Sayfalar

17 Ocak 2010 Pazar

• Medya Ağı Örgütlemek / Ya da Medyayı gereksizleştirmek

Tekel İşçilerinin eylemi oldu. İşe gitmeden önce eylem haberlerini bekledim. Ama şimdi okuyabildim. Umutsuz olmak sadece içinizde bir duygunun eksikliği değil aynı zamanda o duygu besleyecek bir varlığın, olayında eksikliğidir.

Bizim kuşağımız neredeyse hiçbir tepki veremeyecekleri "uyarısız" bir dönem geçirdi. Hep tartıştık. Hep büyük şeyler konuştuk. Hep bir zamanı vardır diyorduk ya da diyorlardı. Bence o zaman şimdidir.

Aydın Doğan medyası iflas etmiştir. Ya da şöyle söyleyelim akademide dillendirilen medya formatı silinmiştir. Çünkü asgari düzeyde bile "haber" yoktur. Hükümet yanlısı Sabah gazetesi bile internette Tekel İşçilerinin haberini spottan yayınlarken. Diğerleri küçük dipnotlarla geçmiştir. Genelde basılı gazetelerin bunların daha da küçültülmüş olarak yayınlandığını düşünürsek durum daha da felakettir. Yorum ağırlıklı Radikal gazetesi ve Vatan grup içerisinden "haber veren" iki gazetedir.

Politik özne ya da özne olma iddiasında iseniz. Kendi "medyanızı" kurmalısınız.  Türkiye gibi bir ülkede internet ne kadar güçlü görünse de işin yolu ilk önce kağıttan geçiyor.

GÜNLÜK GAZETE ÇIKARMAK

Bir tür devrimci medya temeli: Geçici, mobileze, sınırlı...

Bir günlük gazete düşünün: Bir vurkaç yayın, ucuz, basit dilli ve saldırgan, arsız. Fıkralar yazılan, işçi deneyimlerinin paylaşıldığı  (Cinsiyetçi, mezhepçi, etnik ayrımcılığa, "ötekileştirme" karşıtı) az yazılı bol görselli bir yayın. İşçi eylemlerinden, öğrenci yaşamlarına kadar sesi çok duyulmayan insanların sesi olacak bir yayın. 80 öncesi Politika gazetesi'nin "bir ekmek bir politika" ilanı gibi başlığının bir yanında şu yazıyor "Biz 1 Mayıs'ta İstanbul'da Taksim'deyiz." Başlığının diğer tarfında ise "Bir Radyo Frekansı ülkenin her yanına yayın yapmaya çalışan bir radyonun ilanı" hergün basılacak. Politika gazetesini bugünkü ucuz gazetelerin "yaratıcılarını" çıkardı. Bir daha olacak diye korkulmamalıdır. Olamayacak. Bu gazete 1 Mayıs haberlerini verdiği günün ertesi günü ya da Denizlerin idamlarını yıldönümü haberlerini yayınladığı günün ertesi kapanacak. Yerini ne mi alacak? Yerini Radyomuz alacak. Gazeteye göre "bürokrasisi" az. Heryerde dinlenebilen. Okuma-yazma gerektirmeyen. Para harcanmayan.Bir büfede satılmayı gerektirmeyen bir araç. Her yana taşınabilen bir radyo. (Dağ başından şehir merkezine kadar) Ve bunun propagandası yapılacak. Gerekli durumlarda taşınabilen her frekansta yayın yapabilecek ve her yerden dinlenecek. Anlamıyorum Türkiye sol'unun yerel Radyo ağı neden bu kadar "güçsüzdür" oysa daha anlamlı, daha imkanlı, daha gerilla bir olasılık yok. Bir Gazete ile başlayan ondan daha işlerlikli ve bir TV'den daha masrafsız mobilize ve gerilla... Her yerde dinelenecek. Bir gazeteden daha güçlü bir yayın. Her yerde yayında olan küçük çaplı ya da her nasıl olursa.

Evet, ben de biliyorum buradan her şey kolay görünüyor. Ama diyorum bir "uyarıcı" olmayınca düşünülmüyor.

Ben böyle bir Radyo'dan "güçlü bir sesten haberleri dinlemek istiyorum".

Çok mu şey istiyorum?

15 Ocak 2010 Cuma

Gustave Courbet 1819-1877

Turgut Uyar'ın "bir şiir"i vardır.
Evet, "o" bir şiirden Cemal Süreya'da da var. Onu da anımsıyorum.
Edip Cansever'inki de "bir tane" sayılır. Oracıkta. (Uğraşıyorum hala)
Ece Ayhan ve kimi dönem şairleri oradan ıramadılar.
Ne olduğu önemli değil zaten hepsinde sadece "bir tane" vardır.



***
Dans vardır.
Dansın nedense şairlerin bir tane yazabildikleri şiirin olmaya çalıştığı yerin tam üzerinde bazen kıyısında ama daha kesin bir yerlerde olduğu gerçeği var. İnsan derisinin objelerde kullanılmasının çekiciliği buradan geliyor sanırım. Mesela orada olabilen bir şeyden. İnsan dersinden yapılmış nefesli bir çalgı. (Bilmediğimiz bir çalgı) Yani dokundukça ses veriyor. Ama bunun neden bir keçi ya da başka bir canlı derisine tercih edildiğine girmiyorum. (Zaten bunu anlatmaya çalışıyorum) O çalgıda istenen insanların derisinde gibi görülen ve asla orada olmayan bir şey bu. Ama keşfedilecek. Keşfedilmeli.



***
Sanat şeysinin başka zamanlar da yada bugün yapılsın bir zaman bize benzeyecek insanlara yardım olduğunu düşünüyorum. Şayet o "şey"de bir parça başarı görüyorsak tabii.
Belki bu yüzden bazıları için "o" şiirden hiç yok, deriden bir çalgı hiç yapılmadı, hiç kimse baştan çıkarıcı bir dansı görmedi. Bu bir yardımlaşmadır. Zengin babalarının çocuklarına yardımı, kadınların kızlarının saçlarına taktıkları toka gibiden çok daha öte. Bir mahalle çocuğunun kendi yaptığı oyuncağı kendinde daha küçük olana bırakması gibidir.
Geçmiş, bu şeyi hepimizin eline verir. Ama kimilerimiz için bunlar yoktur. Olmayacaktır. Olmamaıştır. Zorlamaya ve kendimizi üzmeye gerek yoktur. Zamanında zorluk çeken bir kadın ya da erkeğin sonrasına bıraktığı küçük direniş notları gibidir. Hissedenedir. Anlamıyorsanız, anlıyora yatmayın. İstediğiniz gibi yaşayın.

***
Ne için varız.
Çal çingene!

11 Ocak 2010 Pazartesi

• Devletin "Kosmik" odasında ne bulundu?

Bornova Bornova 
filmine emeği geçenlere

BornovaBornova filmini çok kötü bir kayıttan izledim. Sanırım son iki dakikası da yok. Olsun filmin bu hali bile içindeki Türkiye ile uyuşuyor. Türkiye'de bir filmin makul korsanı da en fazla bu kadar olur. Daha da kötüsü insanın elinin bunlara bağlı olması. Gidip sinema da izlemek varken.

BornovaBornova cep telefonlarını çıkardığımızda tam benim lise hayatım. Gençliklerini kocamış abla-abileri olmaya çalışarak çirkinleştiren insanlar. Gittikleri mekanlar ne kadar tanıdık. (Kardeşim bütün bilordacularda platin adını mı taşır?) İçi boş aptal imajcılığın -sol, sağ fark etmez- tuhaf kahramanlıkların zamanı. Çok delikanlı kızlar ve oğlanlar. Delikanlılıklarının  ölçüsünü ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Kendi parasını kazanmayan, ailesinden bağımsızlaşamamış bir insan ne kadar delikanlıysa ancak o kadar delikanlılar. Anası-babası kullağını çektimi sesi kısan cinsten. Dışarda delikanlı evde uyuz köpek. Nasıl delilikse?

Orada titreyen bir genç. Kendini ifade etmesi öğretilmemiş / hissettirilmemiş birisi. O içimizden birisi. Sonuçta çok insanı bir duygunun nasıl birisini katil yapabileceğini gösteriyor. Çünkü susuyor. Bir tür güzellikler bekliyor. Çevresindeki her şeyin ne kadar çıkarcı, yalancı, hesapçı, kendini düşünür gördüğünde katlediyor. Etmelidir. Bir ara aklıma gelen şey. Kore sinemasında da tam bu var: Şiddet - Dehşet. Bizim yarattığımız, neden olduğumuz, iki yüzlü bir dünya da; "neden şiddet var, aman tanrım" demek dünyanın en yavşak kaçışıdır. "Sol"cu entelimizin bir liseli kıza tecavüz olayını fantezi olarak gazeteye yazıp sorgulamaması gibi. (Ne kadar korkunç bir şeydir. Ama olmaz diyemiyorum.) Ne kadar tiksinç ve tanıdık geliyor bana. Ben o adamı / kadını işçi direnişindeki haber fotoğrafında görüyorum. Bir şey için "engin bilgisine" başvurulduğu söyleşisinde dinliyorum. Her ne ise o çok derin faaliyetlerin "bilinçsiz" ve "aptal halkını" aydınlatmaya çalışırken görüyorum. Etmeliyiz diyorum. Katletmeliyiz. Yoksa burjuvazi tavşan yetiştiriyorsa biz böcek yetiştiririz. Yetiştirdik. Çünkü bu işin doğası gereğidir. Ve uzun bir hikayedir.

Ve böcekle tavşanın arasında oyuncak olan bir toplam var. Aslında ikisinin kontrolünde de değil; o. Ama O aptal toplum ikisini de yok etmeye hazır. O susan iyilikler bekleyen genç gibi birini gördüklerinde o toplamı onun üzerine salıyorlar. Yok edip kendilerine benzetiyorlar. Benzetiyoruz.

Susan gencimiz artık ağzında her laf çıkan bir taksici oluyor. O acılı liseli kızımızın çok bilmişin önde gideni olması da cabası. Birileri yüzlerine farklı bir şey söyledi mi; kendilerine yapılanı yapmak için dört gözle bekliyorlar. bu modernizmin sorunu değildir. Bu modernliği bile feodal bir ülkenin çıkışsız bir lağım çukuru olmasında başka bir şey değildir.

Modernist toplum umursamazdır, ama feodal toplum çıkarcı, hesapçı ve güçlü olanın adamıdır.
Siz hangisini görüyorsunuz. İnsanlarımız içleri boş otomatik tepkiler veriyor.
Gazetesi, TVsi, entelektüeli hepsi buna çalışıyor. Onları haklı çıkaracak yalan haberi yayınlıyor.
Ah ne desem ki artık. Valiliğin, Emniyet Müdürlüğünün, polisin, ordunun derin kosmik odalarında bunlar yatıyor.
Önce eziyorlar sonra ezdiriyorlar.
Kendileri olamamış insanlara sürekli bunu tekrarlatıyorlar.

ORHAN PAMUK 
KARS versus EDİRNE

Orhan Pamuk Kar romanında "laiklerin" yaptıkların baskından bahsediyordu.
Ama ezildiğini düşündüğü insanlar tam tersi bir noktadaki şehirde ve bütün yollar TVlere ulaşıma açıkken aynen bunu yapmaya çalıştı. Acaba şimdi Orhan Pamuk "Bu NEDİR" diye bir roman yazar mı? Devlet dairlerinde planlanmış kışkırtmalar, gizli operasyonlar. Sanmıyorum. Öteki tarafta "mazlum" var diğer tarafta iyi kötü örgütlü ve "hayır" diyen bir toplam. İnatçı. Bunun sonucunun bedelini (ister eleştirelim, ister sahip çıkalım) fazlasıyla ödemiş insanlar. Biliyorum ki onun aklına sadece "Cinler" gelecektir.

10 Ocak 2010 Pazar

M• Paris Klezmer • 2008 • Yankele

Şimdi dinleme vakti.

Klezmer'in Yahudilere özgü bir müzik türüdür.
Dinsel değildir.
Yahudiler yaşadıkları bölgelerin enstrümanlarını da bu müziğe katmışlardır.
Aslında buraya kadar olan kısmı biliyordum. Ama bir muhabbetten yola çıkarak geldiğim nokta sanırım elimde bir kaç tane olan albüm sayısını arttırdı. Bir kez daha sevdim.

Bu albümü çok şans eseri ulaştığımı söyleyebilirim. (Seni arıyordum onu buldum der gibi) Bu albümle birlikte birkaç albüme daha ulaştım. Bu dünya üzerinde sevdiği şeyleri önemseyip başkaları ile paylaşmayı seven insanların güzel bir kardeşliği. Kendi seçtiklerini paylaşmıştı. İçlerinden en çok bunu dinledim.. Diğerlerinin sırası var tabii.

Şöyle böyle hepimiz günlük yaşam içinde kimi klezmer örneklerini dinliyoruz. Genelde "fon" müziği olarak kullanılıyor. Özellikle Avrupa'da bu işi çokta ticaretini düşünmeden yapan onlarca grup var. Beğenirseniz ve bulabilirseniz albümünü alın derim. (Evet, ben de almadım daha :)

Dinlemek için grubun web sayfasına gidip dicographie başlığını seçerek dinleyebilirsiniz.

http://www.yankele.net/


Bir ihtimal olarak müzik "zor" gelirse de "kolay"ına dönersiniz olur biter :
Bir de arada tanıdık şeyler çıkabilir.

6 Ocak 2010 Çarşamba

• Kötü bir icracı olacağıma, iyi icraların kötü bir dinleyicisi olurum

Benim müzik için sözüm bu kadar olur sanırım.
Aslında daha çok şey yazmak lazım.

Bilmişçesine
Dinleyici demek efenim: (Babamızın oğlu değil ya, o)

Bir,
başta iyi bir müzik okur-yazarı olmaktır. (Ben hala yolun başındayım bu açıdan)

İki, 
resme mi bakıyorsan ne geliyor güzel aklına, 
fotoğrafta dediğinden ne var bozkır aklında,
nedir sinema da hissettiği karışık yüreğinin,
gibi sorulara karşı.
Müzikte hayal ettiğin nedir, olacaktır
Bir an içimden sessiz bir "nothing" çıkabilirdi.
Şayet şu an müzik dinlemeseydim.
Dinliyorum ya!
Ne "nothing"i kardeşim deyip.
Size:
Bak dinle ben bunları hayal ediyorum derdim.

Ama insanlar görmenin kolaycılığına karşı dinlemenin zorluğuna katlanabilir mi başta?
Bir fotoğrafı çekmek ile bir telin oynatmak arasında ne görüyorsunuz.
Birinde gereksiz bir çoğunluk, ikincisinde ise büyük bir emek.
Çünkü o emek olmazsa ben dinlemem.
Ama o emek olmazsa biz o fotoğrafa bakabiliriz.
Güzel bir beğenmişlikle daha çok şey dinledikçe insan geriye dönemiyor.
Hep ileri gidiyor.
Bu dünya küçük hep ileriye giden insanlar oluyor.
Biri telle oynuyor. (kardeşim)
Oynasınlar bakalım.
üflüyor, yüzüne insanın
boynunu belki bir kadının
Ses gelsin oradan, der gibi her şey (üflesinler)
Bir tel üzerinde teninizde bir rüzgarla gidiyorsunuz.
Gitmek ne ki kalmanın yanında
Ölümden kurtuluş dışında


Daha zorrr müzikler var.
Zor metinler, zor insanlar, zor kararlar ve zor şeyler gibi...
Karşılığı olmayan.
Bunlar uzun ve meşakkatli işler.
Hem keyfimizi bozabilir.
Aslında keyfimin bozulmasında sorun yok.
Alışmayalım birbirimize yeter.

Hep, keşfedilecek bir şeyler olsun.

* Böyle sahafta önceden bilmediğiniz bir şeyi keşfetmek gibi. Bunu da öyle keşfettim. Şimdi sevdiğiniz müzikleri dinleyin sonra ben koyacağım buraya dinlediğim albümü. Bakalım aradaki fark ne efenim. Bi' de kimse babamızın oğlu değil ki önceden ip ucu verelim.

Üfle üfle oyna oyna çal yine çal  ve oyna

3 Ocak 2010 Pazar

• Kendimiz olmadığımız yıllar.

2000'ler bitti artık. Yeni bir zamandan konuşalım.
1999 yılının son gününde 2 ciltlik "devrimi yapan 3 adam" kitabını almıştım, Olgunlar sokaktan. 10 yıl sonra o kitapları hatırlamak bir yana neler olduğunu da anımsıyorum. Artık bir geçmiş...

Adım adım 2000'ler.

- Cep telefonunu insan vücuduna kök saldı. Çoğumuz onunsuz bir şey yapamaz ve anlamaz hale geldik. Kişilerin bizi ne zaman ve nasıl aradığı büyük bir çözümlemeye tabii oldu. "İşte beni aradı... bu yüzden..." (Sanırım buna neden gazetelerin kuponla cep telefonu dağıtmasıydı. Cep telefonu "kitleselleştirildi". Bu açıdan 2000 yılının ilkbaharı ile sonbaharı arası Türkiye'de iletişimde cep telefonu istilası yaşandı.)

