Sayfalar

28 Eylül 2008 Pazar

• Sorguç

Zaman içerisinde durmadan akan grilere ve karalara bürünmüş bir ırmak gibi hava. Görülmemiş olan budur bu ülkede, gün dönmeden dökmesi sularını ve gürültüsünü havanın. Yıllardır, yaşadığı çıkışsızlığa bakıyor gibi Sorguç. Sessizce inceltiyor havayı, irili ufaklı tepeleri, kırılgan ağaçlarını ve en önemli misi çiçeklerinin bırakması kendini birdenbire… yerden bir yere… İyice bulanmış küllenmiş suya karışmış gibi bulutların altında dolaşıyor. Otların rüzgârla sesi geliyor. Yardıma mı çağırıyor? Zir’in o bilinmez korkunç gök adaların alt kısımları suyun üzerine sivri bir şey çıkmış gibi derinin içindeymişiz de bıçak içeri saplanmış gibi görünüyor şimdi ve Sorguç söyleniyor kendince:
“Ak bir akışkana benziyor hava, kirecin toprakla bulanarak yol alması... ahh!
kara bir iz içinde. Gün olmadan... biliyorum, onlarla beraber paylaşıyorum... her
şeyi... sadece kaybedişim hariç. Her şeyi çalışmaya ayarladılar ve bizler için
Zir’i en ilginçlerinden bir kırılgan ağacına çevirdik. Kırılgan ağaçlarının kendi
kırılganlıklarını yaratması korumak isterken kendisini... Ne kadar etkisiz bu
yapılar oymaların sessizliği ve bizi bir şeylere mahkum eden mükemmel
anlayışımız. Ateş odasının duvarında yazan şu laf ne ilginç. Yediğimizin artığı,
çalışmamızın yorgunluğu ve ateşin kara bir izi var. Evet, hepimiz de... bir kara
iz var.”

--- 2001-2002 kışından kalmış bir iş ---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder