Sayfalar

6 Ocak 2009 Salı

• Dostoyevski Okumak

Beardayev, Dostoyevski yapıtlarını okuyanları Dostoyevski’ciler ve onu anlamayanlar olarak ayırır. Birinci grup Borges’in öykülerinde vurguladığı imgesi güçlü olan sözünü çağrıştırır. İmgesi güçlüden kasıt kitapta anlatılanları tam ve doğru anlamak değildir. Tam tersine anlatılanlardan kişinin kendinde yeni bir anlam ve kurgu oluşturabilmesi yani imgenin coşmasıdır. Tabii bunun imgesi güçlü herkes için geçerli olduğunu söylemek biraz güç olacaktır. Diğer taraftan kimi okurlar için Dostoyevski sürekli iç karatıcı bir ortamda hastalıklı ve olayların gelişimine müdahale edemeyen karakterleri barındıran, kasvetli sokaklarda ve evlerde geçen, anlamsız ve uzun diyalogları olan tam bir tımarhaneye düşmüşlük hissi uyandıran yapıtlar yazmıştır. Dostoyevki’nin okunma zamanını Herman Hesse şöyle açıklıyor:
“Dostoyevski, ancak kendimizi berbat hissettiğimizde, acı çekebilme sınırımızın onuna varmışsak ve yaşamı bütünüyle alev alev yanan bir yara diye algılıyorsak, eğer artık yalnızca çaresizliği soluyorsak ve umutsuzluğun bin bir ölümünü yaşamışsak, işte ancak o zaman okumamız gereken bir yazardır. Ancak o zaman, yani acıdan yapayalnız kalmış, felce uğramış olarak yaşamaya baktığımızda, o vahşi ve güzel acımasızlığı içerisinde yaşamı artık anlayamaz olduğumuzda ve ondan hiçbir şey istemediğimizde, evet, ancak o zaman bu korkunç ve görkemli yazarın müziğine açığız demektir. Böyle bir durumda artık bir izleyici olmaktan, yalnızca okuduklarımızın tadına varıp onları değerlendirmekle yetinen kişiler olmaktan çıkmış, Dostoyevski’nin eserlerindeki o zavallı ve yoksul kardeşlerin arasına katılmışız demektir; o zaman biz de onların acılarını çekeriz, onlarla birlikte, soluk bile almaksızın, yaşamın anaforuna, ölümün sonrasız öğüten değirmenine bakışlarımızı dikip kalırız. Ve yine ancak o zaman Dostoyevski’nin müziğine, bizi, teselli etmek için söylediklerine, sevgisine kulak veririz; anca o zaman onun korkutucu, çoğu kez cehennemden farksız dünyasının anlamını kavrarız.” (Hesse, 1995: 11)
Tabii okuyucunun hazır bulunuşluğunda bir yetersizlik varsa Dostoyevski ya yavan gelir ya da kişiyi kötü bir şekilde dağıtabilir. Dışardan hiç ilgi çekmeyen, dikiş tutturamamış ama bununla övünmeyen birisiyle tanışıp konuşurken size şunu demesi tuhaf gelmeyecektir: “Hayatımın hatası 16–17 yaşımda Dostoyevski okumak oldu”. Bununla birlikte Yeraltından Notları’na bakarak Dostoyevski’de yeraltı (isteseniz underground deyin çok albenili olur) yaşantısı aramak yersizdir. Dostoyevski’nin yeraltı tabiri kalabalıkların arasında görünen ama gerçekte ise dışlanmış kişinin psişik sürecidir. Yoksa Dostoyevski’nin dostları az-çok sosyal bir çevresi, yapmayı sevdiği şeyler vardır. (Aynı şekilde bu Kafka içinde geçerlidir) Bu yeraltının dışa vurumu çılgınlık, tuhaf bir giyim-kuşam ya da yasak olanın peşinden koşma olarak değil ‘yazı’ olarak ortaya çıkar. Çoğu kişi için Dostoyevski’nin günlük yaşamı çok alelade görünecektir. Geceye kadar odasında gezen etrafın sessizleşmesini bekleyen bu nedenle gecenin geç saatlerde işine koyulan yalnızlığı seven biridir. Kendi başına kalmayı sevmektedir. Cezaevinden çıktığında da istediği tek şey insanlardan uzak olmak ve tek başına kalabilmektir. Zaten Perov’un yaptığı tablosunda tek başına ama güçlü bir duruş halinde görünür ve bu tablonun anlatımı yine Perov tarafından yapılan Turgenyev tablosuna göre çok daha güçlüdür. Resimdeki kişi hakkında bilgi sahibi olmasak bile karanlık bir mekânda oturan bu yeşil paltolu dingin görünüşlü adamı birden kalkıp gidecekmiş gibi hissederiz. Oysa orada oturmaktadır. Ellerini dizlerinde bağlamış kendi içine yolculuğu çıkmıştır. Belki de içinde dönen süreç onu her an harekete geçebilecek bir şekilde durmaya itiyordur. Anna Dostoyevski anılarında bu tablonun hazırlanışını anlatırken etkisinin ipuçlarını da veriyor:
“Aynı kış, [1871–72] Moskova resim galerisinin sahibi Tretyakov, kocamdan, Moskova’dan özellikle bu iş için gelen ünlü ressam Perov’a portresini yaptırmasını istemişti. Çalışmaya başlamadan önce ressam bir hafta boyunca her gün ziyaretimize geldi; her gelişinde kocamı farklı düşünsel ve ruhsal durumlarda buluyor, onunla konuşuyor, tartışmalar açıyor, bu sırada yazarın yüzündeki en belirleyici ifadeleri, özellikle kocamın sanat[ı] üzerine düşünürken yüzünün aldığı ifadeyi yakalamasını biliyordu. Denebilir ki Perov, Dostoyevski’nin yaratıcı anını yakalamayı ve portresinden yansıtmayı başarmıştır. Çalışma odasına girdiğimde, Fiyodor Mihayloviç’in yüzünde hep Perov’un portresindeki ifadeyi görmüşümdür: Sanki kendi içine bakar gibidir; o zaman hiçbir şey söylemeden çıkmışımdır. Düşüncelerinin içine öylesine gömülmüştür ki hiçbir şey görmez, işitmez, sanki odasına girildiğine inanmak istemez.” (2004: 179)
Portreyi birebir görmediğim için bende portrenin birbirinden farklı bu iki fotoğrafını da koyuyorum.
Dostoyevski Portresi / Perov / 1872 / Petersburg
Kaynakça:Hesse, Hermann (1994) “Dostoyevski Nasıl Okunmalı” Kitap-lık, Çeviren: Ahmet Cemal, S. 5
Dostoyevski, Anna (2004) Fyodor Dostoyevski Bir Yaşam - Anılar, Çev: M. Tahsin Yalım, Remzi Kitabevi

1 yorum:

  1. Dostoyevski okumayı düşünüyordum, notlarınız çok yardımcı oldu tşkler.

    YanıtlaSil