Sayfalar

17 Temmuz 2009 Cuma

• Ondan Bundan Şundan


Yine gereksiz şeylerden bahsederek günü geçiştirelim.
***
Geçen gün evin yanında açılan çifçi pazarına gittim. Öylesine bakıyordum. Peynir satan bir kadının standında tanıdık bir şey takıldı gözüme. Kendi kendime "otlu peynir" gibi dedim. Ama otlu peyniri en son ortaokulda yediğimi hatırlıyorum. Muhtemelen arada yine yemişimdir ama aklıma gelmiyor. Sonra kadın peynirlerin tadına baktırıyor. Peynir sarımsak ve salatlık katılarak yapılmıştı. Sonra kadın Türkiye'den olduğunu söylediğinde baktığım küçük kağıtta "Otlu Peynir" yazısını okudum. "Yuh" dedim. Ben Ankara'da zor buluyorum. Ta buraya evin dibine kadar gelmiş.
***
Burada Türkiye'den gelmiş bir çok şeyi bulabilirsiniz. (İlk geldiğim günlerde "mavi" nin şubesini görünce bir "yuh be" daha demiştim) Rakıdan, biradan (en ucuz bira Tuborg kutu bu arada 2.50), ülkerden, halktan, çaydan, kayısıdan... lokumu filan unutmayalım bu arada, geçen acı badem yedik bu da bir yana... Bir süre sonra şehre ısınıyorsunuz. Yolları öğrendikçe bir zamanlar insanın canını sıkan her şey ilginç geliyor. Artık rahatça sorular sorup ya da sormaya çalışıp konuşuyorsunuz. Bunu yeterliliği bir yana burada yıllardır yaşıyorum gibi geliyor. Kitapçılara gidiyorum. tabii zaman olursa. İnsanların buraya neden bağlandıklarını anlıyorum. Çünkü hiçbir şekilde büyük şehirlerin çaresizliğini göstermiyor. Yani küçük bir şehir havasında "urban" içinde yaşıyorsunuz. Bununla birlikte Türkiye'den geldiği kadar dünyanın dört bir yanından gelen onca çeşit ürünü de görebiliyorsunuz. İki de bir mahallelerde sokaklarda bilmem ne festivali, bilmem ne satışı derken bu kasaba görünümlü şehir coşuyor. Yine de belki bunları çekilir kılan şey hoşluğundan daha çok alışmamdır. Türkiye'de ve ya başka bir yerde yaptığımız gibi bir süre sonra her şey aynılaşıyor. Sonra bağlanıyoruz filan. İnsan bunu anladığı ana nefret etmesi gerekirken zevk alabiliyor. Anlamamak gerekiyor. Gerçekte istediklerimizi alıştıklarımızın kurbanı yaparsak hiçbir eleştiri hakkımız olamaz. Sonra oturur hikaye anlatırız birbirimize. Belki ben şimdi bunu yapıyorum. Ama daha yapacaklar var.
***
Uzun hikayeler olarak anlatılacak çok şey var ama benim zamanım kısıtlı. Öte yandan bendeki atalet başlayınca bitmek bilmiyor. Sonra bir çalışma azmi geliyor o da durmak bilmiyor. Tembelliğim de ortada olmayan her iş çalışırken önüme çıkıyor. Şimdi tembellikten kurtulmaya çalışıyorum.
***
Bu arada bu Çin - Uygur olayına bir kaç küçük katkı yapayım. Ahmet abinin bana anlattıklarından anlatayım. Yirmil yıl öncesine kadar Uygurlar latin alfabesi kullanırken şimdi Arapça kullanıyorlarmış. Çinli bir bakan yakın zamanda okullardaki Uygurca derslerini kaldırmış. Bayağı bir öğretmen işsiz kalmış Ve Ahmet abi ya bizim silecekler ya da biz onları diyor. Arası olmadığını 60 yıldır süren bu derdin başka çözülmeyeceğinden bahsediyor. Bunlar da olaylarda etkisi olan şeyler. Her şeyi emperyalizm bağlamak aptallık geliyor. Önemsiz görmüyorum. Ama örneğin islamcıdan milliyetçisine herkesin bir Orta Asya'ya politikası varken bizim oturup gevezelik yapmamız kadar bir saçma durum olamaz. Bir bu kadar "doğuculuk" gizemine kapılmışken. Dün akşam üç kişi Türkçe konuşuyoruz birimiz Çinden, birimiz İrandan ve birimiz Türkiye'den bunun önemli ve kullanılması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum. Yoksa Ahmet abinin bizim faşistlerin / dincilerin kafasını sırf onları destekledi diye nasıl sahiplendiğini görünce emperyalizmin oyunu lafı bana lakırtı gibi geliyor.


Yapılması / yapmam gereken şeyler var. İzninizle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder