Sayfalar

26 Eylül 2010 Pazar

• yaşasın! yaşasın!

şehir turuna çıkmış hindistanlı denizciler çalıştığım yere geldiler. paralarını öderken ceplerinde türk kuruşlarının çıkmasıyla çat pat konuşabildik. onların ve neredeyse tanıştığım çoğu iranlı'nın ilk sorusu burada ne yapıyorsun oldu. çünkü onlar için türkiye gibi bir ülkeden buraya gelmek çok saçmaydı. bunlardan birisi ise cadde üzerindeki bir markette çalışan iranlı bir eşcinsel, türkiye'de üç yıl kalmış. kütahya yada afyon'a yerleştirilmiş ama o hep antalya'da kalmış. antalya'nın burayla karşılaştırılamayacağını söylüyor. bizi görünce çok seviniyor. muhtemelen türkiye'den gelenlerden büyük bir kısmının bakış acısını bildiğinden bizi görünce rahatça konuşabiliyor. kimi genç iranlı çocuklar buraya gelirken türkiye'de kaldıkları süreçte izledikleri programlarla  diziler sebebiyle türkçe öğrenmişler. çoğunlukla türkiyeyi seviyorlar. bir kısmı ise zaten azeri kökenli. burada gördüğüm çoğu iranlı türkiye ile bir bağ kurabiliyor. benim gördüklerimden ortadoğu'da bize en yakın halkın iranlılar olduğudur. bir ara birlikte çalıştığım reza usta tam rakı adamı idi. anlattıklarını dinlerken tek eksik rakıydı. bin çeşit insan desem o bile yetmez. iki seferdir iranlı bir azeri geliyor. adam azeriyim diyor ama sadece bir kelime biliyor. hep onu tekrarlıyor. iran'da kp üyesiymiş, başarısızlıklarını sovyetlerin onlara destek olmayışına dayandırıyor. 82'de çıkmış yurtdışına, marangozluk yapmış şimdi oğlunu ziyarete geliyor. her ayrılışında bağırıyor: Yaşasın! Yaşasın!

eski iş arkadaşım deli hamit'i başka gün yazarım.

***

bazı sanatçıların yokluğu düşünülemez. oysa ki onlar olmasaydı eksikliği hissedilecek o sanat alanı başkalarınca doldurulacaktı. hitap kitleleri hazır olunca ona göre sanatçılarda doğarlar/doğurturulurlar. ama sanatçı denilen bu muhteşem varlığın nasıl bir hitap kitlesine ve onlarla nasıl bir ilişki içerisinde olduğu kimi zamanlarda ortaya çıkıyor. misal hitap kitlesindeki değişime ayak uyduramayan sanatçı yada kendini kitlesinden farklı ifade eden sanatçının bir sarsıntı geçirmesi kaçınılmaz oluyor. herkes biraz kendini tanıyor. kitlesi hazır sanatçımızın o güne kadar sadece hoşa gidecek şeylerle uğraşıp sonradan yolu değiştirmek istemesi muhtemel ilgisizlik, hakaretle devam ediyor.

her politik aktörün / mezhebin / toplumun /sınıfın ister iktidarda ister muhalefette olsun kendi içinde bir hazır kitlesi vardır.  kimisi sadece o çevreye mal edilirken kimileri onlara verilmiş sınırların ötesine hitap ediyor gibi görünür. sadece görünür. bugün televizyonda yada gazetede görme oranlarımıza göre başka bir odağın gösterdiklerine, bize maal etmeye çalıştıklarına bakarız. gerçekte ise kişisel yaşantılarımızda onların hiçbir yeri yoktur.

mesela,
zeki müren istisnadır. ama sezen aksu değildir. zeki müren bir geleneğin devamcısıdır. ama dönemi, kişiliği ile de bundan fazlasıdır. eski dilde, ama kendi tarzında yaşamıştır. sezen aksu'nun tuhaflıkları bile diyemeyeceğim sıradanlıkları dışında hiç bir sanat ışığı görünmemektedir. şimdi herkes birbirine:

"masum değiliz hiç birimiz"

diyerek "kötü" yolu da gördüm demektedirler. memleket insanın kötü yola giden / deneyen ve aykırı olana ilgisi, uzak film hakkında "ne güzel karlar yağıyordu, arka planda da istanbul" diye yorumlayan kişioğlunu anımsatıyor. bıçağın kestiği bir yara görseler "kan ne güzel akıyordu" diyecekler. sıkıldım keseyim.

***

sabahın 4 buçuğu iş yerinde temizlik yapıyorum. içeri birisi girmiş. başımı kaldırdım tam bir berduş var karşımda aval aval bana bakıyor. ben de öteki berduş ona bakıyorum. saç sakalı uzamış adamın. başında bir bere. uzun ince bir yüzü var. sokakta kendince fotoğraflarını çekiyor insanların. ama makinasının kapağının takıldığını söylüyor. onu açmak için yağ lazım. benden yağ istiyor. o yağın sorunu çözeceğine inanmış bir bakışı var. elindeki makina sanırım 20 yıllık. onun kafası doğuştan güzel görünüyor. benimki sonradan güzelleştiği için olur diyorum. "ama ucuz kanola yağı olmaz ben sana zeytinyağı vereyim." küçük bir sos kutusuna zeytinyağı verip gönderiyorum. gıcıkta oldum benim fotoğrafımı çekilecek bulmadı diye. ama olsun, yine gelsin yine yağ vereyim.

şimdi birisi çıkıp arkadaki fayanslar ne kadar güzel, kameranın çekimi ne kadar ağırdı diyecek. beni ikiye yaracaktır. ağzımı kapayayım.

***

kaygısızlar dizisi üzerine yazmak isterdim sonraya kalsın.
bir de şu facebook profilinde yarı-çıplak erkekleri incelemek lazım, öyle havuzun kenarında, eşofmanlı filan karizma yakıyor ortalığı... arabalı, hayvanlı olanlar ayrıca ilgiyi hak ediyor...

2 yorum: