Sayfalar

6 Kasım 2008 Perşembe

• Çay vakti... Çay vakti... Çay vakti...

Yüreğine korku düşmüş insanın, kendisini korkutan hayale vuracak yerde, kimi kez, kendi kendine vurması da gerçeğin bir başka yönü...
İyi ama, hayata başlayışını yüce bir sıçrayışla kutlayan genç bir insan, salt az yaşamış diye nasıl tarihsel olmaz ve bir ihtiyar, salt çok yaşamış diye nasıl tarihsel olabilir?
önlerine öğrenim görmek, kültürlü olmak gibi bir amaç koyanlar, önce, büyük umutlar vaat eden gençler oluyorlar, sonra bunlar eğer Moskova’dan vaktinde ayrılmazlarsa Moskovalı oluyorlar ve vaat etme zamanları geçmiş, uygulama zamanlarıysa henüz gelmemiş insanlar olarak, artık –büyüğü şurda dursun– herhangi bir umut bile vaat edemiyorlar.
canlı olan, her şey, bir savaşım sonucudur; savaşımsız gelen, yerleşen bir şey, gelmiş, yerleşmiş sayılmaz, ölüdür o.
Moskova’nın yazgısı eylem adamları yetiştirmekse, Petersburg’un yazgısı da çalışıp çabalamaktır.
“Moskova büyük bir çarşıdır; Petersburg aydınlık, şık bir mağazadır, Moskova Rusya’ya gereklidir; Petersburg için Rusya gereklidir.”
Aslında, eleştiri herkes için korkunç bir silah olabilirdi, eğer kendisi de eleştiriye tabi olmasaydı.
Belinski, Yazılar
Çeviren: Mazlum Beyhan, Yön Yay. 1989
- not düşeyim -
Ünlü Rus eleştirmen Belinski'den (1811–1848) notlar alıyordum. Zamanında gururuna düşkün (Dostoyevski'de öyledir), tutkulu ve heyecanlı birisi olarak biliniyor. Adamın yazısındaki sadelik ve anlaşılırlık tuhaf geliyor. Sanırım yanlış yazdım. Esasında şöyle demek istiyorum: Bu yazıları okurken yazının arkasındaki kişinin olabildiğince net olduğu belli oluyor. Bu netlik elbette ki basitlik değil. Ama belli bir içsel mücadele sonucunda ve içten bir şekilde neye hayır, neye evet dediğini ve bunun gerekçelerini bir güzel diziyor. Petersburg-Moskova yazısı ayrıca ilgiyi hak ediyor. Bunu sonra Ankara - İstanbul üzerine bir yazıda belirtirim. Belinski ile tuhaf bir yakınlık duyuyorum. Yaşamı hiçte öyle soylu yaşamı değil, bir mirasyedi veya zengin/soylu çocuğu da değil. Ayrıca edebiyatta aylak mirasyedi tipini de sevmiyor. Bu tipe karşı sıradan bir 'memur'un eksik bir gerilim yaşamayacağına da kani. Tabii Puşkin'e biraz kıyak geçiyor. Ama "biraz" daha fazlasını değil. Seviniyorum. Bir soyluluğu ya da özel birisi olmayanların da tarihte sevecekleri, bir tür gönüldeşlik duyacakları insanlar çıkabiliyor. Belki Dobrulyubov içinde bunu söyleyebilirim. Ama çok genç ölüyor: yirmi altı yaşında. Tabii Belinski'de otuz yedi yaşında ölüyor. Belinski öleli (1848) 160 yıl oldu, Dobrulyobov öleli (1861) ise 147 yıl. Ve o yaşlılık üzerine alıntıyı buraya koymuyorum. Yukarı dönüp bir daha okuyun lütfen diyorum.

İnsan ani bir sezinleme ile karar verdiği bir çalışmadan bu kadar motive olabilir mi? İşte ben de tam bunu demek istiyordum, tam ben de bunu yazmıştım diyebilir mi? Der hem de büyük bir keyifle...

Çay vakti... Çay vakti... Çay vakti... Dostoyevski'de diyor çay olsun yeter. Eh be daha ne lazım ki... Şimdi hissediyorum... Ben yaşıyorum... Binlerce sayfa sonra Belinski ve Dostoyevki ile konuşuyorum... Çok seviniyorum.... Çoook...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder