Sayfalar

8 Ağustos 2014 Cuma

Bela ilen Kaygı

Suyun, akan suyun; yazı, kışı ve dört mevsimi belirsiz olan, gittikçe de mevsimleri belirsizleşen bir coğrafyada...O suyun kenarında tarlası, evi, çocuğu, belleği olan insanlar. Bir o kıyıyı vuran su, bir bu yanı vuran su... Bir o yanı güldüren,bir bu yanı ağlatan... Yeniden güleni, ağlayanı değiştiren su. 
Bu su durmaz akar, akacak.  
Tarih, siyaset bize geçmiş zamanların sıradan insanlarının kaygılarını anlatmaz. İşgalciler, salgın hastalıklar, kötülükler bir şehri kuşatırken oradaki insanlar ne yaptı? Haberini önceden aldılar mı? Mevsimin ve işlerin bozulduğu, bir şeylerin ters gittiğini sezinledikleri, gidenlerin dönebilenlerinden iyi havadisler alamadıkları sosyal medyasız çağlarında nasıldılar? Elbette gerçekle karışık çarpıtmalar vardı. Elbette kulaklarına onca fısıltı ulaştı. Geçmişin o küçük parçacıklarını barındıran masallarına-mesellerine kulak kesilmişler ne yapmıştı?
Sanırım bizler bugün neler yapıyorsak onlarda onları kendince devrince yaptılar.  
Bela ilen kaygı birbirleri ile o kadar güçlü bir bağa sahip ki "şu önce", "bu sonra" diyebilir miyiz?
Bela yaşamadan, belalara dair doğru-yalan-yanlış anlatılanları dinlemeden kaygı duyulabilir mi? Bütün kaygılar apaçık yaşanmış belaları gerektirir mi?  
Hiç bir kaygının kökeninde apaçık bir beladan bahsedemeyiz. Ama insanlığın, insanın belalara dair belleğindeki izlerin kaygının bir büyük azdırıcısı olduğunu görürüz.  
***
Kaygılıyız. Daha sokağımızda kimsenin kafasını kesmediler. Daha kimsenin evi yağmalanmadı. Güçsüz ve savunmasız insanlar aksak topal eski tas eski hamam gidiyorlar. Sonra gidebilecek miyiz? 
Kimi düşünüyor. Kimi, ESKİ'nin  kalıntıları bunlar diyor. YENİ büyük bir başarısızlık, büyük bir yenilgi ile başımıza çökecekken... Ne olacak? Bu YENİ (bütün iddialarını kaybetmiş) eskinin hastalıklarının eleştirisi ile büyüdü ve onlarla sarmaş dolaş bugüne geldi. 
Her devrin efendisi olanlar, her devrin rengine derisine, dinine bürünenler yine olacak. İstekli ama isteksiz olacak. Onlar bu YENİ'den çok umutlu, varlık havuzları doldukça da umutlu olacaklar.
Bir "Cumhuriyetçi teyze" vardı. O, haklı mı çıktı şimdi? Aman ne ayıp! Akademik becerisi müthiş camiamız bir şeyleri yine yanlış yorumlamış. Komünist partiler ve sosyalist ülkeleri yargılamayı bildikleri kadar kendi ettiklerini de masaya yatıracaklar mı? "Mutfağında olmadığın bir davanın sofrasında ancak bir sığıntı, bir soytarı olursun" demedi mi hikaye edenler size? 
Bu ülkenin derdi "bir adam" değil. Her devirde birilerinin adamcıkları olanlar değil mi? 
Sel geliyor önünde küçük taş setler, ağaçlar ne kadar iş görecek. Hepimiz biliyoruz, o su buraya varacak. Bu kargaşada en az zararla, hatta faydayla çıkmayı hesap edenler olacak: Kimi dost, kimi düşman. 
***
Suriye halkının önemli kısmı neden silaha sarılıp hükümete karşı savaşa katılmadı? Acaba Afganistan, Irak ve Libya'da yaşananlardan bir şeyler mi sezinlediler? Belirsizlik... Kaygı... Gelecek nasıl olacak? Daha iyi... Daha adil ve özgür bir ülke iddialarını taşıyanların kutusundan tarihin cani ve katillerinin çıkacağını mı gördüler?  
Buranın ve Doğu'nun insanları, onların birikimleri her bir kuşatmanın, yıkımın ardından batıya hep batıya göç etti. Şimdi göç edenler ne yöne göçüyor? Hala aynı mı? Yezidi, "kaçtık Alman vizesi bekliyoruz" diyor. Geri dönecekler mi?
***
Gelelim bizim mutfağa... Acaba küçük tezgahlarımıza mı desek? Çağını aşamayan dava ne olur? Geleceği taşıyacak genci deneyimsiz görüp ona bir yol, hareket alanı tanımayan gelenek ne olur? Dinler görünen, yanlış dediğinin sebeplerini anlat.a.mayan... Çocuklarını aşırı kontrol altında yetiştirerek geleceğe birer acuze hediye eden ailelerin kaderini mi yaşayacağız? 
Dinliyorduk duvardan, yerden, gökten gelen fısıltıları... Belki hükümet ve destekçileri kimi şeyler başardı, ama bu halkta bunlara karşı kendi kendine aşılandı. Elbette bu yetmez. 
O "iddiaların" çoğunu yeşertebiliriz. Muhalefet edip karşısında durduklarımızın "iddia, hakikat, ahlak" arasındaki uyuşmazlıkları ve kusurların kendi iddia, hakikat ve ahlakımızda olabileceğini de görerek olacak bunlar. Önce dinlemeyi, yargılamamayı sonra fikrimizi, bildiğimizi söylemeyi mi öğrenmeli? 

***
Gelip geçen selle... Eğer toprak kazınıp gitmemiş ise birileri kalacak. Sudan geriye kalanlar yeni bir ülke kuracak. Eski hastalıklar nüksetmez de geleceğe kalanlar; insanları dinlemeyi ve onlardan bir şeyler öğrenebileceklerini kabul ederlerse; o insanların da onların dinlemeye ne kadar açık olduklarını göreceklerdir. 
Şimdi günlük yaşamın derdine dalmış insanların bile belli belirsiz sezinledikleri: "fırtına geliy!".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder