Sayfalar

3 Nisan 2011 Pazar

Tutturamamışlar: the losers of istanbul

Kaybedenler Kulübü (2011) Yönetmen: Tolga Örnek

Açık uçlu/sorular sorduran/gösteren/olmuşla dertli olan ve diğer niteliksel ayırıcıları ile başarılı kabul ettiğimiz sinema filmleri: değişkenlerden bağımsız olmak üzere farklıdır. Bazen anladığımız farkın filimlenmekle bitmemekte ve farkını kurgulanma sürecinde oluşturmaktadır.

Bazen anlaşılamayan ise yapımcıların neyi-neden filimleyip ardından nasıl-neye göre sinematikleştirdikleri. Emeğe saygıdan gidip izliyoruz. Bağımsız işlerin ekonomik olarak ayakta tutabilmenin yolu da bu. İzlediğimiz çalışma varlığına/derdine dair sorulara kendince yanıt verememiş olunca sinema filmi olamadan filimlenip kalmış bir çalışmayı izleyip çıkıyor izleyici.

Sinema diline aktarılacak yaşamlarda aradığımız sıradışılık (içimi baysa da) kendini özgün bir deneyim olarak tasarlasa/iddia etse bile ortaya çıkan çalışma bayağılı geçemeyebiliyor. Sanatçının-yapıtçının sıradışı adam/kadın olma uğraşları her zaman istenilen sonuçları veremeyebiliyor. Zikir fikir de istiyor desek bile ne kadar yardımcı olabiliriz bilemiyorum. Yine de kutsal ve vazgeçilmez varlıkları ile bu fukara yaşamımıza yaptıkları derinlikli sondajlardan dolayı hepsine tapıyoruz.

Herkesin hayatı ve yaşadıkları filimlenebilir. Bu filimlerden sinematik bir kurgu çıkarmak ise kurgu sürecindeki insanların becerisine bağlı. Sıradan yada olağan üstü yaşamlara sahip olsak bile sonuçta bunun filimlenip ardından sinematik bir kurgu içerisine sokulması yönetmen, kurgucu ve diğer katılımcıların yaratıcığı zekasına bakıyor. Bu yaratıcı zekanın yeri ise filimleyen ve kurgulaştıran ekibin söz sahibi erlerinin entelektüel ve pratik becerisine kalır. Yoksa '90'larda kitap basan adamların ellerindeki kitapların arkalarında 2000'lerde uygulamaya geçilmiş bandrollerin bulunması gibi önemsiz hatalar ilgilisinin ilgisine mazhar olabiliyor. Hepsi birer fahri Seattle'lı olan tutturamamışlar olarak hayatın sıkıntısına takılan kahramanlarımız İstanbullu bile olamıyorlar. Yine de tutturamayanların yaşama dair samimiyetsizliği doğuştan keşfettiklerini düşünüp buna sahip olmadığımıza üzülenlerimiz vardır.

Bira, sevişme, olimpos denkleminde bunalımlara gark olmuş orta sınıfın entelektüel bireyleri ile anlıyoruz ki: Bizim gibi sıradan hayatların içindeki umutsuzlar, sıradışılığı zorlamamış olanlar; bilenlerin, bu hayatı önceden çözmüş umutsuz vakaların ulaştıkları yere bir ömür harcayarak gidiyor.

Dışarıya karşı oluşan tavrın kendine has ciddiyetsizliği ve mizahi ifadesinin kişilerde her zaman ciddi bir entelektüel altyapıya kanıt olmadığını nasıl anlatabiliriz acaba?

Bir de kendine ayrıksı bir konum belirleyip bastığı kitaplar satılmayınca morali bozulan sonra bundan zevk alan tuhaf insan tiplerine sahip olduğumuzu bir kez daha şahit oluyoruz.

Tutturamıyoruz, tutturamayınca gerekli yerlerden gereksiz ifadeleri afirip sanatsal boyut katıyoruz.

***

Bazı filmlerin neden film olduğunu anlamamız için açıklayıcı metinlere, söyleşilere yada filmdeki simgelere dair bir okuma-dinleme-araştırma gerekli olabiliyor. Eğer karşınızdaki yapıtta bir ciddiyet görüyorsanız. Bunu yapmakta kimsenin canını sıkmaz sanırım. Bu yazı bile uzun geldi.

***

Oray Eğin'in köşesine sıkıştırdığı kısa Kaybedenler Kulübü övgüsü ve bir hafta kadar sonra okuduğum Çoğunluk eleştirisi ile çok fazla holivut filimlerine sardığına kanat getirdim.

Ek olarak bir de bunu okuyalım dedim:  Nejat İşler 'Kaybeden'liği - Fatih Özgüven

Filim boyunca koltukta oturan arkadaşa buradan selam gönderiyorum. En azından farklıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder