Sayfalar

28 Kasım 2017 Salı

"Tükürürüm Böyle Belediye Hizmetine"

Melih Gökçek, Ankara Belediye başkanı olduğunda çeşmeden su içilebiliyordu. Gittiğinde herkes evine damacanayla su alıyor. Bence konuşulması gereken şey bu? (Bu, İstanbul ve benzeri diğer şehirler için de geçerlidir. Belediyecilik hizmetlerindeki beceriksizliği dincilik, sağcılıkla örtülmesine izin verilmemelidir.) 
Yoksa birçok arzusunu yaşamamış bir çocuğun şehri plastik, zevksiz, adi tuhaf şeylerle doldurması hakkında psikologlar-pedagoglar-psikiyatrlar-çocuk gelişimciler konuşmalı. Altında ne yatıyorsa bunların, bizi aydınlatmalılar.
***
Gökçek, hazır metro-ankaray sistemi üzerine kondu. 23 yıllık başkanlık döneminde onca olanağa rağmen 1 (bir) durak ekleyemedi sisteme. En sonunda devlet yaptı.
Melih Gökçek adını duyunca arkasında: "Tükürürüm böyle belediye hizmetine"  demeliyiz. 
***
Melih Gökçek, ideolojik bakışın bir şehri nasıl kavurduğunu, nasıl çöle çevirdiğinin ifadesidir. Göz göre göre bu ahmaklığın kurbanıyız. Sağcı ideolojik fanatizm bu sürecin hem suçlusu hem de kurbanıdır. Kendileri ile ülkeyi de batırdılar. Bir şehrin 25 yılını çaldılar. Olan Ankara'ya olmuştur. Bir zamanlar birçok başlıkta ülkenin en ileri şehrini tam anlamıyla çöle çevirdiler. Seviyesiz, derinliksiz, yoz, taklit ve plastik bir şehir yarattılar. Cumhuriyet nefreti ile yaşayanlar sevinebilirler. Biz asla...
Melih Gökçek, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, İsmail Kahraman... 1960'ların soğuk savaş mahsulü idiler. Hiçbir zaman oradan çıkamadılar.   
***
İki hafta önce Ankara'daydım. Önceden de dikkatimi çekmişti. Ankara Büyükşehir Belediyesi, İstanbul'la aynı kaldırım taşlarını döşüyor. Aradaki tek fark işçilik: Özensiz, rastgele, bir taşla diğer taşın hizası uymuyor. Alttaki betonu da yemişin Melih. (O ihaleyi iki ilde kazandıran daha da çok yemiştir.)
5. Kasım 2017  
***
"Melih Gökçek, Tayyip Erdoğan'ın okumuşudur."
19 Ekim 2017 
Melih Gökçek, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, İsmail Kahraman...
1960'ların soğuk savaş mahsulü idiler. Hiçbir zaman oradan çıkamadılar.

Kanlı Pazar,
Cumhuriyet Gazetesi, 17 Şubat 1969

Altın Nal (The Golden Horseshoe, 1886) — Michael Harnett

Altın Nal (The Golden Horseshoe, 1886) — Michael Harnett

9 Kasım 2017 Perşembe

Komutanın masasındaki İngilizce dergi

Bazı anların, ne anlattığını çok yıllar sonra ararsınız. Önce şöyle anlatayım: üç-beş Macar askeri diyelim. Gönderildiği bölüğün komutanının odasına ilk kez girerler. Bomboş masasının üzerinde sadece haftalık İngilizce yayınlamış bir Amerikan dergisi vardır. Sizce o askerler ne düşünür? Bilemeyiz. Çünkü her toplum, kişi; durum; zaman farklı. Bilemeyiz elbette. Bilemeyiz ama bu durum bir o kadar tuhaf gelir. 
* * *
Bir de durumu şöyle anlatayım Aralık 2004 tarihinde acemilik sonrası gönderildiğimiz birliğe teslim olduk. Komutan, biz üniversite mezunu, kısa dönem 12 askeri odasına çağırdı. Masasının üzeri neredeyse boştu. Ama tam önünde masanın ortasında doğru İngilizce Newsweek dergisi vardı. Bariz sırıttığını düşünmüştüm. Bizler, üniversite okumuş gençleriz, anlarız birbirimizi diyerek konuştu komutan. 
ABD'de 2. üniversite okumak isteyen birinin gelmesine şaşırdı ve niye geldin diye gülerek sordu. (Hala yürürlükte mi bilemiyorum. Ama 2. üniversite okumak için askerlik bitirmek şartı vardı. Yurtdışı dahil.) O görüşmede komutan için tek bir değerlendirmem oldu: Natocu, Abdsever. Düşünmediğim olasılık Fetullahçı olmasıydı. Yine de bilmiyorum. Komutanın ismini anımsamıyorum. Kısa süre komutanlık yaptı. Sonrada kurmaylık bir şeyleri için Abd'ye gitti. 
Askeriyedeki bozulmanın çok yüksek olduğu görülüyordu. Acaba kısa dönemlere tezlerini yazdıran subayların kaçı Fetullahçıydı? Bazen tanıdığım komutanlardan kaçı Fetullahçı çıktı diye düşünüyorum. Eminim vardır. Aynı zamanda Natocu ve cebini düşünenler de vardı. Askerlikten anlayan subaya, astsubaya rastlamak daha zordu. Urfa'nın köyünden gelen okuma-yazma bilmez gence MKE yapımı gece görüş dürbününün özelliklerini ezberletmeye çalışan teğmenler, astsubay ve uzman çavuşlar kendilerini yırtıyorlardı. Oysa, o dürbünün: Nerede, ne amaçla, nasıl kullanılacağına dair tek bir bilgi vermiyorlardı. Hem öğrenmesi de kolaydı. 
Askeriyede askerlikten şikayet eden subay ve astsubaydan daha çok bir şey görmedim. Bir de saçma sapan eleştiriler. En bilindik örneği de "en basit şeyin bile -komik geliyordu- kurallı ve kontollü olması" idi. Bir de anlaşılmayan ceza uygulamaları vardı. Bu lakırdılar bana hep zevzekçe gelmiştir. Gayet iyi okullardan mezun askerler bile nedenini çok anlamıyordu. Çünkü kendisi zeki idi ve bu kurallar onun zekasına hakaret idi. Tüm askerlerin de kendisi kadar zeki (!) olduğunu düşünüyorlardı. 
* * *
Türkiye'de insandan kurumlara, kurumlardan sisteme her yerde ağır bir kokuya sebep çürüme içerisindeyiz. Bu toplumu "halktan" olma iddiasıyla şırınga edilen dincilik çürütüyor. Şayet işler çöküş olmadan yola girerse arada bayağı ilginç bir dönem geçmiş; üstüne üstülük her biri diğerinden özgün nice olaylar yaşanmış olacaktır.

5 Kasım 2017 Pazar

"Yavrummm, ulu tanrıdan dilerim..."

Araştırmalar olgu ya da ilişkiler üzerine yapılır. Türkiye'de araştırılacak konu yığınla var. Ancak araştıran yok. Bu işleri yapması gereken onca akademisyenimiz var. Bir kısmı işinden atıldı. Yine de bu ülkeye özgü başlıklarda araştırma o kadar az. Şaşırtıyor. 
Mesela, bir zamanlar halk oyun, masal ve türkülerini toplamak için uğraşanlar oldu. Elde birikenler bugün hala önemli. Kimi yerel giyim-kuşamı araştırdı. Ne kaldı geriye bilemiyorum. 
Benim isteğim, çok özel bir konuda. Özellikle yurtdışında çalışmaya gidenler ile kalanların gelişen teknoloji ile yapmaya başladıkları "kaset mektuplaşmaları" mektuplaşmaların dışında hem dili hem bir çok başlığında özel olduklarını düşünüyorum. Ama ne bu kayıtlara ulaşmak mümkün ne de buna dair bir araştırmaya. 
Böyle bir kasedi yıllarca önce dinlemiştim. Kalabalık bir grup içinde kaydedildiği belliydi. Ağlamaklı bir kadın sesi: 
"Yavrummm, ulu tanrıdan dilerim..." diye başlıyordu. 
Bir zamanların en büyük izleri onlarda gibi geliyor bana.