Sayfalar

28 Kasım 2017 Salı

"Tükürürüm Böyle Belediye Hizmetine"

Melih Gökçek, Ankara Belediye başkanı olduğunda çeşmeden su içilebiliyordu. Gittiğinde herkes evine damacanayla su alıyor. Bence konuşulması gereken şey bu? (Bu, İstanbul ve benzeri diğer şehirler için de geçerlidir. Belediyecilik hizmetlerindeki beceriksizliği dincilik, sağcılıkla örtülmesine izin verilmemelidir.) 
Yoksa birçok arzusunu yaşamamış bir çocuğun şehri plastik, zevksiz, adi tuhaf şeylerle doldurması hakkında psikologlar-pedagoglar-psikiyatrlar-çocuk gelişimciler konuşmalı. Altında ne yatıyorsa bunların, bizi aydınlatmalılar.
***
Gökçek, hazır metro-ankaray sistemi üzerine kondu. 23 yıllık başkanlık döneminde onca olanağa rağmen 1 (bir) durak ekleyemedi sisteme. En sonunda devlet yaptı.
Melih Gökçek adını duyunca arkasında: "Tükürürüm böyle belediye hizmetine"  demeliyiz. 
***
Melih Gökçek, ideolojik bakışın bir şehri nasıl kavurduğunu, nasıl çöle çevirdiğinin ifadesidir. Göz göre göre bu ahmaklığın kurbanıyız. Sağcı ideolojik fanatizm bu sürecin hem suçlusu hem de kurbanıdır. Kendileri ile ülkeyi de batırdılar. Bir şehrin 25 yılını çaldılar. Olan Ankara'ya olmuştur. Bir zamanlar birçok başlıkta ülkenin en ileri şehrini tam anlamıyla çöle çevirdiler. Seviyesiz, derinliksiz, yoz, taklit ve plastik bir şehir yarattılar. Cumhuriyet nefreti ile yaşayanlar sevinebilirler. Biz asla...
Melih Gökçek, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, İsmail Kahraman... 1960'ların soğuk savaş mahsulü idiler. Hiçbir zaman oradan çıkamadılar.   
***
İki hafta önce Ankara'daydım. Önceden de dikkatimi çekmişti. Ankara Büyükşehir Belediyesi, İstanbul'la aynı kaldırım taşlarını döşüyor. Aradaki tek fark işçilik: Özensiz, rastgele, bir taşla diğer taşın hizası uymuyor. Alttaki betonu da yemişin Melih. (O ihaleyi iki ilde kazandıran daha da çok yemiştir.)
5. Kasım 2017  
***
"Melih Gökçek, Tayyip Erdoğan'ın okumuşudur."
19 Ekim 2017 
Melih Gökçek, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, İsmail Kahraman...
1960'ların soğuk savaş mahsulü idiler. Hiçbir zaman oradan çıkamadılar.

Kanlı Pazar,
Cumhuriyet Gazetesi, 17 Şubat 1969

Altın Nal (The Golden Horseshoe, 1886) — Michael Harnett

Altın Nal (The Golden Horseshoe, 1886) — Michael Harnett

9 Kasım 2017 Perşembe

Komutanın masasındaki İngilizce dergi

Bazı anların, ne anlattığını çok yıllar sonra ararsınız. Önce şöyle anlatayım: üç-beş Macar askeri diyelim. Gönderildiği bölüğün komutanının odasına ilk kez girerler. Bomboş masasının üzerinde sadece haftalık İngilizce yayınlamış bir Amerikan dergisi vardır. Sizce o askerler ne düşünür? Bilemeyiz. Çünkü her toplum, kişi; durum; zaman farklı. Bilemeyiz elbette. Bilemeyiz ama bu durum bir o kadar tuhaf gelir. 
* * *
Bir de durumu şöyle anlatayım Aralık 2004 tarihinde acemilik sonrası gönderildiğimiz birliğe teslim olduk. Komutan, biz üniversite mezunu, kısa dönem 12 askeri odasına çağırdı. Masasının üzeri neredeyse boştu. Ama tam önünde masanın ortasında doğru İngilizce Newsweek dergisi vardı. Bariz sırıttığını düşünmüştüm. Bizler, üniversite okumuş gençleriz, anlarız birbirimizi diyerek konuştu komutan. 
ABD'de 2. üniversite okumak isteyen birinin gelmesine şaşırdı ve niye geldin diye gülerek sordu. (Hala yürürlükte mi bilemiyorum. Ama 2. üniversite okumak için askerlik bitirmek şartı vardı. Yurtdışı dahil.) O görüşmede komutan için tek bir değerlendirmem oldu: Natocu, Abdsever. Düşünmediğim olasılık Fetullahçı olmasıydı. Yine de bilmiyorum. Komutanın ismini anımsamıyorum. Kısa süre komutanlık yaptı. Sonrada kurmaylık bir şeyleri için Abd'ye gitti. 
Askeriyedeki bozulmanın çok yüksek olduğu görülüyordu. Acaba kısa dönemlere tezlerini yazdıran subayların kaçı Fetullahçıydı? Bazen tanıdığım komutanlardan kaçı Fetullahçı çıktı diye düşünüyorum. Eminim vardır. Aynı zamanda Natocu ve cebini düşünenler de vardı. Askerlikten anlayan subaya, astsubaya rastlamak daha zordu. Urfa'nın köyünden gelen okuma-yazma bilmez gence MKE yapımı gece görüş dürbününün özelliklerini ezberletmeye çalışan teğmenler, astsubay ve uzman çavuşlar kendilerini yırtıyorlardı. Oysa, o dürbünün: Nerede, ne amaçla, nasıl kullanılacağına dair tek bir bilgi vermiyorlardı. Hem öğrenmesi de kolaydı. 
Askeriyede askerlikten şikayet eden subay ve astsubaydan daha çok bir şey görmedim. Bir de saçma sapan eleştiriler. En bilindik örneği de "en basit şeyin bile -komik geliyordu- kurallı ve kontollü olması" idi. Bir de anlaşılmayan ceza uygulamaları vardı. Bu lakırdılar bana hep zevzekçe gelmiştir. Gayet iyi okullardan mezun askerler bile nedenini çok anlamıyordu. Çünkü kendisi zeki idi ve bu kurallar onun zekasına hakaret idi. Tüm askerlerin de kendisi kadar zeki (!) olduğunu düşünüyorlardı. 
* * *
Türkiye'de insandan kurumlara, kurumlardan sisteme her yerde ağır bir kokuya sebep çürüme içerisindeyiz. Bu toplumu "halktan" olma iddiasıyla şırınga edilen dincilik çürütüyor. Şayet işler çöküş olmadan yola girerse arada bayağı ilginç bir dönem geçmiş; üstüne üstülük her biri diğerinden özgün nice olaylar yaşanmış olacaktır.

5 Kasım 2017 Pazar

"Yavrummm, ulu tanrıdan dilerim..."

Araştırmalar olgu ya da ilişkiler üzerine yapılır. Türkiye'de araştırılacak konu yığınla var. Ancak araştıran yok. Bu işleri yapması gereken onca akademisyenimiz var. Bir kısmı işinden atıldı. Yine de bu ülkeye özgü başlıklarda araştırma o kadar az. Şaşırtıyor. 
Mesela, bir zamanlar halk oyun, masal ve türkülerini toplamak için uğraşanlar oldu. Elde birikenler bugün hala önemli. Kimi yerel giyim-kuşamı araştırdı. Ne kaldı geriye bilemiyorum. 
Benim isteğim, çok özel bir konuda. Özellikle yurtdışında çalışmaya gidenler ile kalanların gelişen teknoloji ile yapmaya başladıkları "kaset mektuplaşmaları" mektuplaşmaların dışında hem dili hem bir çok başlığında özel olduklarını düşünüyorum. Ama ne bu kayıtlara ulaşmak mümkün ne de buna dair bir araştırmaya. 
Böyle bir kasedi yıllarca önce dinlemiştim. Kalabalık bir grup içinde kaydedildiği belliydi. Ağlamaklı bir kadın sesi: 
"Yavrummm, ulu tanrıdan dilerim..." diye başlıyordu. 
Bir zamanların en büyük izleri onlarda gibi geliyor bana.

11 Ekim 2017 Çarşamba

Reenkarnasyon, Umut Sarıkaya

Yıl 1972


2015
Reenkarnasyon, Umut Sarıkaya

K: https://www.facebook.com/UmutSarikayaDunyasi/photos/a.189903121482046.1073741829.189315744874117/323352881470402/?type=3&theater

2 Ekim 2017 Pazartesi

Kurt Kanunu

Düşene vurulmaz. Çok doğrun, güzel doğrun, on doğrun olur; sen de en doğru olabilirsin. Az susarsın. 
* * *

İster Abd'de olsun ister Türkiye'de ya da dünyanın başka bir yerinde dinciler, sağcılar ve onların tarikatları (örgütleri) düşmanlarına karşı her tür sahtekarlığı yaparlar. Sizi düşman görüyorlarsa bir şekilde oluşmuş hukuk kuralları içinde suçlu durumuna düşürmek için uğraşırlar. Toplumun en hassas ayarlarına oynarlar. 
Bknz: Gezi Direnişinde "Camide içki içtiler" yalanı... İçkinin yasak olduğu bir dinin ibadethanesinde yapılana bakın, yalanıydı. 
Bknz: Yine aynı dönemde "Kabataş'ta çocuklu kadına saldırdılar" yalanı... Önce "kadın beyanı esastır" hakkının arkasına saklanmaya çalıştılar. Ama iddialar o kadar gerçek dışıydı ki fazla dayanamadı. Yine de "masum bir kadın(!) ve bebeğine saldırı" tribünlerde iyi ses yaptı. İçsavaş çıkarabilirdi. Yalancı gelinin, yalanında uçması işleri bozdu. Kimse, onlarca yarı çıplak deri pantolonlu adam görmemişti. Yine de bu yalancı kadının neden böyle bir yalan söylediği daha ilgi çekti. Fetullahçı polisler de onlarca hafta küçük bir delil için arandı durdular.
Bknz: TSK'ya yönelik darbe davalarında ortaya atılan ve Fetullahçı meşhur  Taraf gazetesinin başlık "Fatih Camii Bombalanacaktı". Odatv Davası'nda tutuklananlar için attıkları "Gazetecilikten Tutuklanmadılar" başlıkları ve içinde yazanlar. Bu kadar sahtekar yalancı insanların nasıl ahlakın hakim olduğu bir dünya kurabilirler. Zaman gazetesinin aynı davada "Savcılık: Gözaltıların Gazetecilikle ilgisi yok; Açıklanamayacak Deliller Var" yalanını unutan mı var.
Bu bile bunların yeryüzünün neden en kötü insanları olduklarının bir göstergesidir. Hepsi de dinlerin aldatıcı güler yüzü arkasına saklanırlar. Arkadaki çürüme... Bizi de çürüten çürüme... 
* * *

Bu ve benzer yalan, komplo ve çamur atmada bir numaraya Fetullahçılar oturur. 
Cezaevindeki Fettullahçılar beddua seansları yapıyormuş. Mücadele etmiyorlar, kötülük istiyorlar. Çünkü onları o cezaevine sokan şey mücadeleci kimlikleri değil omurgasız çıkara dayalı sahtekarlıkları... Toplumda destek görmeyişlerinin sebebi de yaptıkları kötülükleri. Bukalemun gibi her kimliğe giren hiçbir omurga taşımayan dinci bir grup bu ülkeyi yönetebileceğini sandı. Zavallıca... 
Toplum o kadar uçmadı. Ama hukuk, adalet vs. başlıklarında toplumu çürüttüler.

Zavallı görüşlerini topluma zerk ettiler. Yalnız değillerdi elbette... Ortakları ile birlikte çok çalıştılar. 
İnsanların en temel haklarını çiğnediler, yok saydılar. Hala da yok sayılıyor. Kendi çıkardıkları yasaları bile uygulamadılar. Tek değerleri para ve koltuk oldu. 
* * *

Solcuların farkı nedir? 
- Biz, yazılı bir program etrafında ve amaca yönelik mücadele ederiz. 
- Araçlarımızı amaçlarımız belirler ve bunların sınırları vardır. Her şey ve her araç mubah değildir. 
- Biz düşmanlarımızı yenmek isteriz. İsteriz de bunun insan onurunu yaralayarak yapılmayacağını biliriz. 
Daha bir sürü güzel/anlamlı tarihsel süreç içerisinde oluşmuş şey yazılabilir. Bunlar idealler diyelim. 
* * *
Olan ise,
Küçük gruplarımız ve onların dar ufkunda koşuyoruz. Her söylediğimiz olmasa da çoğu yanlışlanan görüşler öne sürüyoruz. Çünkü bazı ciddi nedenleri kaçırıyoruz. 
Ortak amaçlar yerine kişilere göre taraf oluyoruz. Bazen küçük çıkar grupları gibi hareket ediyoruz. Eleştiriye kapalı ve sabırsızız. İnsanları dinlemiyoruz. 
Grubumuzun hedefindeki kişileri imha etmeye çalışıyoruz. Bunun zavallıca bir uğraş olduğunu görmüyoruz. Daha ileri gidip ölüm kararları alabiliyoruz. 
Ölümlere seviniyoruz. Bunlarda saçma sapan bir soyluluk buluyoruz. Oysa ölenin sevdiklerinin ne hissettiğini umursamıyoruz. Ölüm soyluysa biz niye yaşıyoruz. 
Hoşumuza gitmeyen her duruma dair kesin yargılarımız var. Sosyal medyada doğru/gerçek arayışımızı sakatlanmış. Düşman arıyoruz. Düşünceler ve kurumlarla değil; kişilerle uğraşıyoruz. Hepimizin elinde bir tokmak karar merci olarak geziyoruz.  
Kişiler arasındaki ilişkilerde, kişilerin yaşadığı diğer durumlarda üstümüze vazife olmayan şeylere karışıyor, yargılıyor ve çığırtkanlık yapıyoruz. Bununla insanlarına kararlarını etkileyeceğimizi düşünüyoruz. Oysa bu etkinin geçici olacağını görmüyoruz. Gerçek, kum değildir. 
Tek taraflı dinliyoruz. Adil olmanın ilk kuralının iki tarafı da dinlemek olduğunu bilmiyoruz ya da işimize gelmiyor. 
Memleketteki çürümenin etkisidir. Daha onlarca başlığı da vardır... 
 * * *
Eğer gerçeği arıyorsak: İçeriğine dair bilgimizin kısıtlı olduğu süreç ve olaylar hakkındaki yorum ve düşüncelerimiz de muhtemelen hatalı olacaktır.  Bazen bu eksik bilgiler düşündüklerimizi destekler bazen tersidir durum. Kimi zamanda sürprizlerle karşılaşırız. Sağlıklı bilgi, eldeki verinin güvenirliği ve çok yönlü desteklenmesidir. Oysa İnternet ortamı sirkülasyona açık, buradan gelen bilgi ile sağlıklı yorumlar geliştirmek zordur. Bu nedenle basılı materyallere İnternetten daha çok güvenirim.

* * *
Emrah Serbes, bilinen genç bir yazar, senarist... 
Hiçbir kitabını okumadım. Zamanında aldığım Hayvan dergisinde röportajlarını okuduğumu sonradan fark ettim. Bir bölüm dışında senaryosunu yazdığı diziyi de izlemedim. Bir vesile ile bir filmini izledim. 
Tedbirsizlik sonucu yaptığı (hepimizin başka tedbirsizlikleri sonucu olabilecek bir kaza)da iki insanın ölümüne birinin de ağır yaralanmasına neden oldu. Kaza sonrası yaptıkları karışık (kazadan ve cezadan kurtulmak isteyen çoğu insanın başına gelen ve yaptıkları da bunlardır.)... Planlı bir iş değildir. Tedbirsizlik ve kabahatlerle doludur. Yoksa bile-isteye yapılmış bir cinayet değildir. Hepimizin başına gelebilir.
Bu dediklerim elbette suçunu hafifletmez. Yazılanlar, Serbes'i size şirin gösterme çabası değildir. Ama ben de ne hakimim ne de savcı... Ne de eski bir husumeti buraya taşıyacak kadar çakal... (Kendisiyle hiçbir husumetim de yoktur.) 
* * *

Bu kişi ve yaşadıklarından sonra hakimlik ve savcılık makamına toplanmış çok solcu gördüm. Eski hesapların ortaya döküldüğü...

Bu olaydan sonra düşenin dostu olmazı da gördüm. 
Bu talihsiz olaydan sonra kurtluk kanunu da tekrar keşfettim.  
Kimse, adalet için sizin elinize düşmez umarım.
* * *

O olaydan önceye milyonlarca kez gidecek Serbes. "Şöyle yapsaydım, şu olsaydı, beş dakika otursaydım..." Hepsinde de hapishanede gözünü açacak. 

24 Eylül 2017 Pazar

Okullar Açılırken, Eylül 2007

Okullar Açılırken 
Akıldışı kindar-dindar nesil eğitiminde ilk kural: ÇOCUKLARINIZA SAHİP ÇIKIN. 
* * *
Çocuğunun aklı küçükten dinci nefret ve yalanla dolmasın diyorsan tarihin süzgecinden geçip bugüne ulaşmış bilgiye ulaşmasını sağla. Uyduruk hikayelere karşı uyanık ol. Çoğu yalan-dolan-abartı hikayeler ezberletiliyorsa bunlar hakkında BOL BOL SORU SOR. 
* * *
Halkın tercihine sunulacak dedikleri her şey hazır. Oyunlarında piyon olma, katılma, protesto et. 
* * *
Ahlaksızlıkla savaş kazananlar ahlaklı bir toplum kuramazlar. İster bunlar, ister darbeci fetullahçılar olsun. Sahtekarlık doğru insan yetiştirmez. 
* * *
Kendini muhalif ve azınlıkta görüyor olabilirsin.
- En çok üreten sensin
- En çok vergi veren sensin
- İşinde gücünde en nitelikli insanlar senin tarafında
- Dünya ile iletişimi en güçlü olan taraf da sensin
- Açıkgörüşlü ilerici taraf da sensin 
* * *
İlke edinmek tutucu görülür ama akan zamanda en iyi yol belirleyendir. Öğrenirsin değişirsin ama fikirden fikire zıplamak fikirsiz işidir. 
* * *
Politikayı (işlerin nasıl yürüdüğünü) derste sırada öğrenemezsin. Politikayı sokakta, gazetede, muhabbette öğrenirsin. Politikacılara küfretmek yerine kendi politik tutumunu geliştirmek en yararlısıdır. 
* * *
Müfredat (Eğitim amaç ve içeriği), değişir ama istedikleri sonucu ancak beş yılda alabilirler. Bu sonucun istedikleri olmayacağına eminim. Ama bizim istediğimiz de olmayacak. Gerçekleşen küçükten geleceği çalınmış bir halk olacak. 
* * *
- Niteliksiz eğitim, niteliksiz iş demektir.
Doktor olacak çocuk garsonluk yapacak mühendis olacak tezgahtarlık... Sürecin kurbanları onlar olacak. İçlerinde büyük bir kinle yaşayacaklar. 
* * *
Özel sektörde kapıdan içeri sokulmayacak; sorumluluğuna insan-hayvan-makine-araç verilmeyecek insanlar müdürlükten en üst seviyeye kadar memur oldular. (Fetullahçılar da bunu yaptı.) Bunlar, şimdi aktrollük yapıyor. Çünkü o işi bileğiyle kazanmadı biri onu oraya getirdi. Borcu bu. Hizmeti Halka değil efendisine.
Cem Dinlemiş, Uykusuz, Eylül 2007
Bu ülkede "Okulsuz toplum" yolunda çalışan İslamcılar var. Bence, isteyen destek vermeli. Hem okulda pozitivizm, analitik düşünme öğretiliyor. En azından bu iddiadalar... Bu da çeşitliliği, göreli bakışları veremiyor ne yazık. Okul olmazsa bu dertlerimiz olmaz.

Kindar Dindar Cahil

Aysel Tuğluk'un annesinin cenazine saldıran kafa yıllardır var.
Ermeni dölü, Ermenilikten dönme hikayesine gelirsek: özel durumlar dışında dininden dönmek zorunda kalan bir Ermeni güçsüz aleviliği mi güçlü sünniliği mi seçerdi?
Ermeni lafını küfür olarak kullanan çoğu kişinin kökeninden bu kadar emin olması beni şaşırtıyor. 
Çalış Babam Çalış

"motive etme,olumlu düşünme,hayata pozitif bakma"
... BİZ MAAŞLI BUDALALAR DÜNYASI... STRESE GİRİP YUMURTADAN KESİLMESİN TAVUKLAR... 
* * *
Yıllarca zenginlere "nasıl vergi kaçırılır"ı, anlatan adam ekonomi uzmanı öldü. Zenginlerin vergi uzmanı ne iş yapar?
"Büyük vergi uzmanları, vergi kaçırma uzmanlarıdırlar.
Büyük vergi uzmanları çok vergi kaçırabilendir"
* * *
2008'de Fetullah'a beraat kararı veren hakimler şimdi ne yapıyor? Şaşıracaksınız. http://odatv.com/ertugrul-ozkok-kucuk-dilini-yutacak-0809171200.html 
* * *
Aygün, dil/diller bahsini güzel anlatmış. Emin Özdemir'i bilen bilir. Toprağı bol olsun. https://www.birgun.net/haber-detay/emin-ozdemir-178111.html 
* * *
Bir çoğumuz kafa yormuştur bu mevzulara. Toplumun ritüelleri ile çatışmayı sevmiyorum ama kabul etmediğime de baş eğmem. "DİNSEL RİTÜELLER VE SOSYALİSTLER"
Arakan Oyunu

İngiliz ve Abd'nin Arakan oyunu... Türkiye'de yamağı... http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/al-sana-arakan-2007207/ 
Uykusuz, Eylül 2017

Eylül 2017, Leman

13 Eylül 2017 Çarşamba

Bebek Şempanze ve Bakıcısı, Ağustos 2017, Gaziantep

Şempanze ve bakıcısı, Gaziantep, 2017
Acı olan ise (habere göre) bebek şempanze annesi tarafından kabul edilmemiş.
O da bakıcıyı anne bilmiş.

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Eren Bülbül de yoksuldu. (Asker bile değildi.)

"Askeriyeye ayak bastığım akşam, kalabalık olduğumuz için bir kısmımızın başka bir yere gideceği söylendi. Olduğumuz yerden gitmek istemeyenler bütün gece telefon sırası yapıp torpil-tanıdık bulmaya çalıştılar. 
Sabah kurada çıkıp torpili olmayanların ağladığı yerdir askerlik. (Yüksek torpili olduğu için kuradan yırtan da vardı.) Ben gidenler içindeydim. 
Atıp tutmayayım... Askerlikte ölüme giden çocukların çoğu saf iyi niyetli kurnazlık bilmez Türk-Kürt; Alevi-Sünni yoksulluktan gelen halk çocuklarıydı. 
Kimse g*tünü yırtmasın... Hele tembellikleri aşikar olanlar. Şehirliler, tek bildikleri kurnazlık ve işten kaçmaktı. Hele üniversite okumuşlar; bol laf az iş demektir." 
20 Ağustos 2015 
Cumhuriyet: Eren Bülbül 1300 TL için mi şehit edildi? Mahallenin muhtarından çok çarpıcı açıklama

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Patron çıldırdı mı la?

Cemal Paşa'nın torunu; gazeteci kuzeni diğer Cemal'e göre hem yaşamı hem kişiliği hem de görüşleri ile daha tutarlı olmuş: "Körleşme"yi ve onca kitabı çeviren-yazan Ahmet Cemal.... Ellerinden öperiz. Toprağın bol olsun.
‘Sessiz savaşçı’lığın gürültülü yollarında…
* * *
Güzel müzikler çal bana yutup söyleyeceklerim var.

* * *
Soylu insanların anlatılacak ya da dost sohbetlerinde paylaşılacak bir şeyleri vardır. Çok şeyler ve de karmaşık düşünceler içinde boğulabiliriz. Aslında dostlarımız ve sevdiklerimiz dışında bir şey yoktur dışarıda...

* * *
Black Miror dizisini izlemeye dayanamıyorum. 3. Sezondu sanırım ve sadece tek bir bölümden oluşuyordu. .................... Her bir bölüm arasında uzun süreler girmeli gibi geliyor. Giriyor ve bitmiyor. Başka bir dil. Sadece duyarlı kadın değil, erkeğin de dili...

* * *
Vancouver'da teknik direktörlük gibi bir şey yapan bir İngiliz görmüştüm. Konuşmuyordu. Birkaç kişinin bir günde tüketeceği esrarı bir anda tüketip uyumaya gidiyordu.

İngiltere'den... Sevdiği için bütün malını-mülkünü geleceğini terk edip Avustralya'ya gidip kaybedenlerin en şahanesi olarak Vancouver'a düşmüştü. Gücünü, gücünü yitirerek buluyordu.

* * *
""Yargılamalarda ortaya çıkan ‘tilki subay’ tipi...
15 Temmuz’un üzerinden 13 ay geçmesine rağmen ‘gizli tanıklar’ haricinde ‘çözülen’, suçunu ve FETÖ ile örgütsel bağlarını itiraf eden ismini net bildiğimiz bir subay yok. Yani ‘Evet 15 Temmuz kalkışmasına katıldım. Gerekçelerim de şunlar şunlar’ diyerek şövalye subay çıkışı ile mertçe mahkemede hakim karşısına dikilen ve sisteme kafa tutan bir subay çıkmadı. Kritik davalardaki kritik sanık askerlerin hepsi kendi anlatımları ile aynen Nihat Ali Hoca’nın da dediği gibi;
Ya ‘kalkışmayı önlemeye çalışırken olaylara karışmış’ 
Ya ‘Sıkıyönetim Emrini yani ve emir komuta zinciri içinde gerçekleştiğini düşündüğü faaliyetlerde Genelkurmay’dan gelen yazılı direktifi uygulamış’ 
Ya da ‘elinde olmadan, kazara/veya birinin kandırmasıyla kendini olayların içinde bulmuş’ ezik, belki de kendilerine acımamız gereken ‘kader kurbanları’." 
* * *
Ortadoğu'da renkli bir papağan ölümü çağırmak demektir. Oysa sürüye katılmanın zararı yok. Amaç, o sürüye bir şeyler katmakla ilgiliyse şayet. Bir küçük tepeciğe [kumdan] insanları çağırmanın anlamı yoktur. "Olup da rengini cinsini fark ettiremeyeceksin. Görüp de konuşmayacaksın" değil. Görünen sen olmayacaksın.

* * *
Kimseyi bir şeye çağırmayacaksınız. Kimse çağırmadı, "Biz geldik" diyecek insanlar. Merak etmeyin insanlar nerede olacaklarını bilecek kadar zeki. 1998 yılı sınıfımda çok da umursamaz züppe bir çocuk var idi. ["İdi" güzel bir kip.] 28 Şubat sürüyordu. Sınıftaki yobazlarla kavga halindeyiz. Bu züppe gelip "ne olursak olalım bu kavgada birlikteyiz" dedi ve gitti. O biliyordu. Merak etmeyin herkes biliyor. 

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Top Kimde?

Akp genel başkanıyla ulusalcılar Fetullahçıları devletten temizlemek için ittifak yaptılar. Devlet kurumlarında hummalı bir çalışma var. Bu nedenle ulusalcılar Kılıçdaroğlu'nun "adalet" yürüyüşüne soğuk baktılar hatta karşı durdular. Çünkü bu sürecin cezaevindeki Fetullahçılara yaracağına düşünüyorlardı. 

Ulusalcılar için en büyük risk devlet örgütünün Akp genel başkanının elinde olmasıdır. Bu da ulusalcılar için bir dezavantaj. Ulusalcılar her an süreçten egale edilebilirler. 

Ergenekon davası beraatla sonuçlanmadığı sürece ulusalcıların başında demoklesin kılıcı gibi sallanacak. Son günlerde görülen ittifakın dağılmaya meyillli olduğudur. Yine de Fetullah virüsünün yeniden yayılma olasılığı ittifakı yaşatıyor. Bunu bilen Fetullahçılar özellikle sosyal medyada ittifakın zayıf ayaklarına oynuyor. Aynı zamanda Türkiye gazetesinin "Ulusalcılar Darbe Yapacak" haberi Akp-Pelikancı tayfanın da topa girdiğini gösteriyor.

15 Temmuz darbe girişimini halk değil ordu içindeki darbe karşıtları engelledi. Bunların çoğunluğu da akp destekleyicisi değil: cumhuriyetçi subaylardı. Akp'yi korkutan bu kadrolar... 

Akp genel başkanı halkı sokağa çağırdığında darbe yenilmişti. Süreci iyi takip edenler: Gece 23.00-23.30 sırasında olayın netleştiğini görmüşlerdir. Ayrıca bu saatten sonra ikili oynayanlar hükumeti destekleyen açıklamalar yapmıştır. (Abd elçiliği ve Melih Gökçek'in açıklama saatlerine bakın.) 

Diğer yandan seçimle gelenlerin seçimle gitmeye hiç niyetli olmadıkları görülüyor. Türkiye'yi darbeye itecek sebepler iktidar sahiplerinin hırsları, adamlarının koltuk düşkünlüğü ve halka karşı işledikleri suçlardır. İktidarı bıraktıkları gün cezaevine gireceklerini biliyorlar. Bırakamazlar... 

Bu sırada şer yuvası Fetullahçılar da boş durmuyor. Halkı kaosla korkutup kaos çıksın istiyorlar. Kılıçdaroğlu ve Chp'yi biraz tehdit biraz övgüyle bu işin baş rolünü vermek istiyorlar. İstedikleri Fetullahçıları yeniden görevlerinin başına getirecek bir kaos... Şu an hem Akp hem de cemaatçiler kaosu yol açıcı görüyorlar. Bu kaoslar halka yıkım getirecektir. İç savaşa kadar yolu vardır. 

Bakalım gelecek neler gösterecek?

27 Temmuz 2017 

Pelikanla Yaşlı Adam, F:?

K: İnternet

27 Temmuz 2017 Perşembe

Türkiye ruhunu mu arıyor?

1. 
İslamcı ideolojinin savunucusu: Kurtlan kuzuyu yiyip koyunlan kuzuya ağlaşır. (16.6.2017) 
2. 
Türkiye ruhunu mu arıyor? (16.6.2017) 
3. 
Böyle işlerin böyle adamları olur. Yıllar sonra hırslıları, normalleri, bencilleri değil kendince "uyumsuzları" anımsarsınız. Okumak için tıkla. (27.6.2017) 
4. 
Çöküş (Downfall, 2004): Hitlerin son iki günü. İzlemek için tıkla. (30.6.2017) 
5. 
"83 yıl önce Almanya’da “Uzun Bıçaklar Gecesi” yaşandı. Hitler, paramiliter SA örgütünü Nazi Partisi’nden tasfiye etti, 85 SA liderini öldürttü. Hitler'in kontrolündeki SS, partinin tek paramiliter yapılanması olarak kaldı." (#tarih) Hitler (kendi adamlarından oluşan) yüklerinden kurtuldu. Kurtulurken de halka göre acımasız güçlü lider oldu. Siyaset tarihinde kimi liderlerin koltuğu korumak için düzenlediği tezgahlara ve sonrasında yaptığı tasfiyelere benziyor. (30.6.2017) 
6. 
Bazen insanın içini anlamsız bir sıkıntı basar. Bazen... Okumak için tıkla. (2.7.2017) 
7. 
Kılıçdaroğlu, Güvenpark'tan beri yürüyor.
- Bazı siyasi gruplar/sendikalar neden bir süre bekledikten sonra yürüyüşe destek verdi. Bunda Hdp'nin etkisi neydi? Hdp'nin aldığı tutumu öğrenmek için mi beklediler?

- Yürüyüşe Ümit Özdağ, Meral Akşener ve diğer Mhp'li muhalifler katılsaydı; yine de bazı gruplar yürüyüşe katılmak için bu kadar yürekten davranırlar mıydı?

- Bir yürüyüşe katılıp katılmamak nasıl mahallenin kabadayısı ve hanım evlatları seçmesine dönüşür?

- Sosyalizmin Programının bağımsız yolu kimi kesişmelerde yaşanan siyasi tarafların açtıkları yollardan mı gidecektir? (2.7.2017) 
8. 
Doğu Perinçek, Feyzioğlu Tayfasının ve kimi ulusalcıların akp genel başkanı ile gizli ittifakı var. Amacı cemaatin tasfiyesi. 
Bununla birlikte liberallerden boşalan yeri ulusalcılar doldurdu. Muhalif cephede de tersi oldu.

İlginçtir, bu değişim Cumhuriyet gazetesine de yansıdı. İttifak kuranlar gitti, yerine muhalif konumuna düşen liberaller geldi. 
Neyi merak ediyorum? Ulusalcılar nasıl bir kazık yiyecek onu.
Şöyle diyeyim: Ergenekon davasının yeniden başlatılması mantıklı. Çünkü insanlar mahkemede aklanmak istiyor. Ya davalara birileri müdahale eder ve istedikleri gibi gitmezse... Ne olur? Bunun tedirginliği yok değil.
9. 
Herkes birbirini tanıyor. Fetullah ve örgütlenmesinin kökleri geçmişten bir miras da almış görünüyor: 'Gülen onu çok seviyordu, zengin kızla evlendirdi' (10.7.2016)
10. 
Düşenin dostu Af Örgütü, o zaman (1998'de) Erdoğan'a destek oldunuz. Çünkü Türkiye'de sizin (emperyalist ülkelerin) istediklerini yapıyordu/yapacaktı: ikbali vardı. Daha da parlatılacaktı. (2 ay ne ki kral gibi geçirilmişse cezaevinde.) Türkiye'nin demokratikleşmesi masalı altında askeri ve ekonomik çıkarlarınıza ters bütün yasa ve düzenlemeleri kaldıracak biri/birileri lazımdı. O kişi aşağıda resmi bulunan kişiydi. İşler ters gitti koltuğu kapan bırakmamak için eski dostları sattı. Kimi, bu satışı vatanseverlik sandı. Olan budur. Okumak için tıkalyın. (8.7.2017)
11. 
"Erdoğan'ın Eski Yol Arkadaşı: Cezaevi Süreci Düzmeceydi" Okumakiçin tıkla.  (15.7.2017) 
12. 
"Amiral Ertürk: AKP yargılanmak zorunda" Okumak için tıkla. (14.7.2017)
13. 
"Gazeteci-yazar Tuncay Mollaveisoğlu’nun hazırlayıp sunduğu Anında Manşet’e bu hafta, Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş konuk oldu. Programda, TSK'ya dincileştirme operasyonları yapıldığı iddiaları, ABD'nin Ortadoğu politikaları ve FETÖ operasyonları konuşuldu." Programı izlemek için tıkla. (16.7.2017) 
14. 
Fetullahçılar, yine ortalığı karıştırmak için uğraşıyor. Memlekette her şeyin saman altından yürümesi de onlara yarıyor. (27.7.2017)

Çok Amaçlı İngiliz Anahtarı

Damlaya damlaya


26 Temmuz 2017 Çarşamba

Kadınlar: Mini Etekli mi Yoksa Türbanlı mı Kurtulacak?

Okuduğum bu haberi ve benzerlerini gördükçe şunu düşünüyorum türban serbestliği kadın haklarında ve yaşamında nasıl bir ilerleme getirdi?!? Örtünmek en büyük kadın sorunuydu. Görünen türbanla İslamcılar istediklerini aldı kadınlara sadece şiddet kaldı. 
* * *
Sağlık ocağının önünde durup etrafa bakınıyordum. Bir kadın çıktı kucağında yeni doğmuş bebekle merdivenlerden inip ocağın bahçe duvarına çöktü. Bayağı orada durdu. Yorulmuş gibi değil de çaresiz gibi sabit sokağın ortasına bakındı. Rahatsız etmemek için önüme döndüm. Sonra öğrendim ki hemşire çocuğunu anasütünün yetersizliği nedeniyle ek besin alması gerektiğini söylemiş. "Bebek zayıf" demiş. Oysa ne kadar çok şey var o çocuk için: parası olana, eğitimi olana, ulaşana bilene. Çaresizlik niye? 
* * *
2002 Genel Seçimleri öncesi Ankara'nın bir mahallesinde çalışma yapıyorduk. Kapısını çaldığım kapıdan kucağında yeni doğmuş bir çocuğuyla genç bir kadın çıktı. Seçimde oy isteyip seçim bildirisini verdim. Ben oy kullanamam yaşım yetmiyor demişti. Yaşıtları liseye giderken o evde çocuk bakıyordu. Bu kadar küçük yaşta ağır yükleri sırtlamak niye? 
* * *
Çocuklarını ütüyle de ısıtamadığı için yan odada kendini asan kadın... Ne kadar yalnızdı? 
* * *
Beş çocukla baş başa kalıp vurdumduymaz kocası hapiste olan kadın köprüden atladı. Çocuklara ne oldu acaba? 
* * *
Kocası tarafından aldatılıp üstüne işsiz kalan üstüne de hayırsız kocası cezaevine girince; işinden ruh sağlığından olup çocukları ile tek başına bir çöp evde yaşayan kadını kim anlayabilir? O koku gitmiyor. 
* * *
Çalıştıkları işlerde paralarını alamayanlar. Haklarının üzerini yatılan kadınlar. 
* * *
Çalışıp ayaklarının üzerinde durmak isteyen ama kimsenin destek vermediği kadınlar. 
* * *
İradesi yok edilerek her tür davranışın (taciz, şiddet, kölelik...) altında ezilmeye çalışan kadınlar... 
* * *
... 
Binlerce örnek var. Sizce, bu kadınların derdinin türban mı yoksa mini etek mi çözecek? 
Türkiye'de kadınların sosyal yaşama katılmadığını araştırmalardan öğrenebilirsiniz. Aynı zamanda bayram tatillerinde mahallenizin belediye otobüslerini dolduran ilk kez gördüğünüz çocuklu ailelerle de anlarsınız. Nereden çıktı bu kadın ve çocuklar? dersiniz. 
Üretime katılmayan, kendi parasını kazanmayan, kendi kararlarını da alamayacaktır. 
Kadınlara verilmiş hakları kullanmak: Yoksullar için verilen yardımlar gibidir. "Semtin en zengini, en fırsatçısı, en yalancısı kullanır."
Kadınların eğitimden, üretim süreçlerinden uzaklaşıp kaderlerini kocasının babasının eline terk ettiğini görüyoruz. Kapılar kapanıyor. Sokağa çıkmak için ya bir tarikatın eteğine altına girmek ya da ağır ekonomik sıkıntılardan çıkmak amacıyla mecburen bir işe girmek gerekiyor. Sakat toplumsal yaşantı sakat görüşleri ve yobazlığı körüklüyor. Bu durumdan en karlı çıkanlar ucuz işçi arayanlar; bu insanların sırtından tonlarca para kaldıranlardır: Patronu, tarikatı, hemşehrisi... 
Çürüyen bir toplumda kadın-erkek kimse kategorik olarak ne suçlu ne masumdur. Sahtekarın/yalancının /kötünün kadını da erkeği de var. 
Yıllar geçtikçe düzelmeyen sesinin çıkaramayan kadınların hakkını kullandırtmayan bir düzen var. Sistematik bir şekilde haklar budanıyor. Adalet sisteminde içinde gerici uygulamaları hak gören sesler çıkıyor. Gittikçe durumlar daha da kötüleşiyor. Hala türbanlı bacısının hakkını arayan ama iş yerine gittikleri kapalı minibüste boğulup ölen işçi kadınların hakkını sormayan muhalif var. Çünkü devir o (açık-kapalı) işçi kadınların değil; Dincilerin ve onların kıçının yalamayı seven ahmak solcuların, liberallerin devri... 
Büyükşehirde yaşayıp para kazanmanın zorluğunu gören aileler kızlarının geleceği için okuyup iş sahibi olsun istiyorlar. Çoğu dindar ama ne tarikatın yiyicisi ne partinin ne de belediyenin... Böyle insanlar görünce çok seviniyorum. 
* * *
Biz ise sokakta kadına alışmamış insanlarla yaşıyoruz. Bu durum nasıl çözülür: Derin de yatan temel meselelere değinmeyen içi boş şamatalarla mı? Acaba türban da takarım mini etek de giyerim; benim bedenim benim kararım şımarıklığıyla mı?  Bu dar kafa Türkiye'ye baktığında bütün kadınların kendisi gibi yaşadığını düşünüyor. Birçok şekilde sıkışan çıkış bulamayan onca genç kadın ve kız var. Erkekler de dahil... 
Bakalım onlar ne yapacaklar? Belki türban veya mini etek giyerek bütün sorunlarını çözmeyi akıl edebilirler.

