir yere takıldım:

"Edebiyat merakının başlangıç dönemini çocukluğa kadar geriletebildiğimiz zaman bir kuralın hemen hemen hiç değişmediğini görüyoruz; o da, kişisel yalnızlığın çocuk bilincinde algılanışıdır."

3. Muhtemelen yine Cemal Süreya'nın Savran bölümü için hazırladığı "Bir Dergi: YEDİTEPE" yazısından:

"c) Bir dergi önce, deneme, eleştiri demektir. Şiirin, hikayenin organı kitapsa; eleştirinin, denemenin organı da dergi olmalıdır. (...)

d) Dergilerimizin hiçbirinin bir mutfağı yoktur. Yani temelde derginin kendi görüşünü, yorumunu belirten yazılara, ileriki sayılar için ön çalışmalar yapan bir hazırlığa özellikle eski yayın organlarında hemen hemen hiç raslamayız. Yazılar gelirse gelir ve dizgiye verilir. Editörün tavrı teknik sekreterinkinden farksızdır. Yeditepe'de bu iyice kusur haline gelmiştir."

4. Derginin kapağında "Mitoloji Havarileri" yazısını okuyunca aklıma derginin yayınlandığı dönemde Hüseyin Cöntürk (Yordam dergisi) çevresinde yer alan Gün Zileli geldi. Zileli'nin bu dönemi ve anılarını anlattığı kitabın adı: Havariler'di.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Parana Eyaleti, Brezilya • 1996 • Sebastião Salgado


Topraksız köylüler hareketinin toprak işgallerine hazırlık için düzenlediği miting...
Bu fotoğraf 1996 yılında Brezilya'nın Paran eyaletinde, Sebastio Salgado tarafından çekildi.

---
Landless peasants attend a political meeting organized by the MST, the Landless Movement, In preparation for a land occupation.
State of Paráná, Brazil. 1996. Photograph by Sebastião Salgado