Sayfalar

13 Ocak 2011 Perşembe

• üçüncü cumhuriyet

1958'den beri Fransa'daki yönetim 5. cumhuriyet. bu basit bilgi şunu çağrıştırıyor. eğer ülkenin siyasi taraflarında birinde yer alıyorsanız. karşı taraf retorikleri ile aldatıcı bir görünüm alıyorsa, geçmişe saplanamazsınız. geçmişin ne olduğundan önemli olan geleceğin ne olacağıdır.

fransız ihtilalinin bariz etkisini taşıyan devrimler ve ülkelerin belli aralıklar siyasal bir sıkışlık yaşadığını ve bunları çözmeye çalışmalarını hatırlayalım. örneğin sovyetlerin oluşumunda fransız sosyalizminin etkisi kabul edersek yaşadığı siyasal sıkışıklıkta yıkılışına sebep olan reformlar değil, o reformları oluşturan siyasal kadrolardı. zamanın karşısında 1920 veya  30'ların sovyetlerini yad ederek yada "geçmiş hataları" düzeltmeye çalışarak sovyetlere bir yol açmalarının kısıtı vardı. önlerindeki karanlığa adımlarını attılar ve tarihselliği mekanik anlayışlarından dolayı iyice kararmış yollarında düşmanlarının açtığı çukura düştüler. politik olarak çıkışsız bir yola girdiklerini anladıklarında ellerindeki son güçte yok olmuştu. teslim oldular. özellikle sovyet vatandaşlarını bu arada geçmiş olan sürede ne kadar özgürleştiği fikri kişilerin altında kaldığı propangandif bilgiye göre değişebilir. sonucun hiçte öyle 80'ler de güçlenen ve 90'larda amerikanlaşan özgürlük & demokrasi beklentisine uymadığını söylemek tarihi çarpıtmak olmasa gerek.  her yerde rich&rich yoktu. pahalı parlak dergilerdeki gibi tüketmenin bir karşılığı da vardı. kimisi bunu fazlası ile ödedi, insan tüccarlarına hem de. sovyetlerin dibini oyan haşerat ülke insanını fuhuşa, pisliğe itmekten de geri kalmadı. olan budur.

Peki yugoslavya'ya ne oldu? Bir kısmımız 90'larda süren iç savaşı anımsayabilir. insanlar birbirlerinin ibadet hanelerini yaktı. halkıma özgürlük diyenler abd, almanya, avrupa birliği bayraklarını salladılar. halkının özgürlüğünü savunan örgütler uyuşturucu, silah ve insan ticareti yaptılar. hala kalıntılar balkanlarda cirit atıyor. organ mafyasından her pisliği yapacak bir şekilde toplumun içinde erimiş durumdalar. kana karışıyorlar. yaratılan bütün değerleri yok ettiler. daha 20 -25 yıl önce bu insanlar totaliter sosyalizme karşı demokrasi ve özgürlük istiyorlardı. şimdi samimiyetlerini görebilirsiniz. (1)

türkiye'de örgüt totalirizmine karşı mızıkcı çocuğu oynayan çoğunlukla büyük sermaye gazete ve televizyonlarına sığınan eski mücadelecilere bakın. sorun kemaliz mi, devlet mi, kürtler mi, emekçiler mi yoksa güçlü olanın politikasını kendi özgürlük ve demokrasi anlayışına yedirenler midir?

sovyetlere karşı kullanılan kavram "insan hakları"ydı. en son disk üyelerinin eski işkence hanenin insan hakları müzesine dönüştürülmelerini istemeleri bana 80'lerden kalan ve neden cezaevinde yattığını anlamamış iyi niyetli devrimci tutsağı anımsatıyor. insan haklarının nasıl güçlendiği ve 11 eylül'den sonra nasıl ölü bir kavram olduğunu anlamıyorlar. kimsenin abd'nin yılda bir yayınladığı insan hakları karnesini taktığı yok. çünkü bu örnek çalışma da ırak yok, afganistan yok.

belki de yaşadığı bu dönüşümlerden görece geçebilen fransa oldu. Fransa 4. cumhuriyetinde sömürgeciydi, 5.  cumhuriyete geçişte kendi sömürgeciliği ile hesaplaşacak aydınları ve mücadelesi vardı. peki biz? bizde bunu 1960'larda yaptık. o kadar ilerledik ki 12 eylül darbesi ile yaratılan tam demokrasiye kilitlenmiş safane demokrasi mücadelesine dayanarak cumhuriyetle olan bütün bağları kopardık. çünkü darbecilerle cumhuriyet aynı şeylerdi. kuram, tarihsellik yerine güncelin hükmüne bırakıldığında dünya kafka romanlarındaki gibi görünür. bir tür belirsiz fetus halindedir bünye. böylece yaratılan mücadele hep saf-temiz-kendine özne olabildiği sayılan birey ile kaba-baskıcı toplum arasındaydı. şaşırılacak olan bunu o kadar aşırıya götürdüler ki dinci örgütleri, solcu örgütlere göre daha bir şe' olarak ifade edip biat ettiler. serdar turgut ve hoca sevici gazetecilerimiz buna dahildir.

