Sayfalar

14 Kasım 2022 Pazartesi

Ağzına Ampül Sokmayanlar: "Işıklar Gitiiğinde"

Şu kısa film aylardır haftalardır aklımda. Onlarca haftadır aklımda arıyorum. Bulamıyorum. Bir zamanlar çok ünlü olmuştu. Belki anımsayan vardır. Tatil olunca bugün biçok yolla aradım yine bulamadım. 

Eski bi' parçayı dinlemek için youtube'daki listeler bölüme bakarken, ne göreyim "kısa film" başlığı eklemişim. Tıklayınca tek bu filmi eklediğimi gördüm. 

Her neyse rock yapmaya çalışan bir grup "ampül"le ilgili bir iddiaya girer ve... Neyse ağzına ampül sokmayan kaç kişiyiz şunun şurasında. İyi seyirler.


Unutmadan konuşmalara da az kulak kesilin.  "Dolar yükseliyormuş."

https://www.youtube.com/watch?v=1rozewDUXuI&list=PLB09D2032867E9BD3&index=1



13 Eylül 2022 Salı

Türkiye'nin Göçmen Politikası Var mı?

 Uzmanlık alanım değil. Ancak 2011'den Türkiye'nin göçmen politikası ve amaçları hakkında bir şeyler öğrenmek istedim. Sanırım, bu konuda çok az şey bileceğim. Olan çalışmaları da araştırıp elden geçirip yorumlayacak zamanım yok. Bunları düşünürken karşılaştığım bir yazıyı aşağıya koydum. Benzer yazılar buldukça ekleyeceğim.


İyi okumalar.

Elin oğlu bu işi nasıl yapıyor? / Barış Terkoğlu

Kaynak: Barış Terkoğlu : Elin oğlu bu işi nasıl yapıyor? (cumhuriyet.com.tr) 19 Ağustos 2021 Perşembe

Sürekli Türkiye’de yaşayan Suriyelileri, Afganları hatta Afrikalıları konuşuyoruz. Bir de Avrupa’ya ya da ABD’ye mülteci statüsü kazanarak gidenler var. Hiç kimse “Onlara ne oldu acaba” diye sormuyor. Aslında Türkiye’de neyin yanlış yapıldığının ipucu, belki de burada.

Merak edip peşine düştüm. Türkiye’ye önce sığınmacı olarak gelip sonra Batı’ya giden “şanslı”larla konuştum. Dinledikten sonra “Hiç bilmiyordum” dedim.

Başlayalım mı?

Diyelim sınırı geçen milyonlarca sığınmacıdan birisisiniz. Sizinle muhatap olan ilk uluslararası kurum UNHCR (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği). Yerli kurum ise Göç İdaresi. 10 Eylül 2018’e kadar mültecilik başvurularını UNHCR alıyordu. Bu tarihten itibaren, UNHCR’nin eğitim verdiği Göç İdaresi çalışanları bu işi devraldı. UNHCR ise takip sürecine devam etti. Sığınmacılar, bu başvuru sırasında, pek de ayrıntılı olmayan ilk sorgularının yapıldığını anlatıyor.

Türkiye’de kalmak istemeyenler, burada, “3. ülke” seçeneğini işaretliyor. Sığınmacılar, sonucunun biraz “piyango” olduğunu söylüyor. Her ülkenin belirlediği mülteci limiti var. UNHCR buna göre sayıyı belirliyor. ABD ve Kanada en çok talep gören ülkeler. Öte yandan Avrupa, gelenlere daha fazla sosyal yardım sağlıyor.

Bazı sığınmacılar “uygun değil” cevabıyla reddediliyor. “Devam” denilenler için Türkiye’de yaşadıkları aşamalar var.

AYRINTILI GÜVENLİK SORUŞTURMASI

Bunun için bir sorguya çağrılıyorlar. Gidecekleri ülkeler, Göç İdaresi ve sivil toplum  örgütleriyle işbirliği yapsa da kendi resmi yetkililerini göndererek sığınmacıların sorgu ve eğitimlerini bizzat gerçekleştiriyor.

Mülteci adayına çok ayrıntılı sorular soruluyor. Neden ülkelerini terk ettikleri, neler yaşadıkları, sınırı nasıl geçtikleri... Aileye dair her şey öğreniliyor. Verdikleri cevaplar güvenlik bürokrasisi tarafından inceleniyor. Terör ya da suç bağlantılarının olmadığından emin olunuyor.

Sıra sağlık kontrolüne geliyor. Mülteciler, bu aşamada engelli olmanın sorun yaratmadığını söylüyor. Ancak uyuşturucu madde kullanımını tespit için de testler yapıldığını anlatıyorlar.

ÇIPLAK FOTOĞRAFLI SINAMA

Güvenlik ve sağlıktan “geçenler” için uyum süreci başlıyor. Burada temel konu, mültecinin gittiği ülkenin yurttaşlarıyla uyumlu bir yaşam sürmesi. Kimi zaman provoke edildiklerini söyleyen mültecilerin hoşgörüleri sınanıyor.

Örnek mi? Konuştuğum mülteciler ilginç şeyler anlattı. Özellikle Hollanda, Norveç, Lüksemburg gibi ülkelerin bu konuda en sert testleri yaptıklarını söylediler.

Mesela “Kızınız ya da oğlunuz 18 yaşında evden ayrılıp kız ya da erkek partneriyle yaşasa kabul edecek misiniz”, “Parkta çocuğunuz eşcinsel bir çiftin çocuğuyla oynarsa sorun çıkarır mısınız”, “Ülkemizde hayvanları bıçakla kesmiyoruz, sizin için sorun olur mu”, “18 yaşından sonra çocuğunuz cinsel ilişkilerinde özgürdür”, “Çocuğunuz okulda yüzme dersi alacak, bu sırada mayo giyecek”, “Okulda doğum kontrol yöntemlerini öğreteceğiz” gibi...  

ABD, teröre bulaşık olmamayı önceliyor. Ancak Avrupa, vatandaşlarıyla sosyal uyum konusunda net. Uyum sağlamayanın gelmemesi, başvurusunu geri çekmesi bekledikleri şey.

Elbette bu aşama özellikle Ortadoğu’dan gelenler için zor. Bir mülteci kendisine çıplak erkek ve kadın fotoğrafları uzatıldığını, bu görüntülerle plajda ya da sauna  da karşılaşabileceğinin söylendiğini anlatıyor. Bir başkası sokakta öpüşen çiftlerin görüntülerinin gösterildiğini aktarıyor. Ülkeye gelecek mülteciye, her yaşam tarzına saygı duymak zorunluluğu baştan gösteriliyor.

İnteraktif çalışmalar da var...

Kartondan kurulan evlerde aile kavramlarının ülkelerde çeşitlenebileceği maketlerle anlatılıyor. Eşcinsel ailelere ayrımcılık yapamayacakları söyleniyor. Sınıflarda adaylar ayağa kaldırılarak gidecekleri ülkelerde nasıl selamlaşılacağı, uygulamalı olarak gösteriliyor. Tokalaşmayı reddedenlere bunu yapamayacağı söyleniyor.

Musluktaki mavi soğuk-kırmızı sıcak, uçakta tuvalet olduğu bile anlatılıyor. Batı toplumunda dokunmanın hoş karşılanmayacağı, başkasının çocuklarının izinsiz sevilmeyeceği... Kısacası sosyal-kültürel düzen ayrıntılarıyla öğretiliyor.

TAHARET MUSLUĞUNUN ÖYKÜSÜ

Gittikleri ülkelerin hukuk kuralları da öğretiliyor. Konuştuğum mültecilerin unutamadıkları var. Mesela mülteciler, balkona çamaşır asarsa, çocuğunu evde yalnız bırakırsa, sokakta alkol alırsa ya da kapalı ortamda sigara içerse, aile içi şiddetin faili olursa ceza alacağını bu eğitimlerde öğrenmiş. Onlar için hazırlanmış videolar var. Gittikleri ülkenin sağlık ya da eğitim sistemi hatta polis durdurursa nasıl konuşması gerektiği dahi videolarla anlatılıyor.

Aldıkları mülteci eğitimi öyle ayrıntılı ki...

Bir mülteci, daha ülkeye gitmeden başlayan ve gittikten sonra devam eden eğitimle, toplu taşıma kullanmayı, marketten alışveriş yapmayı, faturalarını takip etmeyi hatta aile ekonomisini nasıl yöneteceğini öğreniyordu. Bir tanesi gittiği ülkede taharet musluğu bulamayabileceğini bu süreçte öğrenmiş, kendisine tuvalet temizliği anlatılmıştı. Söylediğine göre yine de evine taharet musluğu taktırmanın yolunu bulmuştu.

Mülteciler gittikten sonra da entegrasyonlarının takip edildiğini anlatıyor. Bir mülteci, gittiğinde ilk ay kendisine çalışma izni çıkarıldığını, çocuğunun okula kaydedildiğini söylüyor. Çocuğunun adaptasyon programına dahil olduğunu, bu süreçte dil öğrendiğini ifade ediyor. Engelli olan bir mülteci, gittiğinde hangi işlerde çalışabileceği konusunda rehberlik aldığını aktarıyor.

ÜMMET - ENSAR KILIF OLDU

Kısacası Batılı ülkeler, önce kaç mülteciyi taşıyabileceğine karar veriyor. Sonra terör ya da uyuşturucu gibi güvenlik sorunlarına neden olmamasını netleştiriyor. Ardından hangi cinsel yönelimden, hangi inançtan, hangi yaşam tarzından olursa olsun kendi vatandaşının rahatsız edilemeyeceği bilincini mültecide oluşturuyor. Üstelik bunu depo olarak kullandıkları Türkiye’de gerçekleştiriyor.

Hangi ülke olursa olsun, elbette mülteci hayata çok geriden başlıyor. Ancak Batılı ülkeler entegrasyon koşullarını yaratarak onları sisteme dahil ediyor. Haliyle mülteci, ülkenin farklı ama doğal parçası olabiliyor. Üstelik buna rağmen, bize göre az sayıdaki göçmen hâlâ Batılı ülkelerin sorunu. Aşırı sağın yükselişinin nedenlerinden biri de bu.

Biz mi? Dünyanın en büyük sığınmacı nüfusunu barındıran Türkiye’nin hiçbir somut politikası, hiçbir ciddi sistemi yok. Akın akın gelenler, serbest dolaştıkları şehirlerde gettolar kuruyor. Patronlar için ucuz işgücü, fuhuş ya da uyuşturucu çeteleri için insan kaynağı, radikal gruplar için eleman deposu oluyor. Çocukları ise dillerini bilmedikleri ülkelerde, kendilerinin olmayan kaderleri yaşıyor. Zaten kendisi de açlıkla, yoksullukla sınanan Türk milleti, birkaç yılda mahallesini dolduran yabancılarla gerginliğin ortasına bırakılıyor. Sığınmacıyla kendi vatandaşını yoksullukta, başıbozuklukta, ucuz işçilikte eşitleyenler, bu ahlaksızlığa ümmet kardeşliği ya da ensar kılıfını giydiriyor.

Biraz kafamızı kaldırsak elin oğlu bu işin nasıl yapılacağını, uzakta değil aslında bizim ülkemizde bize öğretiyor.

31 Ekim 2021 Pazar

Cumhuriyet ve Eğitim

“... her kentte iki karşıt eğilim vardır; halk, büyükler tarafından güdülmek ve ezilmek istemez, büyüklerse halkı gütmek ve ezmek isterler; bu iki ayrı eğilimden, kentte şu üç sonuçtan biri çıkar: prenslik, özgürlük (cumhuriyet) ya da kargaşa.

Kitaptaki dipnot: Özgürlük, cumhuriyet olarak değerlendirilebilir, çünkü Machiavelli için cumhuriyetin ana niteliği özgürlüktür.”

Niccolò Machiavelli (1532)

Bunların yazıldığı tarihte yeryüzünde ciddi bir cumhuriyet deneyimi yoktu. En son büyük cumhuriyet yaklaşık 1500 yıl önce yaşanmıştı. İlk güçlü cumhuriyet de yaklaşık 300 yıl sonra kuruldu. Roma İmparatorluğu tarihini ya da onun öncesi Akdeniz uygarlıklarını ve tartışmalarına dair bir şeyler okuyunca bugün tartıştığımız bazı şeylerin bir kitap hacminde olduğunu, “cumhuriyet”in ise bir kütüphane hacminde yer aldığını söyleyebiliriz.

Bugün antik kentlerde gördüğümüz tiyatrolar gibi halkın toplanıp kararlar aldığı anfiler vardı.

Sonra arenalar, oyunlar; soytarı ve dalkavuklar çıktı. İnsanlar bunları izledikçe söz haklarını kaybettiler.

Bir gün neyi kaybettiklerini fark ettiler.


* * *
Bizim yaşamlarımız birer kitap sayfası ise cumhuriyet büyük bir kütüphanedir.

Eğitimi, çocuklarımızın büyüdüklerinde becerilerini en iyi şekilde kullanmaları ve iyi bir meslek kazanmaları olarak görürüz. Öğretmenler için öğrencilerinin başarısı birer gurur kaynağıdır. Bizim gibi cumhuriyetin öncülük ettiği modern eğitimin amaçlarından birisi de yetkin cumhuriyet yurttaşlarını yetiştirmektir. Cumhuriyetin yaşaması ancak buna bağlıdır. Hak, görev ve sorumluluklarını bilen; kendisini ilgilendiren yasa ve kurallardan haberdar; bu bağlayıcı kurallar değiştirilmek istendiğinde fikri sorulan; gerektiğinde bunu destekleyen gerektiğinde bunları protesto eden kişidir yurttaş. Cumhuriyet ile yurttaş bağının hastalandığı toplumlarda seçim de olsa halk kendilerini ilgilendiren kanunları, değişen vergileri değil; arenadaki oyunları, dalkavuk ve soytarıları izlerler. İnsanlar gibi toplumlarda hastalanır. Öyle bir yerde halkın cumhuriyet yönetimi katılımı aldatıcı bir illüzyondur. Çıkar grupları, şirketler, dini gruplar ve başka amaçları olan çeteleşmiş gruplar kanser gibi her yeri sarar. İyileşmesi en büyük dileğimizdir. Umarım hastayı kaybetmeyiz.

Demokratik işleyişi oturmuş kimsesizlerin kimsesi olan bir cumhuriyet için “Yaşasın Cumhuriyet!”.

5 Aralık 2020 Cumartesi

- Ankara Otobüsleri

 - Ankara otobüsleri ki

Eski,

Yenileri bile eskimeye meyilli

                                    zaten,

Ve okuduğu 

kitapları bırakıp

ya

    ölümün bu kadar

zor olduğunu bile 

bile

bu kadar kolay 

yaşanır mı?

- canım annem

                    2004

                            2004

29 Kasım 2020 Pazar

yoksun

buluşma'k yerine,

uzatılmış yollar çıkar buraya

siz de mi geldiniz.

oncanın gidip geçtiği gün

sen de çıktın yola

sanki şehirden düşen

bir sensin şimdi

arayıp durur sesler içinde

yoksun yoksun

yoksunuz.


2019




14 Ağustos 2020 Cuma

Brütüs'ü beklerken

İnsan da toplum da karakterini mücadele ile kazanır. Mücadele etmeyenin karakteri de gelişmiyor. Son 18 yıl vatandaşı kul etmek için çalıştılar. Her tür muhalefeti korku ile bastırdılar. 
Şimdi... Bunlar yokken... 
Brütüs'ü bekliyoruz.

7 Ağustos 2020, Cuma

19 Ağustos 2019 Pazartesi

tkp'de taşlıtarla kavgası

Taşlıtarlaya burun kıvırıp büyükşehre hayallerinin peşinde giden genç işler yolunda gitmeyince eve geri döner. Evdekiler bir taşlıtarla için birbirine girerler.

Taşlıtarla'da hakkım var diyen küçük kardeş ise büyükşehre giden genç tarafından egale edilmiştir. Yani, hani derler ya ayak oyunlarıyla. Toplandıkları odada küçük kardeş konuşacakken genç adam ve arkadaşları üzerine yürüdüler. Hazırlıklıydılar. O da yolunu ayırdı.

***
Sanırım tekrar okumanız lazım. İroni bazen mülkiyet ilişkileri ile anlatılır. Az-uz TKP tarihi bilen herkes Taşlıtarla'nın İstanbul'un (zamanında) yoksul semtlerinden olduğu ve TKP'nin örgütlenip saklandığı yerlerden olduğunu bilir

***
Ayrıca "taşlıtarla" Anadolu'da çok çaba isteyen karşılığında az ürün veren yerdir. Eski-yeni bütün TKP'lerin seçmek zorunda kaldığı da budur. Yanlış değildir ama zordur.

***
Her biri ile iyi kötü muhabbetim olan insanların birbirine çemkirmesini daha vahim olayların olmasını izlemek bizlerin (bu işlerin dışında duranların) hiçbirinin hoşuna gitmiyor. Bunların kan davasına dönüşme olasılığı var. Bu da büyük bir fenalık olur tarihimize.

***
Haklı ve doğru yolda olduğunu düşünüyorsan bir feveranla olaylara atlamak yerine işine bakıp "su akar yatağını bulur" diyeceksiniz. Sabır ister ama sonu iyidir.

***
Benim emekçi kimliğimi geldiğim yolu kimse sorgulayamaz. Sipli olmadan önce de sosyalizme açıktım sonra da; SİP ile tanışmadan önce de emekçiydim sonra da... Tercihimde doğru yaptığımı hep inandım. Hala inanırım. Adı ne olursa olsun partilere değil, sosyalizm düşüncesine bakarım. Onun toplumda aldığı yola bakarım.

***
Bir komünist kişilere gruplara değil programa bakar: SOSYALİZM PROGRAMINA. Diğer her şeyi ona göre tartar. Böylece biter kabile kavgasına benzer şeyler.

***
Taşlıtarla'da kalan, şehre giden genç ve küçük kardeşin kimler olduğu bellidir. Açıklamak okuyanların zekasına hakaret olacaktır.

***
Bu toplumun içinde türüyen kötülüğü görüp yaşadıkça mücadelenin değeri anlaşılıyor. Sözümü hep ona göre ediyorum. Herkese selamlar. 

10 Haziran 2017

PASAJ: Direnmenin Estetiği'nden

İdeallerimize duyduğumuz güven içinde dokunulmaz olduğumuzu sandık. HAKİKAT* ya da ADALET olarak adlandırdığımız daha yüksek bir gücün gazabına güveniyorduk. Adeta onun bütün yalanları ve yanlışları süpüreceğini varsaydık. (...) Ne bu tarihsel anda birlik olup ayakta kalmaya ne de liderlerimizi** korumaya özen gösterdik. 

Kaynak: Direnmenin Estetiği
* Metinde hakikat yerine gerçek yazıyor. Gerçek ve adalet sözcüklerini ben büyük harfle yazdım.

** Lider diye kastedilenler Rosa Lüksemburg ve Karl Lienchbeht, başarısızlığa uğrayan Alman Devriminin öncüleri... Düzen adamları tarafından katledilip cesetleri kanalizasyona atıldı.

Dolamayı Dolamayı (Kıbrıs Türküsü)


Dolama Dolamayı
Getirin Bağlamayı
Nerden Öğrendin Hanım
Sen Oyun Oynamayı

Çiğ (yağmur) Yağar Tekerlenir
Öptükçe Şekerlenir
Çiğ Yağar Yerde Kalmaz
(Bu) Güzellik Sende Kalmaz

Akşam Ben Uyumadım
Uykuma Doyamadım
Gasavet Bastı Beni
Yâr Gelmiş Duyamadım

Çiğ Yağar Tekerlenir
Öptükçe Şekerlenir
Çiğ Yağar Yerde Kalmaz
(Bu) Güzellik Sende Kalmaz

(Kıbrıs) Rüştü Eriç-Ahmet Yamacı


dolama dolamayı
getirin bağlamayı
yavrum nerden öğrendin
sen böyle oynamayı

aman aman elinden
öpsem dudi dilinden
aman aman elinden
sarsam ince belinden

yağmur yağar tekelenir
öptükçe şekerlenir
yağmur yağar yerde kalmaz
bu güzellik sende kalmaz

akşamdan uyumadım
uykuma doyamadım
gafilet bastı beni
yar gelmiş duyamadım

aman aman elinden
öpsem dudi dilinden
aman aman elinden
sarsam ince belinden

yağmur yağar tekelenir
öptükçe şekerlenir
yağmur yağar yerde kalmaz
bu güzellik sende kalmaz

iki civan oyunda
elma tüter koynunda
ne güzel oyun oynar
köçeklik var soyunda

aman aman elinden
öpsem dudi dilinden
aman aman elinden
sarsam ince belinden

yağmur yağar tekelenir
öptükçe şekerlenir
yağmur yağar yerde kalmaz
bu güzellik sende kalmaz

Kıbrıs, kaynak kişi: rüştü eriç

3 Ağustos 2019 Cumartesi

Uzağa mı bakmalı, yakına mı

Askerde teçhizatlı 3 km koşacaktık. Yer Erzurum Oltu, vakit şubat ayı... Teğmen geldi uzağa bakın, yakına bakıp sakın koşmaya ara vermeyin diye bir ton laf söyledi. Ardından yüzbaşı geldi. Anlatılanları duymamıştı. Sakın uzağa bakmayın önünüzdeki arkadaşın ayaklarını takip edin, uzağa baktıkça yol bitmez görünür yorulursunuz demişti. Sizce hangisi doğrudur? (o yolu iki kere koştum. İlkinde 2 hafta nasıl nefes aldığımı bilemedim. Ciğerlerim yokmuş gibi geçti.)

Sözün özeti siyasetinde bir, haddinde uzağa bir de, haddinden yakına odaklanını olur. Cidden dengeli bir noktayı belirlemek güçtür. Çoğunlukla da bunun tam neresi olduğu kestirilemez. Öyle ya da böyle süreç yaşanır geçer.

bu bakışlar sonucunda kimse uzak/yakın görüş namına birilerinin yağma sofrasına oturmasın. Yanlış çabadan ciğer şişse de iyileşir. Ama o sofrada yediğin ekmek hep yüzüne yüzüne vurulur: eskiden oturanlar yetmez ama evetçidir; yenileri ulusalcı, avrasyacı denir.

29 Temmuz 2019 Pazartesi

31 Mart 2019 Yerel Seçim Sonuçlarına Dair Notlar

1. Akp yenilgiyi kabul etmedi/edemez.

2. Yenilmediğini gösterecek bir fırsat arayacaktır.

3. Reyizin barışma sözü eski yeni küskün partilileredir. Muhaliflerin umutlanması saçmadır.

4. Para kaynakları kesildikçe daha da kuduracaklar. Halk olmazsa bu iş başarılamaz.

5. Esas mücadele şimdi başlıyor.

6. Eğer ekonomik kriz öncesi olsaydı seçim tekrarlanırdı.

7. Tayyip, koşullar zorladığı için mazbatayı verdi.

8. Önce Akp içindeki kavganın büyümesi lazım.

9. Böylece ellerindeki rantı almak kolay olacaktır.

10. Her şeyin kontrolden çıkmasına az bir zaman kaldı. Sağ olsun reyiz bunu da başaracak.

11. Damat için bir şey yazmıyorum. Sağda solda onun için her laf söyleniyor. Bu yeter.

1 Nisan 2019

28 Temmuz 2019 Pazar

Bir Fıkra...

ki İstanbul'da kayıkçılardan biri zamparalığıyla ünlenmiş. Kayığına tek binen bütün kadınlara artık yavuklusu gözüyle bakılır olmuş. Bunu bilen bir kadın kayığa tek binmek istememiş. Ama gelen giden olmayınca "Konuşmam edebimle otururum" deyip binmiş. Biraz açıldıktan sonra kayıkçı mırıldanmaya başlamış. "Derlerrr... derleeerrr... derrllleer...... " diye. Epey böyle sürmüş. Kadın dayanamayıp sormuş:
— "Ne derler?".
Kayıkçı, sırıtarak:
— "Kayığına bindi derler" demiş.

Bu kadın-erkekle ilgili bir fıkra...

• * *
Kimi vatan kurtaracağız, edebimizi bozmayacağız, yoldan çıkmayacağız diye saraylının kayığına biner.

Kimi halkların kardeşliği, demokrasi gelecek ses etmeyelim diye bir başkasının kayığına biner.

Gün geçer devran döner: ne yaparsan yap o kayığa bindin derler.

17 Nisan 2019 Çarşamba

bir, haddinde uzağa; bir de, haddinden yakına

Askerde, teçhizatlı 3 km koşacaktık.
Yer: Erzurum Oltu; vakit, şubat ayı...

Teğmen geldi uzağa bakın, yakına bakıp sakın koşmaya ara vermeyin diye bir ton laf söyledi. Ardından yüzbaşı geldi. Anlatılanları duymamıştı. Sakın uzağa bakmayın önünüzdeki arkadaşın ayaklarını takip edin, uzağa baktıkça yol bitmez görünür yorulursunuz demişti. Sizce hangisi doğrudur?

İlk koşu birçok acemiliğime geldi. Koşu başladığında kimi subay ve uzman çavuşlar kamyona bindi (ve indirildiler). Kimi kışla görünene kadar mg3 taşıyan Diyarbakırlı çocuğa silahlarını vs. verdiler. Şaşılacak derecede dayanıklı çıkmıştı çocuk: Hem en önlerdeydi hem de mg3'ü yanında dört-beş silah taşıyordu. Elbette o komutanlar da (uzmanlar, astsubaylar, teğmen vs.) biz uyanık olmayanlar da bu koşuyu bitirdik. O yolu iki kere koştum. İlkinde 2 hafta nasıl nefes aldığımı bilemedim. Ciğerlerim yokmuş gibi geçti günler. Onca uğraşa rağmen sonuncu gelmiştim. Ciddi bir de hastalık başlamıştı. Ama silahımı ıvırı-zıvırımı ben taşıdım. Ortada komutanım diye gezip silahını başkasına veren, kamyona binen/asılanlara da ona göre değer verdim.

İkinci koşuda, durumu bayağı düzelttik, yardımsız.

* * *
Sözün özeti siyasetinde bir, haddinde uzağa bir de, haddinden yakına odaklananı olur. Cidden dengeli bir noktayı belirlemek güçtür. Çoğunlukla da bunun tam neresi olduğu kestirilemez. Öyle ya da böyle süreç yaşanır geçer.

Bu bakışlar sonucunda kimse uzak/yakın görüş namına birilerinin yağma sofrasına oturmasın. Yanlış çabadan ciğer şişse de iyileşir. Ama o sofrada yediğin ekmek, sorumluluklardan kaytardığın hep yüzüne yüzüne vurulur: "eskiden oturanlar yetmez ama evetçiydi; yenileri ulusalcı, avrasyacı" denir.

http://www.aydinlik.com.tr/209435

16 Mayıs 2018 Çarşamba

Anne - Haydar Ergülen

Sahi senden mi doğdum anne
Yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken
bir insandan mı doğar bir çocuk

Anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı
Kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa
Kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu

Bu kez dağlar doğursun beni anne
Sen de ılık bir yağmur ol
Durmadan yağ kanayan yerlerime

Haydar Ergülen

Gazetecilik ve Sanat (Journalism and Art by) Norman Lindsay


"Burjuvazi ılımlı evet istiyor"

"Doğan Medya Grubu'nun sahibi Aydın Doğan önceki akşam Hande Fırat'ın düğünü için Ankara'ya özel uçağı ile geldi. Uçağın Aydın Doğan dışında üç yolcusu daha vardı. Biri Aydın Doğan'ın kızı Vuslat Doğan. Diğeri eski İçişleri ve Adalet Bakanlarından Mehmet Ağar ve diğeri de Habertürk yazarı Nagehan Alçı." 
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/can-atakli/mavi-marmaradaki-kudus-nedir-2121411/ 
http://t24.com.tr/haber/hande-firatin-dugununde-rasim-ozan-kutahyalinin-hurriyete-transferi-konusuldu,506917 
https://odatv.com/dogan-holding-ucaginda-surpriz-isim-0612171200.html
Evet, böyle saçma sapan haberler takılıyorum.

* * *

Tarih hakkında yazarken bilemediğimiz şeyler vardır. Bizler tarihçi değiliz. Tarihçilerin bile uzmanlık alanında bilemedikleri çok şey vardır. Araştırmanın amacı biraz da bilinmeyenleri keşfetmektir. Gelecekte olacaklara dair yazılarda benzer bir bilinemezliği taşır. Tarihçi olmuşla ilgilenir, sol siyasetçi/mücadele insanı, olacak olanla. Yine de bu kadar tersi yönde iki alanın karşılıklı beslenmesi vardır.

Diyelim, tarih bilgimiz kıt, siyaset bilgimiz gerçekten uzak. Ama hissimiz işlerin ters gittiğine dair. Çünkü bu bahsedilen şeylerin hayatı nasıl etkilediğini görebiliyoruz. Siyasal ve iktisadi dolayımların alenen görüldüğü bir zamandayız. Kral çıplak da, çıplak...

2017 de yapılan referandum neredeyse her yıl bir seçim yapan parti militanlarını yorulduğunu işaret etmişti. Her yıla birkaç siyasi proje ile giren parti tıkanmıştı. Bu göründü. Ama bir arkadaşın dediği gibi: "Burjuvazi ılımlı evet istiyor"du. Öyle de oldu.

Böylece kontrolsüz bir yönetime (daha doğrusu adama) sınırı çizdiler. Bunun bilinçli ve planlı bir iş olduğunu söylemiyorum. Yine de yarım ağızlı bir onayın buna yol verdiğini düşünüyorum. Ayrıca başka değişkenleri ve burjuvazinin tam bilinç eylemi görmüyorum.

* * *
Buradan sıkıldık. Buradan kaçlak istiyoruz. Tam kapıya gelince birileri önümüze çıkıp "yoo nereye böyle hesabı ödemeden" diyor. Bu durumdayız

Biz, derken gidişattan korkan kaygılananları kast ediyorum. Ortak bir programımız yok. Ama olana dair kaygımız çok. Ben de bu toplam içerisindeyim. Herkesi eşitlemek zorunda değiliz. Herkes yoldaş ya da kankamız değil. Nihayetinde bir değişim için bir arada görünüyoruz. Sonrası?

Sonrasını sonraya bırakıyorum. Çünkü tarihçilerin aradığı bilinmez eksik parçalar gibi siyasetinde bulamadığı gelecek bilgisi vardır. İşte o da buralarda... 

+ Ne olacak? 
- Bilmem.

+ Yine de emekçiler için adil bir dünya gelecek mi? 
- Muhtemelen hayır. Ama yıkılış toplumu ayakta tutan modern kesime göre olursa emekçilerin hakkını yemek daha zor olacaktır. Elbette yıkılışın, tersine üzerimize olması da var. Bu durum da ne olacağını da düşünmek istemiyorum. Yine de bugünü aramak istemem.

* * *
Bu memlekette...
+ Her seçim yeni bir seçime kadar nadasa bırakılmış tarla gibidir.
+ Partiler gizlenmiş proje yürütücülerdir.
+ Kimsenin kazanamayacağı bir seçim yoktur. Sadece kazananın sürprize bırakılmayacağı seçimler vardır.
+Ttürkiye de seçim bir değişim değil. Bir güç gösterisidir. Riskleri vardır. Güç gösterisi halk beni destekliyor demek için yapılır. Ama bir başkasının gelip ayağınızı kaydırma ihtimalini de taşır.
+ Türkiye toplumu karakteri yarım kalmış bir halktan oluşmaktadır. Bozucu etkiye karşın Türkiye'nin temelinde samimi emeği olan insanlar bir karakteri oluşturabilir. Diğerleri karaktere ve ilkeli tutumlara düşmandır.
+ Yenilmek yoktur biz de uyum sağlamak vardır. Yenilen uyum sağlamak mecburiyetindedir.
+ Türkiye de herkesin uyum sağladığı bir değişim yoktur.
+ Yine de cumhuriyet en çok uyum sağlanan değişimdir. Evvelinde 2. Mahmut değişimleri gelir.
+ İlerici değişimler, emek ve çaba isteyip karşılığında düzen ve kural verirken; gerici değişimler yağmalanan para, mal, mülk verip keyfiliği yaşatır.
+ Bunların sonunda olacak tek şey ölümlü bir varlık olduğumuzu öğrenmek olacaktır.

Seçimler (aklımda kaldığıyla)
2002 genel seçimleri
2004 yerel seçimler
2007 erken genel seçim
2008? referandum - cumhurbaşkanlığı
2009 yerel seçim
2010 refrrandum
2011 genel seçim
2014 yerel seçim
2014 cb seçimi
2015 genel seçim
2015 genel seçim tekrar
2017 referandum
2018 çb ve meclis seçimi

Neredeyse bir buçuk yıla bir seçim düşüyor.
* * *
Yapılacak bir şey yok.

28 Kasım 2017 Salı

"Tükürürüm Böyle Belediye Hizmetine"

Melih Gökçek, Ankara Belediye başkanı olduğunda çeşmeden su içilebiliyordu. Gittiğinde herkes evine damacanayla su alıyor. Bence konuşulması gereken şey bu? (Bu, İstanbul ve benzeri diğer şehirler için de geçerlidir. Belediyecilik hizmetlerindeki beceriksizliği dincilik, sağcılıkla örtülmesine izin verilmemelidir.) 
Yoksa birçok arzusunu yaşamamış bir çocuğun şehri plastik, zevksiz, adi tuhaf şeylerle doldurması hakkında psikologlar-pedagoglar-psikiyatrlar-çocuk gelişimciler konuşmalı. Altında ne yatıyorsa bunların, bizi aydınlatmalılar.
***
Gökçek, hazır metro-ankaray sistemi üzerine kondu. 23 yıllık başkanlık döneminde onca olanağa rağmen 1 (bir) durak ekleyemedi sisteme. En sonunda devlet yaptı.
Melih Gökçek adını duyunca arkasında: "Tükürürüm böyle belediye hizmetine"  demeliyiz. 
***
Melih Gökçek, ideolojik bakışın bir şehri nasıl kavurduğunu, nasıl çöle çevirdiğinin ifadesidir. Göz göre göre bu ahmaklığın kurbanıyız. Sağcı ideolojik fanatizm bu sürecin hem suçlusu hem de kurbanıdır. Kendileri ile ülkeyi de batırdılar. Bir şehrin 25 yılını çaldılar. Olan Ankara'ya olmuştur. Bir zamanlar birçok başlıkta ülkenin en ileri şehrini tam anlamıyla çöle çevirdiler. Seviyesiz, derinliksiz, yoz, taklit ve plastik bir şehir yarattılar. Cumhuriyet nefreti ile yaşayanlar sevinebilirler. Biz asla...
Melih Gökçek, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, İsmail Kahraman... 1960'ların soğuk savaş mahsulü idiler. Hiçbir zaman oradan çıkamadılar.   
***
İki hafta önce Ankara'daydım. Önceden de dikkatimi çekmişti. Ankara Büyükşehir Belediyesi, İstanbul'la aynı kaldırım taşlarını döşüyor. Aradaki tek fark işçilik: Özensiz, rastgele, bir taşla diğer taşın hizası uymuyor. Alttaki betonu da yemişin Melih. (O ihaleyi iki ilde kazandıran daha da çok yemiştir.)
5. Kasım 2017  
***
"Melih Gökçek, Tayyip Erdoğan'ın okumuşudur."
19 Ekim 2017 
Melih Gökçek, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, İsmail Kahraman...
1960'ların soğuk savaş mahsulü idiler. Hiçbir zaman oradan çıkamadılar.

Kanlı Pazar,
Cumhuriyet Gazetesi, 17 Şubat 1969

Altın Nal (The Golden Horseshoe, 1886) — Michael Harnett

Altın Nal (The Golden Horseshoe, 1886) — Michael Harnett

9 Kasım 2017 Perşembe

Komutanın masasındaki İngilizce dergi

Bazı anların, ne anlattığını çok yıllar sonra ararsınız. Önce şöyle anlatayım: üç-beş Macar askeri diyelim. Gönderildiği bölüğün komutanının odasına ilk kez girerler. Bomboş masasının üzerinde sadece haftalık İngilizce yayınlamış bir Amerikan dergisi vardır. Sizce o askerler ne düşünür? Bilemeyiz. Çünkü her toplum, kişi; durum; zaman farklı. Bilemeyiz elbette. Bilemeyiz ama bu durum bir o kadar tuhaf gelir. 
* * *
Bir de durumu şöyle anlatayım Aralık 2004 tarihinde acemilik sonrası gönderildiğimiz birliğe teslim olduk. Komutan, biz üniversite mezunu, kısa dönem 12 askeri odasına çağırdı. Masasının üzeri neredeyse boştu. Ama tam önünde masanın ortasında doğru İngilizce Newsweek dergisi vardı. Bariz sırıttığını düşünmüştüm. Bizler, üniversite okumuş gençleriz, anlarız birbirimizi diyerek konuştu komutan. 
ABD'de 2. üniversite okumak isteyen birinin gelmesine şaşırdı ve niye geldin diye gülerek sordu. (Hala yürürlükte mi bilemiyorum. Ama 2. üniversite okumak için askerlik bitirmek şartı vardı. Yurtdışı dahil.) O görüşmede komutan için tek bir değerlendirmem oldu: Natocu, Abdsever. Düşünmediğim olasılık Fetullahçı olmasıydı. Yine de bilmiyorum. Komutanın ismini anımsamıyorum. Kısa süre komutanlık yaptı. Sonrada kurmaylık bir şeyleri için Abd'ye gitti. 
Askeriyedeki bozulmanın çok yüksek olduğu görülüyordu. Acaba kısa dönemlere tezlerini yazdıran subayların kaçı Fetullahçıydı? Bazen tanıdığım komutanlardan kaçı Fetullahçı çıktı diye düşünüyorum. Eminim vardır. Aynı zamanda Natocu ve cebini düşünenler de vardı. Askerlikten anlayan subaya, astsubaya rastlamak daha zordu. Urfa'nın köyünden gelen okuma-yazma bilmez gence MKE yapımı gece görüş dürbününün özelliklerini ezberletmeye çalışan teğmenler, astsubay ve uzman çavuşlar kendilerini yırtıyorlardı. Oysa, o dürbünün: Nerede, ne amaçla, nasıl kullanılacağına dair tek bir bilgi vermiyorlardı. Hem öğrenmesi de kolaydı. 
Askeriyede askerlikten şikayet eden subay ve astsubaydan daha çok bir şey görmedim. Bir de saçma sapan eleştiriler. En bilindik örneği de "en basit şeyin bile -komik geliyordu- kurallı ve kontollü olması" idi. Bir de anlaşılmayan ceza uygulamaları vardı. Bu lakırdılar bana hep zevzekçe gelmiştir. Gayet iyi okullardan mezun askerler bile nedenini çok anlamıyordu. Çünkü kendisi zeki idi ve bu kurallar onun zekasına hakaret idi. Tüm askerlerin de kendisi kadar zeki (!) olduğunu düşünüyorlardı. 
* * *
Türkiye'de insandan kurumlara, kurumlardan sisteme her yerde ağır bir kokuya sebep çürüme içerisindeyiz. Bu toplumu "halktan" olma iddiasıyla şırınga edilen dincilik çürütüyor. Şayet işler çöküş olmadan yola girerse arada bayağı ilginç bir dönem geçmiş; üstüne üstülük her biri diğerinden özgün nice olaylar yaşanmış olacaktır.

5 Kasım 2017 Pazar

"Yavrummm, ulu tanrıdan dilerim..."

Araştırmalar olgu ya da ilişkiler üzerine yapılır. Türkiye'de araştırılacak konu yığınla var. Ancak araştıran yok. Bu işleri yapması gereken onca akademisyenimiz var. Bir kısmı işinden atıldı. Yine de bu ülkeye özgü başlıklarda araştırma o kadar az. Şaşırtıyor. 
Mesela, bir zamanlar halk oyun, masal ve türkülerini toplamak için uğraşanlar oldu. Elde birikenler bugün hala önemli. Kimi yerel giyim-kuşamı araştırdı. Ne kaldı geriye bilemiyorum. 
Benim isteğim, çok özel bir konuda. Özellikle yurtdışında çalışmaya gidenler ile kalanların gelişen teknoloji ile yapmaya başladıkları "kaset mektuplaşmaları" mektuplaşmaların dışında hem dili hem bir çok başlığında özel olduklarını düşünüyorum. Ama ne bu kayıtlara ulaşmak mümkün ne de buna dair bir araştırmaya. 
Böyle bir kasedi yıllarca önce dinlemiştim. Kalabalık bir grup içinde kaydedildiği belliydi. Ağlamaklı bir kadın sesi: 
"Yavrummm, ulu tanrıdan dilerim..." diye başlıyordu. 
Bir zamanların en büyük izleri onlarda gibi geliyor bana.

11 Ekim 2017 Çarşamba

Reenkarnasyon, Umut Sarıkaya

Yıl 1972


2015
Reenkarnasyon, Umut Sarıkaya

K: https://www.facebook.com/UmutSarikayaDunyasi/photos/a.189903121482046.1073741829.189315744874117/323352881470402/?type=3&theater

2 Ekim 2017 Pazartesi

Kurt Kanunu

Düşene vurulmaz. Çok doğrun, güzel doğrun, on doğrun olur; sen de en doğru olabilirsin. Az susarsın. 
* * *

İster Abd'de olsun ister Türkiye'de ya da dünyanın başka bir yerinde dinciler, sağcılar ve onların tarikatları (örgütleri) düşmanlarına karşı her tür sahtekarlığı yaparlar. Sizi düşman görüyorlarsa bir şekilde oluşmuş hukuk kuralları içinde suçlu durumuna düşürmek için uğraşırlar. Toplumun en hassas ayarlarına oynarlar. 
Bknz: Gezi Direnişinde "Camide içki içtiler" yalanı... İçkinin yasak olduğu bir dinin ibadethanesinde yapılana bakın, yalanıydı. 
Bknz: Yine aynı dönemde "Kabataş'ta çocuklu kadına saldırdılar" yalanı... Önce "kadın beyanı esastır" hakkının arkasına saklanmaya çalıştılar. Ama iddialar o kadar gerçek dışıydı ki fazla dayanamadı. Yine de "masum bir kadın(!) ve bebeğine saldırı" tribünlerde iyi ses yaptı. İçsavaş çıkarabilirdi. Yalancı gelinin, yalanında uçması işleri bozdu. Kimse, onlarca yarı çıplak deri pantolonlu adam görmemişti. Yine de bu yalancı kadının neden böyle bir yalan söylediği daha ilgi çekti. Fetullahçı polisler de onlarca hafta küçük bir delil için arandı durdular.
Bknz: TSK'ya yönelik darbe davalarında ortaya atılan ve Fetullahçı meşhur  Taraf gazetesinin başlık "Fatih Camii Bombalanacaktı". Odatv Davası'nda tutuklananlar için attıkları "Gazetecilikten Tutuklanmadılar" başlıkları ve içinde yazanlar. Bu kadar sahtekar yalancı insanların nasıl ahlakın hakim olduğu bir dünya kurabilirler. Zaman gazetesinin aynı davada "Savcılık: Gözaltıların Gazetecilikle ilgisi yok; Açıklanamayacak Deliller Var" yalanını unutan mı var.
Bu bile bunların yeryüzünün neden en kötü insanları olduklarının bir göstergesidir. Hepsi de dinlerin aldatıcı güler yüzü arkasına saklanırlar. Arkadaki çürüme... Bizi de çürüten çürüme... 
* * *

Bu ve benzer yalan, komplo ve çamur atmada bir numaraya Fetullahçılar oturur. 
Cezaevindeki Fettullahçılar beddua seansları yapıyormuş. Mücadele etmiyorlar, kötülük istiyorlar. Çünkü onları o cezaevine sokan şey mücadeleci kimlikleri değil omurgasız çıkara dayalı sahtekarlıkları... Toplumda destek görmeyişlerinin sebebi de yaptıkları kötülükleri. Bukalemun gibi her kimliğe giren hiçbir omurga taşımayan dinci bir grup bu ülkeyi yönetebileceğini sandı. Zavallıca... 
Toplum o kadar uçmadı. Ama hukuk, adalet vs. başlıklarında toplumu çürüttüler.

Zavallı görüşlerini topluma zerk ettiler. Yalnız değillerdi elbette... Ortakları ile birlikte çok çalıştılar. 
İnsanların en temel haklarını çiğnediler, yok saydılar. Hala da yok sayılıyor. Kendi çıkardıkları yasaları bile uygulamadılar. Tek değerleri para ve koltuk oldu. 
* * *

Solcuların farkı nedir? 
- Biz, yazılı bir program etrafında ve amaca yönelik mücadele ederiz. 
- Araçlarımızı amaçlarımız belirler ve bunların sınırları vardır. Her şey ve her araç mubah değildir. 
- Biz düşmanlarımızı yenmek isteriz. İsteriz de bunun insan onurunu yaralayarak yapılmayacağını biliriz. 
Daha bir sürü güzel/anlamlı tarihsel süreç içerisinde oluşmuş şey yazılabilir. Bunlar idealler diyelim. 
* * *
Olan ise,
Küçük gruplarımız ve onların dar ufkunda koşuyoruz. Her söylediğimiz olmasa da çoğu yanlışlanan görüşler öne sürüyoruz. Çünkü bazı ciddi nedenleri kaçırıyoruz. 
Ortak amaçlar yerine kişilere göre taraf oluyoruz. Bazen küçük çıkar grupları gibi hareket ediyoruz. Eleştiriye kapalı ve sabırsızız. İnsanları dinlemiyoruz. 
Grubumuzun hedefindeki kişileri imha etmeye çalışıyoruz. Bunun zavallıca bir uğraş olduğunu görmüyoruz. Daha ileri gidip ölüm kararları alabiliyoruz. 
Ölümlere seviniyoruz. Bunlarda saçma sapan bir soyluluk buluyoruz. Oysa ölenin sevdiklerinin ne hissettiğini umursamıyoruz. Ölüm soyluysa biz niye yaşıyoruz. 
Hoşumuza gitmeyen her duruma dair kesin yargılarımız var. Sosyal medyada doğru/gerçek arayışımızı sakatlanmış. Düşman arıyoruz. Düşünceler ve kurumlarla değil; kişilerle uğraşıyoruz. Hepimizin elinde bir tokmak karar merci olarak geziyoruz.  
Kişiler arasındaki ilişkilerde, kişilerin yaşadığı diğer durumlarda üstümüze vazife olmayan şeylere karışıyor, yargılıyor ve çığırtkanlık yapıyoruz. Bununla insanlarına kararlarını etkileyeceğimizi düşünüyoruz. Oysa bu etkinin geçici olacağını görmüyoruz. Gerçek, kum değildir. 
Tek taraflı dinliyoruz. Adil olmanın ilk kuralının iki tarafı da dinlemek olduğunu bilmiyoruz ya da işimize gelmiyor. 
Memleketteki çürümenin etkisidir. Daha onlarca başlığı da vardır... 
 * * *
Eğer gerçeği arıyorsak: İçeriğine dair bilgimizin kısıtlı olduğu süreç ve olaylar hakkındaki yorum ve düşüncelerimiz de muhtemelen hatalı olacaktır.  Bazen bu eksik bilgiler düşündüklerimizi destekler bazen tersidir durum. Kimi zamanda sürprizlerle karşılaşırız. Sağlıklı bilgi, eldeki verinin güvenirliği ve çok yönlü desteklenmesidir. Oysa İnternet ortamı sirkülasyona açık, buradan gelen bilgi ile sağlıklı yorumlar geliştirmek zordur. Bu nedenle basılı materyallere İnternetten daha çok güvenirim.

* * *
Emrah Serbes, bilinen genç bir yazar, senarist... 
Hiçbir kitabını okumadım. Zamanında aldığım Hayvan dergisinde röportajlarını okuduğumu sonradan fark ettim. Bir bölüm dışında senaryosunu yazdığı diziyi de izlemedim. Bir vesile ile bir filmini izledim. 
Tedbirsizlik sonucu yaptığı (hepimizin başka tedbirsizlikleri sonucu olabilecek bir kaza)da iki insanın ölümüne birinin de ağır yaralanmasına neden oldu. Kaza sonrası yaptıkları karışık (kazadan ve cezadan kurtulmak isteyen çoğu insanın başına gelen ve yaptıkları da bunlardır.)... Planlı bir iş değildir. Tedbirsizlik ve kabahatlerle doludur. Yoksa bile-isteye yapılmış bir cinayet değildir. Hepimizin başına gelebilir.
Bu dediklerim elbette suçunu hafifletmez. Yazılanlar, Serbes'i size şirin gösterme çabası değildir. Ama ben de ne hakimim ne de savcı... Ne de eski bir husumeti buraya taşıyacak kadar çakal... (Kendisiyle hiçbir husumetim de yoktur.) 
* * *

Bu kişi ve yaşadıklarından sonra hakimlik ve savcılık makamına toplanmış çok solcu gördüm. Eski hesapların ortaya döküldüğü...

Bu olaydan sonra düşenin dostu olmazı da gördüm. 
Bu talihsiz olaydan sonra kurtluk kanunu da tekrar keşfettim.  
Kimse, adalet için sizin elinize düşmez umarım.
* * *

O olaydan önceye milyonlarca kez gidecek Serbes. "Şöyle yapsaydım, şu olsaydı, beş dakika otursaydım..." Hepsinde de hapishanede gözünü açacak. 

24 Eylül 2017 Pazar

Okullar Açılırken, Eylül 2007

Okullar Açılırken 
Akıldışı kindar-dindar nesil eğitiminde ilk kural: ÇOCUKLARINIZA SAHİP ÇIKIN. 
* * *
Çocuğunun aklı küçükten dinci nefret ve yalanla dolmasın diyorsan tarihin süzgecinden geçip bugüne ulaşmış bilgiye ulaşmasını sağla. Uyduruk hikayelere karşı uyanık ol. Çoğu yalan-dolan-abartı hikayeler ezberletiliyorsa bunlar hakkında BOL BOL SORU SOR. 
* * *
Halkın tercihine sunulacak dedikleri her şey hazır. Oyunlarında piyon olma, katılma, protesto et. 
* * *
Ahlaksızlıkla savaş kazananlar ahlaklı bir toplum kuramazlar. İster bunlar, ister darbeci fetullahçılar olsun. Sahtekarlık doğru insan yetiştirmez. 
* * *
Kendini muhalif ve azınlıkta görüyor olabilirsin.
- En çok üreten sensin
- En çok vergi veren sensin
- İşinde gücünde en nitelikli insanlar senin tarafında
- Dünya ile iletişimi en güçlü olan taraf da sensin
- Açıkgörüşlü ilerici taraf da sensin 
* * *
İlke edinmek tutucu görülür ama akan zamanda en iyi yol belirleyendir. Öğrenirsin değişirsin ama fikirden fikire zıplamak fikirsiz işidir. 
* * *
Politikayı (işlerin nasıl yürüdüğünü) derste sırada öğrenemezsin. Politikayı sokakta, gazetede, muhabbette öğrenirsin. Politikacılara küfretmek yerine kendi politik tutumunu geliştirmek en yararlısıdır. 
* * *
Müfredat (Eğitim amaç ve içeriği), değişir ama istedikleri sonucu ancak beş yılda alabilirler. Bu sonucun istedikleri olmayacağına eminim. Ama bizim istediğimiz de olmayacak. Gerçekleşen küçükten geleceği çalınmış bir halk olacak. 
* * *
- Niteliksiz eğitim, niteliksiz iş demektir.
Doktor olacak çocuk garsonluk yapacak mühendis olacak tezgahtarlık... Sürecin kurbanları onlar olacak. İçlerinde büyük bir kinle yaşayacaklar. 
* * *
Özel sektörde kapıdan içeri sokulmayacak; sorumluluğuna insan-hayvan-makine-araç verilmeyecek insanlar müdürlükten en üst seviyeye kadar memur oldular. (Fetullahçılar da bunu yaptı.) Bunlar, şimdi aktrollük yapıyor. Çünkü o işi bileğiyle kazanmadı biri onu oraya getirdi. Borcu bu. Hizmeti Halka değil efendisine.
Cem Dinlemiş, Uykusuz, Eylül 2007
Bu ülkede "Okulsuz toplum" yolunda çalışan İslamcılar var. Bence, isteyen destek vermeli. Hem okulda pozitivizm, analitik düşünme öğretiliyor. En azından bu iddiadalar... Bu da çeşitliliği, göreli bakışları veremiyor ne yazık. Okul olmazsa bu dertlerimiz olmaz.

Kindar Dindar Cahil

Aysel Tuğluk'un annesinin cenazine saldıran kafa yıllardır var.
Ermeni dölü, Ermenilikten dönme hikayesine gelirsek: özel durumlar dışında dininden dönmek zorunda kalan bir Ermeni güçsüz aleviliği mi güçlü sünniliği mi seçerdi?
Ermeni lafını küfür olarak kullanan çoğu kişinin kökeninden bu kadar emin olması beni şaşırtıyor. 
Çalış Babam Çalış

"motive etme,olumlu düşünme,hayata pozitif bakma"
... BİZ MAAŞLI BUDALALAR DÜNYASI... STRESE GİRİP YUMURTADAN KESİLMESİN TAVUKLAR... 
* * *
Yıllarca zenginlere "nasıl vergi kaçırılır"ı, anlatan adam ekonomi uzmanı öldü. Zenginlerin vergi uzmanı ne iş yapar?
"Büyük vergi uzmanları, vergi kaçırma uzmanlarıdırlar.
Büyük vergi uzmanları çok vergi kaçırabilendir"
* * *
2008'de Fetullah'a beraat kararı veren hakimler şimdi ne yapıyor? Şaşıracaksınız. http://odatv.com/ertugrul-ozkok-kucuk-dilini-yutacak-0809171200.html 
* * *
Aygün, dil/diller bahsini güzel anlatmış. Emin Özdemir'i bilen bilir. Toprağı bol olsun. https://www.birgun.net/haber-detay/emin-ozdemir-178111.html 
* * *
Bir çoğumuz kafa yormuştur bu mevzulara. Toplumun ritüelleri ile çatışmayı sevmiyorum ama kabul etmediğime de baş eğmem. "DİNSEL RİTÜELLER VE SOSYALİSTLER"
Arakan Oyunu

İngiliz ve Abd'nin Arakan oyunu... Türkiye'de yamağı... http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/al-sana-arakan-2007207/ 
Uykusuz, Eylül 2017

Eylül 2017, Leman