Sayfalar

9 Mayıs 2009 Cumartesi

• Bak şimdi!

Bir çok siteyi Google Reader üzerinden takip ediyorum. Sayfayı açtığımda 800'den aşağı girdi çıkmıyor. Genelde ne var ne yok diye bir bakıyorum. Bu epey zamanda alıyor. Reader'ı takip ederken canımı sıkan şey onca sitede karşılaştığım bir kitap tanıtımı. Başka şekillerde de bu tanıtım bana gonderildi. Sırf laf salatası diyebilirim. Tanıtımı okuyunca içi boş güzel süslü laflar okuyorum. Kitabımızın yazarı ile biraz konuşmak isterdim. Ama bir şeyler "öğretme" "doğru yolu gösterme" amaçlı değil. Sadece nasıl düşündüğünü yazdıklarına nereden vardığını anlamak isterdim. Bazı sıfatlar insanlara yazarlık / şairlik vermez. Tam tersine o sıfatı alır ya da sorumluluğu arttırır. Kişi bunun farkında olmadığında bir şey söylemenin, lafı uyumlu kelimelerden tuhaf alakalardan oluşturduğunu sanabilir. Sanılmamalıdır. İnsanın en kendini beğenmişlik göstergesi bir şeye "tam olarak" hakim olduğunu sanarak ondan bir devrim yapabilme hakkını ya da yeni bir yorum getirebileceğini düşünmesidir. Böyle bir hakimiyet varsa bile -ki neredeyse bu bana imkansız geliyor- yeni bir şey söylediğini söylemez. Zaten sürecin söyleyeceğini bilir. İşine bakar kısacası. Belki de sıfatın kişiye atıfını görüyoruz. Bir süre sonra yazar arkadaş o sıfatın ne kadar sorumluluk yüklediğini de görecektir.

Bugünlerim yorgun geçiyor. Son zamanlarda gönderdiğim mailleri sonradan okuduğumda saçmalamışım diyorum. (bu da buradan bir özür olsun dostlara) Açıkçası kafam darma duman olarak yazıyorum. Burada kahve tek dostum oldu. Ve en güzeli evden dışarı çıktığımda saat ne olursa olsun kahve bulabiliyorum. Çöpten bulduğumuz kahve makinası da çalışıyor ve evde de kahve yapabiliyorum. Ama okulda kahvenin etkisinin geçtiğini hissediyorum. Çünkü hemen uykum geliyor. Buranın kahve kültürü üzerine bir girdi yapabilirsem iyi olacak.

İngilizce de birisi "I'm sorry" dediğinde yanıtı "don't worry" oluyor. Ama tanıştığım ve çok iyi İngilizceye sahip olmayan ileri yaşlarda buraya gelmiş olan çoğu İranlı, Lübnanlı, Türk, Kürt, Mısırlı, kimi Balkan kökenli... yani ki bizim oralı "no problem" diyor. Bana çok önemli geliyor bu fark. "Nedir" derseniz "bu fark" anlatması uzundur şimdi.

Geçen işte bir kadınla çata pata konuşmaya çalıştım. Nereli olduğunu sordum. Ve bana burada çoğu Sırp'ın verdiği şu yanıtı verdi: "I'm from Yugoslavia"

Bu arada nedense bir iki kitap takıldı aklıma... Birincisi Cengiz'in favorisi olan "Martin Eden" (Jack London) diğeri ise okumadığım ama yıllardır okumak istediğim ve sahaflarda Simavi yayınlarından baskısını çok gördüğüm (yky'nin yeniden bastığı) Thomas Bernard'ın "Odun Kesmek" romanı...

İmdi geçenin bir yarısı oturmuşum bunları yazıyorum.
Yorgun muyum?
Dinlenmenin ne demek olduğunu tembelliği bilmiyorum.
Bundandır ki durduğum da hüzne dalıyorum.
Hüzne, neden ve ne şekilde ürediğini bilmediğimiz o şeye dalıp gidiyoruz.
Uyandığımız da yer sokak, vakit bir gece yarısı ve yağmur altında oluyoruz.
Yorgunluk içinde bir şeyler oluyor ve ben size yazıyorum.
Ama biliyorum. Uzun yola giden herkese kalanlar çok şeyler yüklüyor ve ondan çok şeyler bekliyor. Şimdilik bir yanıt olmasa da sizin yapmadığınız şeyi başkasından beklemeyin. Mesela mail atmasını, mesela iki de bir aramasını...
Bu sevilmemekten ya da başka şeylerden kaynaklı olmuyor. Sadece bu tür iletişimlerin yetersizliğinden oluyor.
Yüz yüze konuşmanın yerini hiç bir şey almıyor. Şimdilik onun için bekliyorum.
Ve şarkının dediği gibi "bir sabah ansızın gelebilirim"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder