Sayfalar

31 Ekim 2015 Cumartesi

"Beni huzursuz eden şey tam da bu sükunet. Gerçek değilmiş gibi. Her yer çok sakin; fırtınadan önceki sessizlik bu."

Yumuşak yaz yeri kızılçamları hafifçe dalgalandırıyor. Wild Water’ın suları yosun tutmuş taşlar üzerinden şırıldayarak akıyor. Güneş ışığı altında kelebekler uçuşuyor. Etraftan arıların uyuşuk vızıltıları yükseliyor. Bense bu kadar sakin ve huzurlu yerde oturmuş düşünüyorum ama içim kıpır kıpır. Beni huzursuz eden şey tam da bu sükunet. Gerçek değilmiş gibi. Her yer çok sakin; fırtınadan önceki sessizlik bu. Kopmak üzere olan fırtınanın belirtilerini yakalamak için kulaklarımı dikiyor, bütün duyularımı harekete geçiriyorum. Vaktinden önce olmasın! Lütfen vaktinden önce olmasın! 
Huzursuzluğumun nedeni belli düşünüyorum da düşünüyorum; zihnimi bir türlü durduramıyorum. O kadar süredir hayatı en yoğun, en heyecanlı bir biçimde yaşıyorum ki buradaki huzur ve sukündan bunalıyorum, çok yakından ortaya çıkacak ölüm ve yıkım girdabı üzerine. Kafa yormaktan kendimi alamıyorum. Kulaklarımda ezilenlerin çığlıkları çınlıyor; geçmişte nasıl tanık olduysam, yine güzelim tenlerin ezilip paramparça edileceğini, onuru bedenlerinden çekilip koparılan ruhların tanrının önüne atılacağını görüyorum. Kıyımın ve yıkımın içinde dünyaya kalıcı barış ve mutluluk getirmek için mücadele eden biz zavallı insanların sonu bu oluyor.
Demir Ökçe, Jack London 
Çeviren: Levent Cinemre, İş Bankası Yayınları
Jack London

Sıkıntı...

Behiç Ak, Cumhuriyet gazetesi, 28 Ekim 2015, Cumartesi


11 Ekim 2015 Pazar

Zurnanın Zırt Deliği

* * *
Bir cenazeden mi çıktılar yoksa ne bileyim etkisiz bir eylem sonrası mı? Nedir bu şen şakrak konuşma merakı, biraz susmak, biraz vakurluğu öğrenmedik mi? Küçükken gittiğiniz cenazelerde büyükleriniz hiç "Yavrum, sus! Gülme! cenaze var!" demediler mi? Kürtsün ölenlerin çoğu ile muhtemelen bir bağın olacaktır; çok görmüşsünüzdür acının sessizliğini; nedir bu gevezelik? 
* * *
Oy vermek dışında siyasetle ilgisi olmayan kişiler insani duygularla olayın acısını içinde duyarken çok devrimci gençlerin küçük grupların goygoyunu yapıp gülüşmeleri. Daha dün ölmedi mi onca insan? Nasıl da düşünmüyorsun geleceği? Senin ülkende olmuş; dostun-yoldaşın olmayabilir o insanlar. (Daha acısı olabilirler de.) Eminim bir yerden göz aşinalığın var birine. Ama sanki sanki hiç bir şey olmamış. Sanki bombalar insanların bedenini parçalamamış. Susmak, biraz acıyla dilin bağlanmasını engelleyen ahmaklığın nereden geliyor? Dandik devrimci-sosyalist grubun da bu erdemi kazandırmadı diyelim; ailen de mi vermedi? 
* * *
Düşünmüyoruz, hissederek çok az düşünüyoruz. Unutmamaktan söz edeceğiz. Kalbimiz kurusun diyeceğiz. Diyeceğiz de: Ne bir ders alacağız, ne anılarına saygı duyacağız. 
* * *
Yıllardır ağababası gibi odanın-sendikanın başındasın, anlaştığın gruplarla pasta paylaşır gibi delegeleri yönetimi paylaşıyorsun. Her yıl birbirinden etkisiz onca eylem yapıyorsun. Bir ciddiyeti söz sahibi olması gereken odanın üyelerinin çoğu ile iletişimi yok. Ciddiyetini, 'resmiyeti'ni kaybediyor. Görmezden geliyorsun. Gölgen uzamış, onu görüyorsun.
 
Türkiye'nin en köklü mücadeleci tarihine sahip öğretmen sendikasısın sadece Kürt sorunu varmış gibi çalışıyorsun. Çünkü sendika yönetimini ve delegeleri paylaştınız. Onca üyeniz seçimlere bile gelmedi. Eğitim, öğretmenlik ne oluyor bitiyor çok umurunuzda değil. Laik, bilimsel eğitimi sümen altı ediyorsun. Ancak ite-kaka bir şeyler yapıyorsun. Üyelerin kaçıyor. Sendikanın ciddiyeti, söz sahibi olduğu alan sadece Kürt sorunu. Çünkü sendika bir siyasi hareketin gereksinimlerine yönelik malzeme üretiyor. Bunun dışında olan her şey yasak savma. 
* * *
Sendikadan, odadansın "Miting Hazırlama Komitesi"ndesin ülkenin her yerinde ölüm haberler geliyor. Kaza oluyor, bombalanıyor insanlar. Bu kadar insanı topladığın yerin-insanların güvenliğine dair aklında bir tanecik kuşku doğmuyor mu? Polise gıcığın var, ama her işi de ondan bekliyorsun. Katılanlar elbette düşünmeyebilir. Sen en kötü olasılığı düşüneceksin. Gıda güvenliği, yol güvenliği, en önemlisi CAN GÜVENLİĞİ... Çünkü onların sorumluluğu senin boynunda... Kimi örgütleri "korkak" yapan budur. Sorumluluğun bilincinde olan hiç kimse her olaya 'hop' diye atlamaz. 'Korkak' diye bilirsiniz. Ama herhangi bir ölümde, ölenlerin aileleriyle-sevenleriyle kim konuşacak? Ne diyecek? Hiç düşündün mü?
* * *
Şimdi doğru bir kararla GREV diyorsunuz. Ama her biri siyasi bir hareketin ve ortaklarının yan kuruluşuna dönüşmüş sendikalar, sınıf bilinci sönmüş emekçiler, etkisiz odalar ve yılgın insanlar ne yapabilir acaba?
 
* * *
Bunlar, başka sözler de aklımda... Bir zamanların disiplinli kortejleri ile dalga geçenler; şimdi o kortejlerin neye yaradığını anlamış mıdır?
 
Hepimizin başı sağolsun. İyi geceler.
Grandville, “Élève le Corbeau, il te crèvera les yeux”, en Cent Proverbes, H. Fournier Éditeur, París, 1845
Kk: http://arsnaturaveritas.tumblr.com/post/130035159025/cuervo-estudiante-vas-a-morir-all%C3%AD-los-ojos

10 Ekim 2015, Ankara


5 Ekim 2015 Pazartesi

Dağılan kayaç, durulan su

Akp güçten düştüğü an, hem cemaat hem akp saflarından çok kişi günlük hayatlarına geri dönecek. Şimdilik kuyruğu dik tutuyorlar. 
Suyun durulması ilginçtir. Yaban bir merak. Çıkar bitince ortaklık da biter. Kayacı tutan kimya bozulur, dökülmeye başlar.
Geriye kalanlar mevzilerini alır. Yıkılmış ihtişamlı sarayların, binlerce ton gazete basılmış binaların kuytusunda derme çatma birer siper kasar her biri... 
Bugün gördüğümüz dincilerin içten içe çürüyüşü. Bunu biz değil kendileri yaptı. Beceriksizliğimize utanalım mı çürüyüşlerine sevinelim mi...

Yaklaşan


3 Ekim 2015 Cumartesi

Gidişat

"Kendi aydının üretemeyen sistem, devrimci hareketin ürettiği aydını devşiriyor. Mafya sisteminin sonunun geldiğini gösteren en önemli işaretlerinden biri budur. Çünkü bir sistemi ayakta tutan, yalnız zor güçleri değil, yönettiği toplumda oluşturduğu rızadır; ideolojik hegemonyadır. Bir hakim sınıf, ideolojik hakimiyetinin yapıcılarını kendi kurumları içinde yetiştiremiyor ve çıkartamıyorsa, o sistem bitmiştir."

Okuduğunuz alıntı 3 Şubat 2002 tarihli, bir kitap için yazılmış önsöz yazısından...
Yazarın gördüğü yıkım doğru bir tespitti, ama bu yıkım ile ortaya çıkan boşluğu dolduran umdukları olmadı. Bu yıkımdan karlı çıkanlar onu 5 yıl kadar cezaevine soktu. İyimserliğine veriyoruz. Düzene borazan yetiştiren hareketinin umduğu kadroyu çıkarsa bile su başları çoktan tutulmuştu. Türkiye'de omurga yok; olmayınca ideolojik egemenliği koruma ve kollama dışarıdan yürütülüyor. 
Türkiye yok olan bir ülke... Az az ama emin adımlarla gidiyoruz. Türkiye'de az-buçuk sosyalist kadroların kaçıştığı yollar da bunu gösterecektir. Örneğin Türkiye kimlerin ülkesidir, sorusunun yanıtı yoktur. Çünkü ortada bu ülkenın aydını, entellektüeli; fikir üretecek kişileri yok; daha önemlisi onu ayağa kaldıracak iddiaları dillendirecek politikacısı yok. Ama kitlesi var. Bu tür becerileri gelişmeyen her kitle fırtına ortasında ya da sonrasında kalmış gemi, ağaç,çöp artıkları gibi topluca oradan oraya yüzüyor. Yüzdükçe dağılıyor. O da varlığını yok ediyor. 
Türkiye'nin ilerici-kemalist birikimi sağcı-muhafazakarlık altında yok olan Türkiye'yi sadece izlediler. Tek eksikleri vardı: Hiç devrimci olamadılar. Bir oluş düşünün ki içinde siyasi refleksi gelişmiş 2. kişiyi çıkaramasın. Akşam oldu, dükkan kapandı ve hepsi bir ekmek alıp evlerine dönüyorlar. Çoğunun çocuğu da artık onları hiç sevmiyor. Evdeki yaşlıları diyorlar: hastalıklı ve kusurlu... Hastalıklı ve kusurlu ailelerin sağlıklı bebeleri! 
Sosyalist solda iki yöne kaçış var. Ağırlıklı kesim siyaset gücünden de kaynaklı Kürt Siyasi Hareketi, diğer kaçıştığı alan ise liberaller ve diğer irili ufaklı yüzer gezer gruplar. Bu gruplar üzerinden Hdp'ye bağlanmak kural gibi... Hdp'yi savunurken ölü evinden daha çok ağlıyor görünüyorlar. Daha çok vicdan koyuyorlar gibi: ya salaklar, ya numaracı! (Buraya bir ek yapayım: Hdp'ye oy veren herkesi böyle görmüyorum. Kürt'ten çok Kürtçülük, Hdp üyesinden çok Hdp'cilik yapanlar diyebilirim.) 
Oysa Türkiye'de geri çekilen dağılan Kemalist yapının büyük açıkları insan bekliyor. Sosyalistlerin gidebileceği en önemli alan burası, bu alanların çoğunun siyasetle direk bir ilişkisi yoksa da "sivil toplum"un önemli bir parçasını oluşturuyor. Sosyalistler eğer ellerinde bir ülke kalsın istiyorsa yüklenecekleri ilk adımları kamusal eğitim-sağlık hizmetleri, laiklik, yurttaşlık ve cumhuriyet... Bu olanak ve değerlerin önemsiz olduğunu aşıldığını söyleyecek çok kişi çıkacaktır. Çok tipik... Pozitivizmin "p"si gelişmemiş, yaşanmamış ama ülke akademisi anti-pozitivist olan bir yeriz nihayetinde... 
Bunun dışında bir yol görünüyor mu? Belki de her hafta toplanıp işçi sınıfını örgütlemenin gerekliliğinden bahsedip dağılabiliriz. Sonuçta bir gün gelip kapımızı çalacaklar. Yada evden kaçınca evden kaçan ilk çocuk olduğumuzu düşünüp kendimizle bayağı gururlanabiliriz.  
Bu ülkede kişilerden, siyasi gruplardan geleceğe taş-üstüne-taş koyanların sesi kalacak. Taş-üstüne-taş koymaktan kastım uzun vadeli ve iz bırakacak işler. Belediye kazanıp yol-kanalizasyon yapmak değil. Sosyalist parti ve gruplar ya bunun yolunu bulacak ya tırı-vırı işler devam edecek. 

05 Ekim 2015 notu:Kürtlerle dayanışmak isteyen vicdanında bunun baskısını hisseden sosyalistin ilk görevi Türkiye'nin Kürt olmayan kısmını örgütlemektir. 
Bu, hem vicdanla aklı buluşturur hem bir barışın garantisi olur. Diğer türlüsü ölü evinde ağlamak olacaktır. Ayıp değildir. Ama acizliktir.