Sayfalar

3 Ekim 2015 Cumartesi

Gidişat

"Kendi aydının üretemeyen sistem, devrimci hareketin ürettiği aydını devşiriyor. Mafya sisteminin sonunun geldiğini gösteren en önemli işaretlerinden biri budur. Çünkü bir sistemi ayakta tutan, yalnız zor güçleri değil, yönettiği toplumda oluşturduğu rızadır; ideolojik hegemonyadır. Bir hakim sınıf, ideolojik hakimiyetinin yapıcılarını kendi kurumları içinde yetiştiremiyor ve çıkartamıyorsa, o sistem bitmiştir."

Okuduğunuz alıntı 3 Şubat 2002 tarihli, bir kitap için yazılmış önsöz yazısından...
Yazarın gördüğü yıkım doğru bir tespitti, ama bu yıkım ile ortaya çıkan boşluğu dolduran umdukları olmadı. Bu yıkımdan karlı çıkanlar onu 5 yıl kadar cezaevine soktu. İyimserliğine veriyoruz. Düzene borazan yetiştiren hareketinin umduğu kadroyu çıkarsa bile su başları çoktan tutulmuştu. Türkiye'de omurga yok; olmayınca ideolojik egemenliği koruma ve kollama dışarıdan yürütülüyor. 
Türkiye yok olan bir ülke... Az az ama emin adımlarla gidiyoruz. Türkiye'de az-buçuk sosyalist kadroların kaçıştığı yollar da bunu gösterecektir. Örneğin Türkiye kimlerin ülkesidir, sorusunun yanıtı yoktur. Çünkü ortada bu ülkenın aydını, entellektüeli; fikir üretecek kişileri yok; daha önemlisi onu ayağa kaldıracak iddiaları dillendirecek politikacısı yok. Ama kitlesi var. Bu tür becerileri gelişmeyen her kitle fırtına ortasında ya da sonrasında kalmış gemi, ağaç,çöp artıkları gibi topluca oradan oraya yüzüyor. Yüzdükçe dağılıyor. O da varlığını yok ediyor. 
Türkiye'nin ilerici-kemalist birikimi sağcı-muhafazakarlık altında yok olan Türkiye'yi sadece izlediler. Tek eksikleri vardı: Hiç devrimci olamadılar. Bir oluş düşünün ki içinde siyasi refleksi gelişmiş 2. kişiyi çıkaramasın. Akşam oldu, dükkan kapandı ve hepsi bir ekmek alıp evlerine dönüyorlar. Çoğunun çocuğu da artık onları hiç sevmiyor. Evdeki yaşlıları diyorlar: hastalıklı ve kusurlu... Hastalıklı ve kusurlu ailelerin sağlıklı bebeleri! 
Sosyalist solda iki yöne kaçış var. Ağırlıklı kesim siyaset gücünden de kaynaklı Kürt Siyasi Hareketi, diğer kaçıştığı alan ise liberaller ve diğer irili ufaklı yüzer gezer gruplar. Bu gruplar üzerinden Hdp'ye bağlanmak kural gibi... Hdp'yi savunurken ölü evinden daha çok ağlıyor görünüyorlar. Daha çok vicdan koyuyorlar gibi: ya salaklar, ya numaracı! (Buraya bir ek yapayım: Hdp'ye oy veren herkesi böyle görmüyorum. Kürt'ten çok Kürtçülük, Hdp üyesinden çok Hdp'cilik yapanlar diyebilirim.) 
Oysa Türkiye'de geri çekilen dağılan Kemalist yapının büyük açıkları insan bekliyor. Sosyalistlerin gidebileceği en önemli alan burası, bu alanların çoğunun siyasetle direk bir ilişkisi yoksa da "sivil toplum"un önemli bir parçasını oluşturuyor. Sosyalistler eğer ellerinde bir ülke kalsın istiyorsa yüklenecekleri ilk adımları kamusal eğitim-sağlık hizmetleri, laiklik, yurttaşlık ve cumhuriyet... Bu olanak ve değerlerin önemsiz olduğunu aşıldığını söyleyecek çok kişi çıkacaktır. Çok tipik... Pozitivizmin "p"si gelişmemiş, yaşanmamış ama ülke akademisi anti-pozitivist olan bir yeriz nihayetinde... 
Bunun dışında bir yol görünüyor mu? Belki de her hafta toplanıp işçi sınıfını örgütlemenin gerekliliğinden bahsedip dağılabiliriz. Sonuçta bir gün gelip kapımızı çalacaklar. Yada evden kaçınca evden kaçan ilk çocuk olduğumuzu düşünüp kendimizle bayağı gururlanabiliriz.  
Bu ülkede kişilerden, siyasi gruplardan geleceğe taş-üstüne-taş koyanların sesi kalacak. Taş-üstüne-taş koymaktan kastım uzun vadeli ve iz bırakacak işler. Belediye kazanıp yol-kanalizasyon yapmak değil. Sosyalist parti ve gruplar ya bunun yolunu bulacak ya tırı-vırı işler devam edecek. 

05 Ekim 2015 notu:Kürtlerle dayanışmak isteyen vicdanında bunun baskısını hisseden sosyalistin ilk görevi Türkiye'nin Kürt olmayan kısmını örgütlemektir. 
Bu, hem vicdanla aklı buluşturur hem bir barışın garantisi olur. Diğer türlüsü ölü evinde ağlamak olacaktır. Ayıp değildir. Ama acizliktir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder