Sayfalar

3 Temmuz 2009 Cuma

• İnsan Yüzleri

Burada yapabildiğim çok bir şey yok. Zaman bulunca da ne yapacağımı tam bilemiyorum. Genelde dışarıda olursam ‘Art Galeri’nin önündeki merdivenlerde oturuyorum. Bir şeyler okuyor ya da gelip geçenlere bakıyorum.

Böyle birgün otururken bir çocuk dikkatimi çekti. Aslında çantadan bir şeyler çıkarmaya çalışıyordum. Üç dört yaşında ancak var. Zayıf, sarışın bir çocuk üzerinde ekose bir gömlek var. Elini yukarı kaldırınca göbeği ve altına takılmış olan pedi görülüyor. Gelip geçenlerin önüne gidiyor; elini yukarı kaldırıyor: “Hi!” deyip kaçıp annesinin yanına gidiyor. Sonra başkalarının yanına gidiyor. Annesinden bağımsızlığını almak istiyor ama her bağımsızlık hareketinde ona geri dönüyor. O çocuk hem eğleniyor hemden bundan korkuyor. Annesini kaybedip bir daha bulamayacağını düşünüyor. (kendimden biliyorum ve çoğu çocuk bunu yaşar) İki de bir koşarak yanına gittiği annesinin durumu çok iyi görünmüyor. Oğlunun arabasını çekip merdivenlere oturmuş. Bir yandan sigarasını içiyor, üzerine giydiği elbiseler aldığı kiloları ve artık kiloları arasında bir tuhaf şekil almış dövmeleri ile çok dalgın görünüyor. Birkaç adam kadına asılıyorlar. Kadınla konuşuyorlar. O da onlarla konuşuyor. İkide bir çocuk geliyor ve konuşma kesiliyor. Ama sanırım adamlar buna takılmıyorlar. Kadınla daha çok konuşmaya çalışıyorlar. Kadın ilgiden memnun sanırım konuşuyor. Konuşan adamlarda utanmazca alay eder gibiler kadınla. Sanırım kadının durumundan dolayı “kolay” görüyorlar. Bu arada bu küçük alana orta yaşlı bir karı koca geldi. Yanlarından erkek çocuğundan bir yaş ancak büyük bir kız ‘çocuğu’ var. Sanırım şehri geziyorlar. Kız çocuğu bir model gibi giyindirilmiş ve çantasını koluna asıyor. Gözünde albenili güneş gözlükleri ile ailesi fotoğraf çektirirken bir çocuk değil de magazin dergisine fotoğraf çektiren bir modelmiş gibi davranıyor. Bizimki onun görünce hemen onun yanına koşup önüne geçiyor: “Hi, Hi” diyor. Kız ise hala fotoğraf çektirme derdin de… O aldırış etmeyince bizimki başkalarına selam vermeye gidiyor. Biraz bozuldu ama sanırım buna alışması gerekecek. Gelecek her iki üç yılda ruhları değişecek ve sorunları da. Ama annesine gitmeye çalışan bir çocukla mutlu ailesiyle gezen bir manken çocuk arasında uçurumun şimdiden başladığını görüyorsunuz. Sonra ne olacağı üzerine olasılıkları yazmıyorum. Ama ben tarafımı biliyorum.
*
İşte çalışırken içeri ağzının dişleribir kısmı dökülmüş, yüzü iyice kararmış bir adam girdi. Bir şeyler içmiş ve ya kullanmış; ayakta duramıyor sallanıyor. Bize otobüsün kaçta geçtiğini sordu. Genelde buradaki otobüs duraklarında geçiş saatleri yazılı oluyor. Ama bizim oradaki otobüs durağında herhangi bir bilgi yok. Arkadaş, adama beklemesini söyledi. Saat 11 buçuğa geliyordu. Biz tabii işe daldık. O arada otobüsler geçti. Saat gece yarısını geçtikten sonra adam bir daha gelip otobüsün kaçta geçtiğini tekrar zordu. Biz de arada birkaç otobüsün geçtiğini ve beklemesini söyledik. Sonra durağa gitti. Oturdu, yanına çantalarını koydu ve uyudu. Otobüsler geçtikçe o uyumaya devam etti. Arada bir daha geldi. Sanırım bizden umudu kesti. Girdiği gibi çıktı. Sonra biz dükkânı kapattık çıktık. Adam hala durakta uyuyordu. Son gece otobüsü geldiğinde arkadaşım “uyandırma” dedi. O orada uyurken bizde otobüse bindik. O adam hala orada oturmuş ve başına önüne eğmiş uyuyor gibi geliyor bana.
*
Gece bindiğim otobüslerde ağır bir koku oluyor. Genelde eski otobüsler gece servisinde oluyor. Otobüs Hasting Caddesi üzerinden geçtiği için “junk”lar bu otobüsü kullanıyor. Bir gece gelirken iki kişi otobüse bindi. Birisi kısa boylu bir adamdı. Diğeri ise zenci, uzun boylu ve sıska biriydi. Uzun olan belki bir basketçiden daha uzundu ama cinsiyetini anlayamadım. Otobüsün içinde başını eğerek ilerledi. Yani kadındı, kaşlarını filan aldırmıştı. Ama bugüne kadar böyle bir görünüşe sahip insan görmedim. Erkek yapılı kadın gibi giyinmiş… Ayağında başkalarının pabuçları, kısa gelen pantolonu, deri ceketini belinde sarıp bağladığı yıpranmış deri kuşağı, saçının başının tepesinden toplaması… Bize çok tuhaf baktı. Bizde ona tuhaf baktık. Dediklerinden sadece “long night”ı anladım. Sonra yanındaki ilgilenme anlamında bir şeyler yaptı. Ama o bize bakmayı kesmedi. Sonra Hasting’te indiler. Onun ilginçliği dışında bizim gibi insanları hayatında ilk kez görüyor gibiydi. Ve ne kadar ürkünçte görünse de bakışında bir merak vardı. Birçok şeyi merak ediyormuş gibi geliyordu. Örneğin gördüğüm birçok travestiden çok farklıydı. En azından sakalı çıkmış artık eski günleri geçmişte kalmış gibi değildi. Sadece o günleri hiç olmamış gibiydi. Ve bunda boyunun orantısızlıuğının bir sonucu da olabilir. Merakla baktık işte yüzlerimize.

Kemal Özer
Kemal Özer’in hakkındaki haberleri okudum. Kemal Özer’le tanışmamı hatırlamıyorum. Eski kitaplarından iki şiir kitabı, “20. Yüzyıldan Duvar kabartmaları” (seçme şiirler, iki cilt, yordam yayınları), bir de “yeni a” dergisi sayıları ve başka dergilerdeki kimi yazıları var. Ama Kemal Özer deyince aklıma Yazko’dan 12 Eylül sonrası çıkan “Kimlikleriniz Lütfen” kitabı ve onun kapağı gelir.(Yine Yazko çıkan "Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya" adlı kitabın kapağına ulaşabildim. 12 Eylül sonrasın da yayınlandığını düşünürseniz... Bu da en az öteki kadar güçlü gelir.) Bir de Bulgarca’dan yaptığı çevirileri vardı. Kitapların kendine ait Yordam Yayınevi'nden bastırıyordu. Bugünkü Yordam Kitap'ta aynı kökten geliyor. Şiirlerini neredeyse yedi yıl önce kendi seçtiklerinden okudum. Çok sarmadığını o gün için söyleyebilirim. Bir de o dönemde Cebeci de 1 Mayıs çalışması yaparken bir şiirini bütün afişlerimizin yanlarına asmıştık. (Kemal Özer'in kişisel web sayfasında eklediği son şiir buydu. Astığımız tarihi yanlış anımsıyor olabilirim. Bunu 16-17 Haziran afişleri ile de asmış olabiliriz. Yine de yanlışta olsa yazdığımı değiştirmek istemiyorum) Ha unutmadan Denizcan’ın cüzdanında da bir şiiri geziyordu bir aralar. Yani ben kendimi ne kadar ilgisiz görsem de Kemal Özer şiirinin takipçisi olan birkaç adam tanıdım. Altı yıl (2003) önce kitapçıda bir arkadaş için kitaplarını ayarlamıştım. Arkadaşımız çok sevdiği için kitapları alamamıştı. Daha doğrusu unutmuştu. (Sonra o kitaplardan seçmeler benim kütüphaneme girdi) Umarım komik bir fiyata satılan kitapları (bir de bulamadığından şikâyet edip) hiçbir açıklama yapmadan unutan arkadaş sonradan içten bir Kemal Özer okuru olmuştur; yoksa o da “Kemal Ağabey” öldü ne yazık diyorsa. Vay halimize...

***
Radikal kitap ekine bakarken soba yakılmasını anlatan bir kitap hakkındaki yazı okudum. Bu kitabı çok iyi biliyorum. Ankara’da bazı kitapçılarda gördüğüm ve sahaf değeri olan bir kitap. Baskısı dönemine hatta bugüne göre bile güzel. Yazıyı okuyunca aklıma soba yakmayı bilmediklerinden ya da yanlış yakmaları yüzünden okulda çıkan yangında ölen öğretmenler geldi aklıma. Sanırım 2003-2004 sezonuydu. Atandıkları okulda sobadan çıkan yangında öğrencilerini kurtarmak isterken yanmışlardı. (Bir öğretmende olabilir tam anımsamıyorum) O kitabın basılmasını ya da varlığını aptalca bulan çok insan olacaktır. Hatta sahafta görüp “olum bunun bile kitabını basmışlar” diyen “entelektüellerimiz” olacaktır. Ya da saçma bir ayrıntıcılık olarak görenlerde çıkabilir. Ama basit bir bilginin bile ne kadar önemli olabileceğini ve kullanılabileceğini düşünmeyeceklerdir. Muhtemelen düşündüklerinde ise acı bir bedeli olacaktır.

***
Şimdi uyanmalıyım. Sanki birisi çantamı çekiştiriyor ve bana “... …” diyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder