Sayfalar

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Notos'un Nisan-Mayıs Sayısı Öykülerine dair okuyucu notu

Notos'ta daha çok öykü yayınlanmasına rağmen ben aşağıdakileri ele aldım. Öykü eleştirmeni değilim. Yine de okurluktan doğan söz söyleme hakkımı kullanıyorum. 

Feyza Hepçiligirler: Tel Kopar, Cambaz Düşer - 

Hepçilingirler öyküsüne taşra-şehir gerilimi altında sevgililikleri taşımış. Taşra/lı (isterseniz buna direk köy/lü diyelim) - şehir/li gerilimi, ne sadece bize özgü bir durum ne de bizde bitecek bir konu.

Hepçilingirler'in öyküde karşılaştırdığı durumlar ile aslında ilişkilerin kendi içlerinde bir anlam ifade eden renklerini de siliyor. Köydeki aşk/sevişme oyunları ile şehirde yaşananların karşılaştırması tuhaf bir matemetik hesabına dönüyor. Dili açısından dergideki diğer öykülere göre daha ustaca yazılmış olan öykü, sevgililiklerin karşılaştırmaya dönüşen kurgusu ile sosyolojinin konusu olmaya daha yakın görünüyor. Oysa edebiyatın ilgisi sonuçlardan daha çok sürece dair olması gerekiyor. Renklerini burada veriyor.

Sema Kaygusuz: Lodosta Tanışma

Yazının her hangi bir türünde, hakkı yenilene sahip çıkmak gizli bohçalarımızda neler var 'ohoo' diyerek  yapıldığında sonuç umulana varmıyor. Nedeni ise kuralları, karşı çıkılanlar tarafından konulmuş bir oyunda karşı çıkanların kazanması çok imkan dahilinde değildir. Farklı bir tarihe/dile/dine sahip olanların tanınması, hakkı verilmesi isteniyorsa... O, ya kendi dil ve yazısını ortaya koymalı yada bu işe soyunmamalı gibi görünüyor. Yoksa her karşı çıkışında karşı çıktığı kuralların ve sahiplerinin haklılığını kabul etmekten kurtulamıyor.

Bu, şehire karşı taşranın hakkını savunurken; bu, kendini tek belirleyen olarak gören dinsel inanış, millet, cinsiyet, dil vs. anlayışına karşı yapılan iyi niyetli her yazının düştüğü tuzak oluyor. İşlenecek, başkalarına gösterilecek hayatlar kendi ifadelerini ve dillerini de başka türlü üretebilmeliler. Yoksa, akademik bir savunuya benzeyen edebi yazılar baştan istediğini başaramamıştır. Böylece muhtemelen yazarı tarafından görünen renklerin/şeylerin okuyucusu tarafından görünmesini zorlaşacaktır. Çünkü yazar ile okuyucu arasına yılların körleştirici basitleştirici 'teklik' algısı girmiştir. Orada büyük dinden, milletten, toplumdan olmayanların ifadesi hep cahil, yetersiz olarak tariflenmiştir.

'Yabancıların da bizi sevmesi'ni istemek ne kadar iyi niyetli görünse de; ya bizi, biz olmazsak sevecekler ya da yabancıların her şekilde bizi sevmesini iyi bir niyete yormak zor olacaktır. Bu sevilmemeye üzülmemek gerekir. Yaşamın doğası böyledir. Kör göze bir anda oluşan sevmek ile zamanla oluşmuş bir sevmek arasında farklar vardır. İkinci kişisel tercihimdir.

Sema hanım, çok edebi bir dil kullanıyor, 19. yüzyıl romanlarından kalan. Sanki birisi bir akademisyene düşüncelerini edebi bir yazı içerisinde açıklamasını istemiş o da buna uğraşmıştır. Helin'in Bora'ya karşı söyledikleri 'bizde varız'dan, kendisine güvensizlikten, kendine ait olanın ne kadar gelişkin olduğunu kanıtlamaya çalışmaktan öteye gidemiyor. Kadınlığı ile Bora'yı da aslına rücu ettirmiş gibi görünüyor. Belki ardından Helin ve Bora üniversitenin kantininde bir bardak çay içerler. Ama sanırım Helin'in muzdarip olduğu dertleri; şehirlere, kasabalara gelince iyice anlayan onca insan ise yaşadıklarından sonra ağlayarak evlerine dönmüş veya sineye çekmiş olmaları ile kalacaklardır.

Birol Özdemir: Optik

Sema Kaygusuz'un terziler hakkındaki gözleminin ayakları çok havada kalmış görünüyor. Oysa terzi değilim. Ama öyküde terzilik ilgili kullanılan kavramlar biraz absürd duruyor. Eğer, yazar terzi ise durum daha felaket demektir. Hepçilingirler ise belki bu handikapları bildiğinden belki gözlemlerinden daha gerçekçi, olabilir insanları konuşturmuş. Okuduğum en sağlıklı gözlem öyküsü ise Optik.

Gözlük kullanmayan birisi bile bu öyküde kullananların neler düşündüğünü olanlar/düşünülenler açısından görebilir. Edebi yazının derdi olan gerçekçiliği yaşamın içerisinde renk veren espriler yakalanıp işlendikçe oluşuyor.

Cengiz Akın: Halka

Halka, belki de bizim en çok anlatılması gereken onlarca bilinmeyenli ruh hallerinden birisini işliyor. Hem de iyi işliyor.  Bu konuda yazılan roman ve öyküler benzer çizgilerin içine düşerek aynılaşıyor: Evlilik, işsizlik, yalnızlık isteği. Şu anda bundan muzdarip onlarca insan sokakta ama bunlara dair elimizde çok bir çalışma yok. İster edebi yazıda, isterse akademik olsun. Bunca ölüme rağmen sıfır noktasında geziyor her şey. 


Belki, bu konuda anlatıdan önce daha fazla bilimsel araştırma yapılması gerekiyor.

***


Anlattıkça ve anlatıldıkça düz bir yerin ne kadar engebeli, ne kadar farklı olabildiğini görmemizi sağlayan metinler ilgilisini bulacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder