Sayfalar

26 Mart 2009 Perşembe

• Bir limana indim

• Zamanın uzaması, açılması, genişlemesi diye bir şey olmayacağını biliyorum. Zaman diye bir şeyin varlığından zaten şüpheliyim. Birçok uyarıcıya maruz kaldığımız vakit zaman çok uzun geliyor. Ama uyarıcı (burada ilgi çekici olan şey) azaldıkça zamanın hızlandığını düşünüyoruz sanırım. Artık bunu geçelim...
90'lı yılların ve hatta 80'lerin kafamda bu kadar yer ettiğini bilmiyordum. Hiç aklıma gelmeyecek şarkıları ve sözlerini düşünmek. Hakan Peker, Suat Suna, Tarkan ve daha niceleri… Aklın yavşakları… Çıktı bir bir… Sesin ve görüntünün fazlasıyla bön olması da tuhaf... Bir bahar günü güneşli bir günü anımsadım sürekli tuhaf bir şekilde oralara gittim. Neredeyse on yıl oldu… Sonra başka birkaç güne geçtim. Sonra hiç düşünmediğim yerlerdeydim. Neresiydi orası şimdi… Ne kadar çok şey varmış hatırlanacak. Hüzün dedim. Ya da sonrakinin öncesini aratması… Bir şeyin içe göçmesi gibi iki karşı kıyı birleşti. Şimdi ki zaman ve çocukluk… Arada bazı anlar.
İki kişi gördüm. Cebimden çıkmış gibi... Siyah bir karton kağıda beyaz bir kalemle çizilmiş gibiydiler. Bu iki kişi karşılıklı konuşuyorlar. Fernando Pessoa'ya benzettim birini bir an. Birinin elinde şemsiye var ve kolunda saati görünüyor: basit sade bir saat. Karşısındaki adam pipo içiyor. Konuşurlarken ışığın kendilerine yanmasını bekliyorlar. Karşıya geçmek istiyorlar. Üzerlerine ince sicim gibi bir yağmur yağıyor. Ne konuştuklarının bilmiyorum. Tam yanlarında kalabalık bir toplam var. Oraya yağmur yağmıyor ve onlar da kırmızı ışığın geçmesini bekliyorlar. Bir an adamlardan biri şunu düşünüyor onlar bekliyorsa bizim geçmemiz lazım. Tam bunu düşünüp bekleyen arabalarının önünden geçmek için hareketlenirken arabalar hareket ediyor. Yandaki bekleyen gruba yeşil yanıyor ve karşıya geçiyorlar. Bekleyen o iki kişi ise yanda kırmızı ışığı bekleyenlere takıldıklarını fark ediyorlar ama iş işten geçiyor. Başkalarının kırmızı ışığına bakıyorlar. Çok tuhaf. Sonra buradan dönmeliyiz diyor birisi.
Ben ona karşıya geçelim diyorum.
Hayır, buradan gitmeliyiz diyor.
Ben ona karşıya geçene kadar vaktimiz olduğunu. Eğer yanlış olduğumuzu anlar ya da fikrimizi değiştirirsek dönme olanağımızın olacağını söylüyorum. Her zaman bir başka yolu düşünürüm diyorum. Zaman ne kadar uzuyor. Neredeyim bilemiyorum.
Gülüyor. Paranoyaksın diyor. Senin gibisini görmedim. Nerede arıza var beni bulur diyor.
Yine gülüyor.
Nereden biliyorsun burayı diyorum.
Önceden geçtim diyor.
Bende geçtim diyorum.
İş görüşmesine gitmem lazım diyor.
Ben denize gitmek istiyorum diyorum.
Önce iş görüşmesine gidelim. Sonra gideriz denize diyor.
Tamam diyorum.
Bana fotoğraf çekmek üzerine olan kavgamızı anlatıyor. Bugünü unutma diyor.
Hangi günü diyorum.
Bugünü diyor.
Bugün değil. Yıl diyorum.
Saçmalama diyor.
Sonra birbirimize bakıp gülüyoruz.
Bekliyorum… Bekliyorum çıkmıyor. Biliyorum beklemeyi sevmiyorum.
Martıları, kargaları ve minik kuşları görüyorum. Bir an!
Kendimi yalnız ve denize yürüyor buluyorum.
Oraya gittim bir gemide açıldım. Rüzgârı, sisin içinde rüzgâr anlıma çarptı ve saçlarımı dağıttı. Suyun çarpışını, dalgaları gördüm. Sesini işittim. Sonra martı sesleri geldi. Sonra bizim aynı yeşil ışığa takılıp bir dört yolda döndüğümüzü tekrar hatırladım. Yeşil ışıklar bizi çembere sokmuştu. Ah dedim güldüm.
Bir limanda indim.
Bir limanda indim.
Bir limanda indim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder