Sayfalar

20 Temmuz 2012 Cuma

"Çalışan insanlar, namuslu insanlar, kardeş insanlar"

Hoşgör Köftecisi*

.....
Orhan Veli
İşiniz düşer, bilmediğiniz bir semtte kalırsınız. Yemek zamanı geçmiş, karnınız acıkmıştır. "Bir aşçı dükkanı bulsam da iki lokma bir şey yesem," dersiniz. Dolaşırsınız ..... Üzülmeyin. Bu manasız dünyanın hiç ummadığınız bir yerinde kapısından dört bir yana nefis kebap kokuları yayılan bir kebapçı dükkanı ile karşılaşmanız imkansız değildir.
.....

Orada üç dört saat kaldım. Ben dükkandan oldum ama, dükkan benden olmadı. O güzel havanın tam manasıyla içine girebilmek için aynı yere tekrar tekrar gitmek icap etti. Aileden olmaya başladığımı ancak Mualla Ablayla "Fosforlu" şarkısını söyledikten sonra anladım. Hatta o bile yetmedi. Dışarıda durmadan "Liraya, buraya!" diye bağıran balıkçının sesi, tahta masalar, dar peykeler, çarpık iskemlelerle akraba oldum. Takacı, motorcu, mavnacı arkadaşlarımın dertlerini öğrendim. Rizeli Mustafa Kaptan'ın, Ömer'in, Papo'nun hikayelerini dinledim. O şarkılarda, o seslerde, o hikayelerde büyük bir dünya vardı. O daracık dükkana giderken kendimi seyahate, hem de büyük bir seyahate çıkan bir adam sanıyordum. Gemici, motorcu, takacı dostlarımla Giresun'dan fındık yüklüyor, Kefken açıklarında denize tutuluyor, Köstence'de Niko Bar'dan çıkıp Türk arabacının arabasına biniyor, Novorosisk limanında balalayka dinliyor, Kazablanka'ya gidecek bir petrol gemisine tütün satıyordum. Bu üç masalı balıkçı meyhanesinde gördüğüm dünya gerçekten ne güzeldi! Çalışan insanlar, namuslu insanlar, kardeş insanlar.

Güzel bir dünyada yaşamak istiyorsanız siz de öyle bir meyhane bulunuz.
(Tanin, 2.4.1947) 
Baharın Ettikleri*

"Bir yazı yazmak istiyordum. Kağıdı kalemi aldım, taraçaya çıktım. Taraça dediğim, oturduğum otelin en üst katında. Hava da domuzuna güzel. Ilık bir mart güneşi, iliklerine kadar ısınıyor insan. Böyle havalar, kış sonlarında, çok kişileri mesut eder. Saadet nedir? Herkes saadeti tanımış mıdır bu dünyada? Bu meseleler üzerinde uzun uzun konuşmak mümkün. Kim bilir, belki o zaman ben de söylediğim sözden vazgeçerim. Ama zaman zaman ben de kendimi mesut sansam ne çıkar? Büyük saadetlerden hiç bir vakit nasibim olmayacağına göre bunlarla avunayım bari. Oturdum. Ne yazsam diye düşünmeye başladım. Acaba hikaye mi yazsam? Hikayede konunun pek o kadar mühim olmadığını söyleyenler çıktı. Ama ne olursa olsun, vaka lazım. O vakanın bir başı bir sonu olması lazım. Üstelik vaka da, alışılmış bıkılmış vakalardan olmamalı. Küçük burjuva hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıkları, en asil heyecanları gibi gösteren hikayelerden illallah dedik artık. Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysaki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var. Ama ne yazık ki biz o insanı tanımıyoruz. Girmişiz küçük burjuvanın içine, yuvarlanıp gidiyoruz. Başka cemiyetlerin, başka sınıfların adamı olduğumuzu bile bile. Bizim dertlerimiz, içinde yaşadığımız adamların dertlerine benzemiyor. Ne parada gözümüz var, ne pulda. Geçenlerde bir kadın, "Benim için şiir," diyordu, "beyaz bir otomobildir." Biz, en küçük menfaatlerini bile korumaktan aciz zavallılar, nasıl onlarla bir oluruz. Biz, tanımadığımız o büyük sınıfın, o fakir sınıfın adamıyız. Ama tanımadığımız içinde onlardan onların hayatından bahsedemeyiz. Üstelik tehlikeli bir iş o. İnsana sol diyorlar, komünist diyorlar. İyisi mi, bir yazar hep suya sabuna dokunmayan yazılar yazmalı. Ben de öyle yapacağım. ..... "
(Seçilmiş Hikayeler dergisi, 1948)

* Hoşgör Köftecisi • Öykü • Orhan Veli • YKY • 1. Baskı • İstanbul • Nisan 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder