Sayfalar

27 Kasım 2013 Çarşamba

20 Kasım 2013 Çarşamba

Sait Faik'in Ardından — Sabahattin Kudret Aksal, 1954

"... (Sait Faik)... Kendini zorlamaz, bir edebiyat adamı görünümüne girmek istemezdi. Bütün sevdası herhangi bir insan izlenimini vermekti. Hele yeni tanıştığı kimselerde, kayıtsız, edebiyata pek aldırmaz insan görüntüsünü, kuşkusuz isteyerek, uyandırdığı çok olmuştur. Ama bu dış görünüşün altında, yazgısnı sanatın yazgısıyla birleştirmiş kişiyi görmek o kadar da güç değildi. Belki sanatı kendilerine kaygı edinmemiş olanların, sanatla çok ilgili görünmek isteyen hallerinden tiksinmişti de, bu duygusundan sıyrılamayarak öyle yapıyor, her şeyin uydurulması ile savaştığı gibi, bu derbeder hali ile sanatçının düzmecesiyle savaşıyordu. Bu, içten, olduğu gibi görünmek isteyen edasını kesik tümceleriyle, inadına edebiyatça olmayan konuşmasından tutunda giyimine dek sindirmişti. Kaç kez sanatçı değişik bir yaratık gibi görünmemeli, insanlar içinde insan olduğunu unutmamalıdır, dediğini duymuşumdur. ..."
Sait Faik'in Ardından; Sabahattin Kudret AksalDoğu ve Batı dergisi; Haziran 1954; Yeni Seri: 5/4 (Derleyen: Adil izci; Yeniden: Lüzumsuz Adam, Sait Faik Abasıyanık, 1. (34.) Basım, Ocak 2013, İş Bankası Kültür Yayınları içinde)

15 Kasım 2013 Cuma

Romulus & Remus, F: Rimma Gerlovina & Valeriy Gerlovin, 1989

Romulus & Remus
Fotograf: Rimma Gerlovina & Valeriy Gerlovin, 1989

14 Kasım 2013 Perşembe

Bay Büyük Be

Hayatın şen kahkahasını duymak isteyebiliriz. Şuradan birisi çıkar: "Abicim o şen kahkaha nedir? Bir anlatır mısın bize" diyebilir. Hani iş arası, yorgun adamlar yanlarından geçen çocuğa bir laf atarlar da, çocuk o lafı gediğine oturtur da herkes, bir de o adamlar böyle katıla katıla güler, o şen kahkaha... 
(akademik, paradigmaları aşmış, her yerde iktidara direnme sevdasında zatı muhteremlerin bahsettiği o kahkahalardan değildir benim ki) 
Elbette birileri bizim gönülden inandığımız ve yürekten bağlandığımız düşüncelere dair sorularını sormalılar. Sormalılar ki, sabah sabah soğuk suyu yüzüne çarpan insanlar gibi olmalıyız. Yine de kinayedir, dokundurmadır eksik olmaz bu laflarda... Kızmak!? Yine de insanlığın şen kahkahasını atabilmeliyiz. Gıcığına değil asla, yürekten ve kendimizle barışık olarak. 
* 
Sabah sabah yüzümüze çarptığımız soğuk su ile hissettiğimiz kaygı/korku nedir? Muhtemelen bir tür şok, acil bir şeylere dair çağrısı bedenin! Olabilir? Ama sonunda su ve hava ciddi bir eksi derecede değilse endişemiz de yersizdir. Ama buna rağmen bedenimizin ve sinirlerimizin gösterdiği tepkiyi anormal karşılamayalım. Vücudumuzun tetikte olması ve hafiften hissettirdiği bir duyguyu çok da yersiz bulmayalım.
Kahkahamızı atarken hissettiğimiz sinirlerdeki yorgunluk boşalmasının, soğuk suyu yüzümüze vururken içimizi titreten ürperiş... Bir memleket gerçekliği, bir dengesizlikler toprağının ruh halidir.  
**
Burası dengesiz insanlar ülkesidir. Turgut Uyar şiirinde "dengemi bozmayın" der. Şairanedir, buna ne kadar karşı olsa da. Bu yüzden aslında dengededir, ritmi vardır. Dengesizlikten kasıt ritimsiz ve tutarsızlıktır. Sonuçsuzdur ve uzun vade izlendiğinde anlamlı bir şeyler çıkaramazsınız. Çünkü sürekli birilerinin bir şeylerin etkisi, sıkıştırması altındadır. 
Burası saçma insanlar ülkesidir. Dengesizlikte bulamayacağınız anlamlı noktaları, aynı kişilerin etkilendikleri şeylerde de bulamazsınız. İleri teknoloji ürünleri takip ederken, en taşralı halinde kalmış bir tarikat şeyhinin eteğini öper. Yazılarında, muhabbetlerinde çevresindekilere eleştirel becerisini gösterir, 'ufuk açıcı-tabu kırıcıdır'; kültürlenme ortamı gelişmemiş eylemcilere kızar; konformizm, snopluk hayatında bir kusur değildir. Muhaliftir ama bu ülkede ne gözaltı ne hapishane görmüştür. Bir gün önce deli gibi savunduğu davasını ve yoldaşlarını; bir gün sonra en önde taşlayandır. Belki bile bile susanlardandır. Bir gün sıranın ona geleceğini düşünür belki. Bütün beceriksizliklerinin suçunu yükleyeceği birileri vardır, çevresinde ve ileride yine olacaklardır. Belki bataklığından çıkamaz. Sıkışırsa bunların her biri ile acınır, övünür. 
***
Hikayelere sebep olurlar. Bu hikayelerin çokçası dinlenilecek türden değillerdir: Sanat pratikleri için bol kaynaktırlar, akademisyenler için keza öyle... Ama sol politik pratikerler bu hikayelerin sebepleri ile iştigal ederler. Sanat ve akademinin pratikerleri durmadan, politik pratikerlere eleştiri ve uysal öneriler getirerek politik müdahalenin doğasındaki acı gerçekçiliği eleştirirler. Ama artık kanıksanmış, ete işlemiş, gün içerisinde yaşanan daha acı gerçeklikleri; konforları ve snoplukları nedeniyle görmezden gelirler ya da aptallarsa da hiç bir zaman fark etmezler. Suçlu kim?
Güz 2013, Fotoğraf: Dursun Yoldaş

3 Kasım 2013 Pazar

- Hürriyet... Hürriyet... Hürriyet - İstifa Menderes - Katiller... Katiller... Katiller...

Bütün alıntıların kaynağı Vedat Türkali'nin Bir Gün Tek Başına adlı romanıdır.
Pasajlar rastgele dizilmiş, kimi koyu yazılmış, puntosu değiştirilmiştir.
Kitap künyesi: 3. Baskı, 1976 Aralık, Cem Yayınevi, İstanbul.



Hükumete ateş püsküren en ateşli muhalif birçok genç, söz gelimi toprak reformu, köy enstitüleri diyorlardı ya, bu konuda biraz ileri gidenleri şakacıktan "komünistlikle" suçluyorlar, usulca uzaklaşmaya bakıyorlardı. Aşırı sollar, işçi sözü eden, grev hakkı isteyen, gizlice Nazım Hikmet şiirlerini okuyanlardı. Solcu bilinen bazı ünlüler, profesörler, doçentler yapılan her şeyi C.H.P.'nin bir oyunu sayıyor, sokulmaktan kaçınıyorlar, bazıları da açıktan açığa karşı çıkıyordu. Toplantılarına bunların katılmasını C. H. P.'liler de istemiyordu. Menderes'i destekleyen solcular da varmış deniyordu. C.H.P.'ye, onun yöresinde toplanan gençlere veryansın edip Menderes'in doğru yolda olduğunu savunanlar bile... Bir gün bakıyordunuz ünlü bir romancının, bir üniversite ilgilisinin adı karışıyordu bu söylentilere. 
* * * 
Dün akşam Meclis'te ne kavgalar çıkmış. Anayasayı çiğniyor herifler. Çiğnerler. Burası Türkiye... 
- Hürriyet... Hürriyet... Hürriyet 
- İstifa Menderes 
Menderes'in İstanbul'u bayındırma oyunu. Arsa vurgunu, soygun, yağma 
- Hürriyet... Hürriyet... Hürriyet 
- İstifa Menderes  
(Bağırmak geldi içinden onlarla birlikte, olmadı bir türlü. Bir iki denedi. "Hürriyet" dedi, "İstifa" dedi; öyle yalnız, öyle cılızdı ki sesi, kendine bile gülünç geliyordu. Peki kiminle birlikte bağıracağım ben? İşçilerin arasına da giremedim. Tek başınayım şu yolun kıyısında)
- Dağılın!.. 
- Hürriyet, HÜRRİYET, HÜRRİYET... 
- Su sıkacağız!.. 
- Hürriyet, HÜRRİYET... 
- Kalkın gidiyoruz gençleer... Son uyarı bu... 
- HÜRRİYET, HÜRRİYET, HÜRRİYET 
- Haydi bittttiiiii... DAĞITIN!.. 
- HÜRRİYET... 
- Katiller... Katiller... Katiller... 
- İstifa Menderes... Hürriyet... 
- Hürriyet... Hürriyet... Hürriyet...
* * * 
- Ekmekler geldi arkadaşlaaar! diye bir ses duyuldu.Onurlarına dokunmuştu sanki... Özgürlük, demokrasi vatan, millet derken... Söylenecek şey miydi bu? Bağrışmalar oldu birden: 
- Ekmek istemiyoruz!... Özgürlük istiyoruz!..Bir an sessizlikten sonra açlığın mı, bilincin mi ağır bastığını bilinemeyen bir tepkiyle yer yer karşı çıktılar: 
- Ekmek de istiyoruz!.. Özgürlük de istiyoruz!...Alaylı bağrışmalar birbirine karışıyordu... Kalınca bir oğlan sesi de taşralı ağzıyla ağırdan, bastıra bastıra: 
- Saçmalamayın lan, dedi, ekmeksiz olur mu? 
* * * 
- Arkadaşlaaar... Bir gün evlenip de çocuklarımız olursa... Söz verin arkadaşlaaar, ilk doğacak çocuğumuzun adını Hürriyet koyalım...
* * * 
(Baba: "Taşları sürekli dönen bir değirmendir kafa dediğin, ya evlat, arasına bir şey koymadın mı kendi kendini öğütür, sakatlanır. Ya evlat.")