- Türkiye'de sinema patladı. (Bu başka bir zamanın yazısı. Vavien'i izlemeyi çok isteyen birisi olarak yazımı onun sonrasına bırakıyorum)

- 80'lerde üniversitelerde görünmeye başlanan 90'larda sayıları artan bir toplamın 2000'lerde tavşanlar gibi çoğaldığını gördük. Doğası gereği avlanıp yenildiler. Etleri taze idi. Düzeni beslediler ve bir kaç yıl daha besleyeceklerde. Bu tavşanlar geçmişlerinde birer eski devrimci, liberal, marjinal, sıradışı zatlar, yeraltı mahlukatı ve islamcı olarak anımsanıp merkeze akacaklar. Dudaklarımızı büküp güleceğiz.(*)

- Edebiyat sanırım vardı. Bilmesi gerekenlerin bildiği bir şeydi. Kimisi "ün"lü işler yapmak istediği için kimisi hayat bulduğu için ilgilendi. Sonunda "ün"lenemeyenler başka işler yaptılar. Etleri taze idi. Onlar da besleyici birer varlık haline geldiler. Ve Türkçe edebiyat dediklerinde akıllarında 3-4 yazarın ötesi görülmedi.

- Dergiler özel olarak edebiyat dergiler çok "iş" yapamadı. Bu tavşan nüfusu kalabalıklığına rağmen dergiler neredeyse birer enkazdılar. (Bu durum dergilerin önemlerini azaltmaz) Öykü ile ilgilenen bir tavşanın bir tane bile öykü dergisi almamış olması sadece "red"lik, "marjinallik" değil düpedüz cahillik olarak görülmelidir. Bu yüzden belki de düzence kızartma, buğlama yapılmaları kolay oldu. İlgilendiklerini düşündükleri şeyin bile çevresine bakmadılar. Bakmazsan göremezsin ve göremezsen başkalarının gördükleri ile geçinirsin.

- Bazı sanatlar iyice ölüme yattı. Öldüklerini çok düşünmüyorum canlanmaları için bir "değersizleşme / yıkım" süreci lazım.

- Bu on yıl kişileri ayakta tutan örgütlü veya toplumsal ilişkilerden daha çok kişisel inatlarıdır. Yoksa bir an kendinizi tavşan sürüsü içinde bulabilirdiniz.

- "Tutuculukla" "çılgınlığın" uçlarının ne kadar açıldığını gördük. Onlar bile yer değiştirdi. Bir zamanların en çılgın eylemleri tutucu olarak lanse edildi. En tutucu eylemler ise çılgınlık olarak pazarlandı.

- Şimdi bir on yıl daha açılıyor. En azında kocamış abla ve abimiz olan tavşanları kafaya takmadan istediğimizi yapabiliriz.

- Buraya ekler yapabilirim. Bu "önyargılar" tabii ki benim kuşağım hakkında.

(*) Radikal kitap ekinin 2009 yılı son sayısında çıkan yazıları okudum. Bayağı bir "yazıcı" varmış. 2008 baharında bu "yazıcı"lara laf söyleyen ve beni Cumhuriyet gazetesi okuduğum için darbeci / ergenokoncu gören bir arkadaşın da adını oralarda gördüm. İstediği olmuş. Eleştirdiği yıllanmış abi-ablalarının arasına karışmış. Zaten, Zaman gazetesinin kitap eki ile Radikal kitap eki arasında gidip geliyorlar. (Cidden de aralarında bir mesafe yoktur. ama hala biri Zaman gazetesinin, ötekisi Radikal gazetesinin kitap eki olarak çıkıyor) "İsmet Özel"le ilgilenmiyorum demeyi büyük bir edebiyat düşmanlığı ve dar kafalılık olarak görürler. (İslamcı şair okumak istersem Cahit Zarifoğlu ya da Sezai Karakoç okurum, İsmet Özel değil)
Enis Batur'un yazısı dışında ilgimi çeken başka bir yazı yoktu. Ne kadar eleştirsekte Enis Batur 2000'lerin ilk yarısında "iyi işler" yaptı. Ama kendinin de biraz bilince olduğu ve yazısında belirttiği gibi bu tavşan nufusunu arttırdı. Sevmediğini ne kadar bilsem de bu tavşan sürüsünün yaratıcıları arasında. Yine de neden bu kadar "gelip-geçici" bir toplamın olduğunun da altı çizmiş sanırım.
Yeni notlarla...
Bu arada gittikçe bir alanım oluyor sanırım.
Hani ilginizi cezbeden.
Şehirleşme, kültürel çalışmalar, yeniden üretimler, kadınlık erkeklik mevzuları, günlük yaşamdaki tahakkumlar, cinselliğinden beğenilerine kadar kişilerin altında oldukları belirlenimleri ile geçen 20 yıl tam bir çöplük ama bir o kadar insanı cezbeden bir şeyi var.
Hadi şöyle diyelim albenili olsun.
Kendimiz olmadığımız yıllar.

Rengimiz "Gri"ye çaldı - Enis Batur