şimdi buradan yazmak kolay. biliyorum. mücadelenin öğretemediği onun her yerde olduğuydu. birilerine benzeyerek olmayacaktı bu mücadele bizim içimizdeki; benlen, senlen, onlan olacaktı. genelde bu tanımların hep bir yerleri ayarsızlığa denk geldi. kimi yerde inisiyatifler öldü. kimi yerde kendini kaybetti. anlamadı, çoştu ve öldü. artık bu sıkıntı verici 80 ve 90'ların kendinden menkul kavramları ile sadece tartışan güruh örgütlü solun sırtından temizlenmelidir. hepsi evlerine, karanlık yuvalarına çekilmelidir. mahalle de, okul da kendi çapında siyaset yapana uzanan bu kaba aşağılayıcı dil yenilmeli ve mahkum edilmelidir. okudukça tiksiniyorum. yıllardır sola özellikle eylem yapan sokağa çıkan sola karşı bu tür oturduğu yerden yapılmış eleştirilerden tiksinmenin ötesine geçen bir nefretim olduğunu söyleyebilirim. türkiye solunu ayrılıkla suçlayanlar onların masa da değil sokakta bir araya gelebileceğini tabanın birbirini tanıması gerektiğini çok anlamadılar. kimisi şefleri oldukları örgütleri böyle batırdılar ve mücadele edenlere hep kendi hataları ile yüklendiler. okuyun oya baydar'ı hala utanması yok. edebiyatçı vedat türkali'yi okuyun. yazacaklarımın ağır kaçacağından bir kısmımı kendime saklıyorum. kendisi bana göre solun ahmet altan'ıdır. mavi karanlık denen karanlığı okuyun. hikayeci, romancı değildir. öyle olsaydı ortalama bir kadının cinsellik oyunlarına takılmaz, ölümüne giden korhan'ın peşine takılırdı. güven de karikatürleştirdiği halil'deydi bütün dava. am budalası turgut'u takip etti oysa. bunlar sonranın davası olarak kalsın. kimse Türkali'nin yaşı ile bana gelmesin. bizim mücadelemiz bu kadar özgürse insanların yaşı da eleştirilmelerine engel olmamalı değil mi? yoksa bir hikmet kıvılcımlı'nın önünde boynumuzu kıldan ince yapan nedir acaba? ülkesine dönmeye çalışan devrimci. hayatında en büyük hatasıydı. ve ölürken de bunun farkındaydı. devrimci adamın trajedisidir.

eğer ikinci cumhuriyet buysa 3. cumhuriyet ilan edilmelidir. 1. cumhuriyettin sorunsallarını bilerek onları sorun yaparak değil aşarak kurulacak bir cumhuriyet. ancak böyle yenilir demogojik demokrasi söylemi. halkın sağlığını koruyoruz yalanı. üçüncü cumhuriyete amaçlar lazım. yayılacak ve insanları altında toplayacak. ne mi olabilir bunlar yazalım:

1. bugün hükümete karşı darbe, ergenokon, balyoz adları ile açılan bütün davalar tarafsızlığı ve zamanında jitem ve devletin suçları hakkında araştırma yapmış savcılara bırakılması.

2. hsyk üyelerinin yeniden seçilmesi, seçim çalışmalarının katılımcılar tarafındanda denetlenebilmesi.

3. yolsuzluk suçlaması yapılan hiç bir kurum ve kişinin hiç bir izin gerekmeden yeterli delil bulunduğunda yargılanması.

4. ülke içerisinde faklı dil, din, mezhep, cinsiyetçilik üzerinden yapılan düşmanlaştırıcı, eşitsizliği arttırıcı, karalayıcı politikalar/uygulamalar teşhir edilmeli ve üzerine gidilmelidir. bu ülke, bu ülke de doğmuş herkesindir. kimsenin kimseden daha az veya daha fazla hakkı yoktur.

5. ...
devamı sizde. eski öldü, 2.si truva atıysa, biz üçüncüsüne bakabiliriz. bakmalıyız.

-----------------------------
(1) BBC Türkçe Servisinde yayınlanan "Kosova'da mutsuz doğumgünü" başlıklı haberden:
(...)
Avrupa Konseyi, Başbakan Haşim Taçi'nin de aralarında bulunduğu Kosovali liderlerin 1990'lı yıllarda, suikastler yapan, eroin kaçıran ve savaşta yakalananların organlarını satan bir organize suç örgütünü yönetmekle suçlayan bir rapor yayımladı.
Priştine yönetimi raporu reddetti. Ancak şu an raporu uluslararası bir soruşturmanın izlemesi kaçınılmaz görünüyor.
Bu arada, büyük sorunlarla karşı karşıya olan genç ülke, topallamaya devam etti.
İşsizlik yüzde 40 düzeyinde. Nüfusun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Geçen Aralık'ta bağımsızlıktan bu yana yapılan ilk genel seçimde, ciddi usülsüzlük iddiaları gündeme getirildi.
Priştine yönetimi hala Sırpların çoğunlukta yaşadığı kuzey bölgelerini kontrol edemiyor. Buradaki suç oranları da çok yüksek.
Kosova'da umut, yakında Sırbistan'la girilecek ilk yüzyüze diyaloğun gelişmelere ivme kazandırması.
(...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder