Sayfalar

15 Ekim 2009 Perşembe

• Soledad

ideallerini aramak için yola çıkmışlardı;
ama tutkular ve hayal kırıklıkları ile döşenmiş
uzun bir yolun sonunda
sadece kendi gerçeklikleriyle karşılaştılar

romantik sürgünler, edward hallett carr
1.
Ağustos ayı içerisinde ev arkadaşımın babası Santioga’dan (Şili) geldi. Gelirken bana da Victor Jara’nın küçük bir afişini getirmiş. Şili üzerine konuşunca bildiklerime biraz şaşırdı. Mesela Pablo Neruda dedim. Biliyor musun, dediler.  Sonra Jara’yı öldüren ve o zaman 18 yaşında olan şimdi 60 yaşlarına varmış adamın ancak yenice tutuklandığını söyledi. Bizde de benzer bir darbenin gerçekleştiğini söyledim. 7 yıl 1 gün sonra. Ama onlar da ölümlerin bizden daha çok olmasına karşı hesaplaşmaları daha hızlı oldu. Biz bu yolun çok az bir kısmını bile alamadık. Francisco’nun babası kısa bir şekilde bahsettiğim “Machuca” filminin çekildiği okulda yoksul öğrencilerden birisi olarak okumuş. Bir gün süt getirmedikleri için okula nasıl alınmadıklarını anlattı. İngilizce konuşmayı öğrenmemiş ve istememiş. Çünkü ABD’ye geldiğinde İspanyolca ona yetiyor. Eğer bilmediği bir şey olursa çevredeki “cleaner” lara bakınıyormuş. Bayağı şen şakrak bir adam Şili’ye Santiago'ya davet etti beni. Belki dedim.

1.1.
Birinci not eski evime dair. İki aydır yeni evimdeyim. Şililer anladığım kadarıyla Kuzey Amerika’da en rahat giriş çıkış yapabilen insanlar. ABD sadece Şililere özel kolaylaştırılmış bir vize uyguluyor. Kanada da sanırım benzer bir durum var. Arjantin’in çok yoksul olduğunu öğreniyorsunuz. Brezilyanın diğer ülkelerden kopukluğunun sadece Portekizce olmadığını anladığını da söyleyebilirim. Türkiye deyince Francisco’nun babasının aklına sadece “Geceyarısı Ekspress”i geldi. Bu film üzerine onlarca soru sordu ve çok birşey bilmediğimi söyledim. Birgün bu filmi de izlemem gerekecek sanırım. İzlediğimi anımsıyorum ama parça parça anlar geliyor aklıma. Kahverengi elbiseli gardiyanlar filan. Belki başka bir şeydir anımsadığım.

1.1.1.
Özgün’le ‘Issız Adam’ filmini izliyorduk. Ben sıkıldım. Bunları yazmaya karar verdim. O da film yarı da kesip gece yarısı tatlı almaya çıktı. Nasıl sıkıcı geliyor insana. Film (hadi sanat diyelim)insanı zamanından çıkarmalı. Kendine ait zamana / zamansızlığa götürmeli. Zamandan sadece saatleri değil onun oluşturan her şeyiyle kastediyorum. Hani ruhu dediğimiz. Ama o sanat şeysi dönüp dolandırıp tekrar kişinin kendi zamanına sokması kadar bir sıkıcılık olamaz. Film arası yemek yedik ama hiçbir filmi bu kadar boşlamadık sanırım. Belki bu film zamanımız adına yazılacaklar için bile çok iddiasız kalır. Hala kadınların bu filmde ne bulduklarını anlamıyorum. Bir de yemek yapmak bana göre değil. Derseniz çay, kahve ve tatlı; olur. Yemek filan… En sıkıldığım şeyler… :) Orta sınıf zerzevatı demek istiyorum. Sanırım yine suçlayıcı oldum. Bilmiyorum belki bende de zevzek bir şeyler var.

1.1.1.1.
Başımı kaldırdım. Yorulmuşum. Meksikalı kızlar İspanyolca konuşuyorlar. Arada tanıdık bir kelime geçti. Onlara anlamını sordum. Tanıdık bir kelime diyorum ama nereden tanıdık geliyor bilmiyordum. Bana anlamını ve Meksika’da kadın adı olarak da kullanıldığını söylediler. O an aklıma Beşiktaş’ın maarif takvimlerinde okuduğum bir küçük not geldi. Sanırım 1940 yıllarda jübilesini yapan bir futbolcuya ne yapacağı soruluyor. O da Soledad’ı sevdiğini ve artık onunla karı-koca olduğunu ve birlikte yaşayacağını söylüyordu. Ve gülmek maksatlı değil cidden doğru söylüyormuş. Soledad hanımla evlenmiş. Elbette o oyuncu “soledad” demiyordu. Belki kendi dilinde Türkçe’de bile olmayan şekilde söylüyordu.

1.1.1.1.1.
Sonra bir vardır. Bir vardır; elde de bir vardır. Sonra bir ve bir vardır; ama elde yine bir vardır. Sonra bir bir ve yine bir vardır; ama yine elde bir vardır. Bütün sayılar sadece birdir. Sadece bir.  Ve artık başka herhangi bir sayı bile olsa sonuçta hepsinin bir olduğunu anlarsınız. Ama belki bir de bir yerdedir, elbette.

1.1.1.1.1.1.
Kardeşim hafta sonu bu şehre geldi. Yürümek ve hızlı yürümek arasındaki farkı hissetmeden birlikte gezdik uzun süre. Birinci köprüden geçtik. Bir pazara girdik. Taaa maraş’tan gelme biber aldık. Sonra zeytin, sonra çorba ve çay. Sonra çıktık dolandık bahçeleri ve ikinci köprüden geçtik. Belki hiç ayrılmamış… Hiçbir üzüntüyü görmemiş… Hiç birlikte gülmemiş hep öyle yürümüş bir uzaklaşıp sonra yana yan gelmiş bir halimiz vardı. Bir de sanırım ikimizin elinde kocaman ağırlıkta yaşlarımız… Hem de kocaman. Ne kadar olduğunu ölçemedim. Köprüden geçerken denize attık onları biz. Sonra kardeşim biraz uzağa gitti ve “bana iyi bak” dedi. “Daha uzağa gidince unutma bu yüzü”. Belki bile demeyeceğim dedim.

Bir ricam var sizden.
Radyo, bilgisayar ya da müzik arşivinizi açın ve rastgele bir müzik dinleyin.
Seçmeyin gözünüze ilk çarpana (dürüstçe) gidin.
Rastgele bir kitap alıp rastgele bir sayfayı açın sağ sayfanın ikinci paragrafını okuyun eğer sonuç iyiyse bana gönderin.

bir de

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder