Sayfalar

16 Mart 2009 Pazartesi

• Zaman yaşatır; hayat öğretir

Kimse kendimi anlatmıyorum diye şikâyet etmesin, kendimi anlatmanın bir anlamını görmüyorum. Blogu kişisel yaşantımı anlatmak için açmadım. Eğer çok önemliyse söyleyeyim. Bir eve çıkmak ve ardından işe girmek dışında bir amacım yok şimdilik.
Yine de özel bir şeylerden bahsedelim: Gece kulübüne gittim.

Şimdi gelelim bu “night club” olayına. Gittiğimiz “nigth club” genelde erkek eşcinsellerin mekânıymış. Ama zamanla biseksüel, heteroseksüel ve lezbiyenlerin de mekânı olmuş. Yine de ‘gay’ ve ‘lezbiyen’lerin takıldığı özel barlar var. Burada gece kulübüne gitmek ile bara gitmek aynı şey. Yaşınız tuttuğu sürece kimse ahlak-mahlak demiyor.

Gittiğimiz gece kulübü filmlerdeki gibiydi: Sesler, ışıklar, sisler, tasarım… Ortalık elektro müzikle coşmuş dans eden insanlar ve yüksekteki platformlarda dans eden çoğu transseksüel dansçı ile bayağı hareketliydi. Bu arada kimisinin çok iyi dans ettiğini söylemeliyim. En azından hareketleri çok iyiydi ve neden kadın yerine daha çok “gay”lerin çalıştığını anlıyorsunuz.
Bana en komik geleni sanırım sarhoş kızlar ile ot içmiş tiplerdi. Çok komik dans ediyorlar ve kendi hallerinde bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Ortamda kadın erkek çeşitli milletlerden eşcinsel görmekte başka enteresanlık tabi… Eşcinsel diyorum çünkü en dikkat çekici olan onlardı. Ortama iki de bir salınan duman ve kulübün içindeki ot kokusu da başka bir hal yaratıyor. Kimi kadınlar İtalyan erkekleri, kimi erkekler brezilyalı kadınların peşinde... Erkeğin İtalyan’ı kadının Brezilyalısı buralarda pek makbul…

Biramızı içtik ve çıktık. Dışarıda hemen beş adım ileride buranın deniz soğuğuna rağmen kapı dibine açtığı yatağında uyumaya çalışan “homeless”i görünce bir şeylerden tiksindiğimi söyleyebilirim. Bu tiksinti ne bardaki insanlar ne de bir başkası. Bu saçmalık olabilir. Homeless olanlar için “junk” -çöp- diyorlar. Kaybedenler, “loser”lar ve tutunamayanlar… Ne derseniz.(*) Bir daha hayata dönemeyecek çoğu. Çünkü iş yapma kabiliyetlerini kaybetmişler. Neden dönemeyecekler derseniz. Kullandıkları uyuşturucu ve kimyasallar yüzünden beyinleri iflas etmiş durumda.

Burada “marihuana” içmek serbest ama satmak ve almak suç… Yine de rahatça sokaklar boyu ot kokusu ile gezebilirsiniz. Poliste oralarda oluyor. Arabayla giderken bile hissediyorsunuz. Evsizler süpermarket arabalarına topladıkları eşyaları getirip satıyorlar. Sizde içlerinden geçiyorsunuz. Kadın erkek birçok insanın nasıl çökmüş olduğunu görüyorsunuz. Elinde kaykayı ile kırk yaşından büyük insanlar görünce tuhaf geliyor. Zamanın modasına çok uymamışlar. Hala gençliklerinin modasıyla hayatlarını sürdürüyorlar: 7o'ler, 80'ler, 90'lar...

En son gittiğim gece kulübü aptallık ötesi bir yerdi. Yine de gözüm hep birindeydi. Lanet olsun insanlar ne kadar birbirine benzeyebiliyorlar. Bari giyim kuşam benzemesin. Erkenden ayrıldık. Sonra kahve içmek için oturduğumuz “burger”ciye bir anda barlardan çıkanlar akın etti. Ve ulusal kimliği düşündüm. Gelen erkek ve kızların çoğu birinci kuşak göçmendiler. Aile kökenleri karışık Vietnam’dan Mısır’a kadar bir dünya insan var. Ama bunların görünce tiksindim. Tam anlamıyla yozlaşmışlar. “Canadian” kültür denilen anglo-sakson kültüre o kadar özenmişler ki karaktersiz şeyler görüyorsunuz karşınızda. Yani böyle biriyle sevişseniz ne olur. Hepsi birer Paris Hilton ya da bir playboy olmak için birçok şeylerini verebilir. Dünya denen bu cehennemde ne olduğu umurların da bile değil. İşte evrensel insan. Sadece ulusal düşüncenin yok edildiğin de ortaya evrenselliğin çıkmadığının örnekleri oluyorlar benim için. Bu nokta ciddi olarak bir sorunsal ve iyi bir kafa yormak gerekiyor.


(*) Türkiye’deki kimi üniversite öğrencilerinin öğrenim hayatlarında dillerinde düşürmedikleri o “loser” “kaybeden” “tutunamayan” tipine fazlası ile ters bu evsizler. Buradaki gerçek; Türkiye deki özenti! Türkiye’dekiler üniversite bitince düzenin en sevgili evlatları oluyorlar, buradakiler hiçbir şey değiller. Ama bizimkiler sanırım öyle olduklarını düşünce çok bir şey olduklarını inanıyorlar. Böylece kendilerini çılgın ve sıra dışı görüyorlar ama çılgınlık 19. yüzyılda vardı. Şimdi çılgın olmanın hiçbir özelliği yok. Tabii, birilerine para kazandırmak dışında…

Aklıma nedense bir şey geldi. Bir yıl önce bir kız öğrenci yanındaki arkadaşlarına utanmazca okuduğu grafik bölümünün ne kadar havalı olduğunu söylüyordu. Yanındaki makine, endüstri mühendisliği ve dişçilik okuyunca bölümün havasından geçemiyordu. Ama birkaç yıl sonra dalga geçtiği insanlar çok iyi işlerde çalışırken o asgari ücretli ve tacize uğramayacağı bir iş bulursa çok şanslı olacak. Çılgın olmadığını da bir güzel öğrenir. Çünkü ne kadar çılgın da olsa toplumun ona verdiği para kazanma, evlenme gibi sıkıntıları fazlasıyla hissedecek. Ve bunu hissettiğinde aslında özel biri olmadığını herkes gibi bir hiç olduğunu anlayacak. Zaman yaşatır; hayat öğretir.

2 yorum:

  1. grafikçi kız gelecekte bu bölümü okuduğundan pişman olacak peki. ama end. müh veya diş hekimi veya mühendis olunca hayat çok mu anlamlı oluyor sahiden? bilemedim ki...

    YanıtlaSil
  2. okuduğu bölümlerle ilgili bir derdim yok.
    Sadece kızın konuşurken ki (sanırım kendine göre keyifli) arsızlığıydı. Ben sadece kızın kendisinin ayrıksı görmesine neden olan okuduğu bölümün temelinde hiç bir farkı oluşturmayacağını anlatmak istedim. Diğerlerine gelince onların başka birisi edasında değillerdi. Okuduğum bölüm çok havalı da demiyorlardı. Yoksa meslekleri ya da kimin mutlu olduğuyla ilgili değil bu yazı. :)

    YanıtlaSil