20 Temmuz 2017 Perşembe

"Amacımız Sosyalist İktidardır" - EMEK, 30 Mart 1970

"Amacımız Sosyalist İktidardır" - EMEK, 30 Mart 1970, Sayı 24

TİP (Türkiye İşçi Partisi, Kuruluş: 13 Şubat 1961) içinde Behice Boran ve Sadun Aren'in desteklediği Sosyalist Devrim (SD) tezini savunan dergi "Onbeş günlük Sosyalist Gazete" alt başlığı ile 26 sayı çıkmıştır.
Dergi kapaklarına buradan ulaşabilirsiniz: Emek Kapak Görselleri
Dergi arşivine buradan ulaşabilirsiniz: http://www.tustav.org/sureli-yayinlar-arsivi/emek-1969/ 
Daha sonra aylık yayınlanmıştır. Aylık dergi arşivine buradan ulaşabilirsiniz: http://www.tustav.org/sureli-yayinlar-arsivi/emek-1970-1971/

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Savaş uğruna


"...
Ferd’i düşünmekten kendimi alamıyordum. En yakın arkadaşımı yitirdiğimi biliyordum, ama tıpkı Kremmelbin ile Dr. Hoffmann’ın o günlerin mucizesi uğruna sosyalist programlarından vazgeçmeleri gibi ben de savaş uğruna ondan vazgeçtim.
..."
1902 Doğumlular,  Ernst Glaeser

Çingeneler (1931) Balaton, Macaristan


5 Temmuz 2017 Çarşamba

"Sarsılmaz bir devrimciydi. Yalnızca gerçeğe tutkundu."

Edebiyat pratiğine nasıl bakmalıyız?
İlginize göre bakarız diyerek geçebiliriz.

* * *
Kitapkurdu Özgür'ün on yıldan fazladır hep okumamızı söylediği bir kitap vardı: 1902 Doğumlular. Kitabın ilk baskısını yapan Toplum Kitabevinde de çalıştım. Elimden birçok baskısı da geçti. Heveslenmedim, almadım, okumadım. Ama Kadıköy Haydarpaşa Kitap Günleri'nde Yordam’ın kitap sergisinde görünce dayanamayıp almış oldum. Alıp başladık okumaya... Sevdim: Hem edebi dilini, hem duyarlılığını, hem de politik göndermelerini...

* * *
1914 yılının baharı ile açılan romanda ergenlik öncesi geç çocukluk dönemini yaşayan arkadaşlar arasında geçiyor her şey. Roman kahramanı anlatıcı, kadın ile erkek arasındaki sırrı çözme peşinde koşturuyor. Öbür yandan da akran grubundaki rekabeti anlatıyor. Günleri köpüğünde sırrı çözmenin uğraşı ilginç bağlanıyor.

Başta dediğim gibi kitapta ilgimi çeken şeyleri anlatayım derken kitabın özetini yazmayayım:
"Almanya sınırlarından girdiklerinde Ferd dört yaşındaydı. Babasıyla Almanca, İngilizce, Fransızca konuşabiliyordu.  
Binbaşı Almanya’ya varınca bir romantiğin kurbanı olduğunu anladı. Tokyo’da okuduğu Jean Paul'ün kitabında, özlemiyle gönlünü daraltan Almanya yoktu. Almanya'da yazlar yumuşak, aydınlık, verimli değildi artık. Düşünceler, bilimin güvenilir, büyük temellerine dayanmıyordu. Davullar dövülüyor, bağrılıyor, bağnazlık el üstünde tutuluyordu. Her şey gürültülü, taşkın, eleştirisizdi. Herkes Kayzer’in parlak sözlerle şişirdiği aydınlık geleceklere hep birlikte yürümeye hazırdı. Binbaşı’nın işçi sınıfına ilgisi yoktu. Suskunluk içinde direnen köylülere de aldırmıyordu. Gittikçe çılgınlaşan burjuvalarla dalkavuk aristokratların yüzünü görüyordu yalnız. 
O, görüp geldiği dünyanın gözlerinden bakıyordu Almanya’ya.  Ailelerde, derneklerde, toplantılarda, yollarda, basında, arabalarda, parlamentodaki söylevlerde, her yerde her şey Binbaşı’ya karşı haykırıyordu: Bizim ordumuz, bizim sanayimiz, bizim bilimimiz, bizim sanatımız, bizim kadınlarımız, bizim çocuklarımız, bizim özelliklerimiz, bizim zekamız, bizim olan ne varsa hepsi, yer yüzündekilerin en iyisidir."

Boş övünmelerin yeri göğü sardığı; dalkavuk, çıkarcı, rantçılar,  yobazlarla kurulu bir sofrayı izliyoruz. Eleştiriye kapalı, ezberi kuvvetli, özgüveni çok ve yersiz insanlarla dolu bir masa... Tek eksiği var bu masanın: "yarı gelişmiş bir burjuvazi ile birkaç profesörün saçma ideolojisine dayanarak dünyaya hükmetmeyi vaat eden" o adam. 
"O zamanlar anlamını bilerek işittiğim, Almancada bulunması daha sonraları beni öfkelendiren, tiksindiren bir söz vardı: “Yetkili olmak.” Tam dört yıl sonra, 1918 Kasım’ının puslu günlerinde, yakasına yapışılanların birçoğu, kekeleyerek, yetkili olmadıklarını bir özür gibi söylemişlerdi. Onlara inanılmıştı da."

   Türkiye'nin yaşadığı bu yıkımın sonrasında biz de "Yetki bizde değildi. Emir kuluyduk" lafını çok işiteceğiz. Belki de düşünülmesi gereken bu hülyalara kapılmış sıradan insanlar. İnançları ve özgüvenleri tam olarak felakete koşan insanlar. Kimi masum kimi küçük hesapçı:
"... “Ah sanat,” diyordu babam, “sanat yalnız seçkin kimseler içindir. Yığınlar, varlıklarının nedenini acılı yollardan kavrayabilirler.” “Sonra” diye ekliyordu, “iş bir savaşa varırsa biz kazanırız, çünkü en iyi ordu bizimki. En iyi önder, başkalarınkiyle karşılaştırılırsa, en iyi ahlak da bizim ki (....) Tanrı elbette bize yardım edecek. Çünkü ilk kurşunu onlar attı.” diyordu. ..."

 * * *
 Hitlerin son iki günü anlatan Çöküş (Der Untergang, 2004, Yön: Oliver Hirschbiegel) filmini izlediğimde de kafamda canlanan bu oldu. Dünyaya hükmedecek zavallıya hala inan sıradan insanların varlığı idi bu. Sanırım bizim de gelecekte sık karşılaşacağımız safiyane bir inanmışlık ile aldatıldıklarına asla inanmayan oydaşlar olacaktır. Buranın sonrasında filimde tartışılacak bir çok nokta var. Kimsenin ülkenin batışından Hitler'i suçlamayışı ve Nazi partisinin resmen devletin kendisi olduğunu gösteren izler. Sanırım yıkımın şiddetini artıran romanda da bahsedilen eleştirisiz inanç ve boş özgüven.

Elbette bir gün gerçekler ve neyin ne olduğu ortaya çıkıyor. Yaşam, usta ve işçilerin öncüsü Kremmelbin’i tanımlarken kullanılan şu cümle her şeyiyle anlatıyor: Sarsılmaz bir devrimciydi. Yalnızca gerçeğe tutkundu.

Uzayan savaşın zor günlerinde görünen, aldatıcı bütün sözleri; bayrakları şenlikleri silip geçiyor:
"  Önemli görevlerde bulunup da yuvalarından ayrılmayan yaşlı efendiler, yeni kazanç yolları araştırıyorlardı. Polonya’yı Belçika’yı almak istiyorlardı. Savaşın sırtından zengin olmak istiyorlardı. Babalarımızı bunun sözünü hiç etmiyordu bize. Babalarımız savaş boylarına sürülmüştü, çünkü kendilerine saldırıldığını sanmışlardı. Gene bu yüzden birleşmişlerdi. Onlar kazanç peşinde değildi bizi korumak istiyorlardı. 
  Biz savaşı büyük bir kardeşlik bilmiştik. Şimdi birdenbire kazanç aracı olduğunu bildiriyorlardı. Savaş, demek Almanya zengin olmalı, şu, kömür ocakları, şu ya da bu deniz yoları Almanya’nın olmalı demekti. 
  Bunu kavrayamıyorduk. Almanya bir işletme, savaş bir girişim, babalarımız yöneticileri evlerinde oturan bu işletmenin işçileri mi olmuştu? Kahramanlar ne zamandan beri işçilik yapmaya başlamıştı?  "

1902 Doğumlular, Ernst Glaeser
Çöküş, (Der Untergang, 2004)
Yönetmen: Oliver Hirschbiegel

Chopin - Complete Nocturnes (Brigitte Engerer)

Wuhan Köprüsü, Çin


30 Haziran 2017 Cuma

Bir alıntı


".....
İhmalyan’ın TKP’yle ilgili eleştirilerinin çoğunda haklı olduğu anlaşılıyor. Reşat Fuat ile Şefik Hüsnü’ye, ölümlerinden sonra TKP MK tarafından her türlü kara çalınıyor. İhmalyan’ın tarif ettiği MK toplantısında, çoğunluk bu kara çalmalara karşı olsa da, sonuç değişmiyor:
 
“Acı gerçek şu ki, TKP’nin tarihi, doğuşundan bugüne dek, tepedekiler arasında iktidar kavgası olagelmiştir. (...) Bu yüzden de dünyadaki komünist partilerin hepsi de az çok birşeyler yapmışken TKP hiç bir şey yapmamış, üstelik spontane (kendiliğinden) grev eylemlerini bile kendisine mal etmiş, tepede hep iktidar kavgalarıyla uğraşagelmiştir.” (s.197) 
....." 
K: http://bianet.org/biamag/yasam/187288-vartan-ihmalyan-in-yasami-ve-turkiye-komunist-parti-tarihi?

29 Haziran 2017 Perşembe

Machine Est Mon Coeur • ‘Beam of Fire’ Klibinden

Machine Est Mon Coeur •  ‘Beam of Fire’
Klip için tıkla.

Liberal Fantezi

Bad (Kötü/Kötüler) 1988
 K: http://melisaki.tumblr.com/tagged/Ashley-Bickerton
Good (İyi/İyiler) 1988
 K: http://melisaki.tumblr.com/tagged/Ashley-Bickerton
1988 yılında Ashley Bickerton adında bir zat yandaki çalışmaları hazırlamış. Üstteki örnek BAD (Kötü ya da kötüler diyelim).

BAD (Kötü/Kötüler): Kafamıza yerleştirilen '80'lerin bütün fenalıkları toplanmış: Kanser, naziler, komünistler, uyuşturucular, şeytan, mafya, zehirli canlılar, silahlar, mermiler, füzeler, nükleer tehlike, zincir, dikenli tel, sanırım bir de anarşistler var. 

KÖTÜlerde MiG uçakları (MiG-29 diyeyim) eksik kalmış. Bunu nereden anımsıyorum? TRT'de gösterilen G.I. JOE (1987)  diye bir çizgi film yayınlanıyordu. Uluslararası terörist grup olan COBRA, MiG uçaklarını kullanarak ABD'li vatan bekçilerine saldırırlardı. Ama hep kazanan "özgürlük savaşçıları" idi.

Çizgi filmin açılışında saldırının Özgürlük Heykelinde olması da çok manalıdır. Dost/düşman; iyi/kötü; yararlı/zararlı; gerçek/yalan terazilerinin topuzunun şaştığı dönemlerdi. Yeniden anımsamak için izlediğim bölümler arasından şu bölümü paylaşmak istedim: Cobra's Economic Recovery Plan (Kobra'nın Ekonomiyi Geliştirme Planı).

GOOD (İyi/iyiler): Özgür dünya tarafı devletler, (Suudi Arabistan'ı görünce hep gülüyorum), cennet, haç, suşi, davut yıldızı, abd, pentegon, markalar, eğlence, plaj, müzik, olimpiyat, BM (tarafını seçmiş görünüyor), adalet, ve hepsi yeni... Yazarken içim sıkıldı. Biliyorum çok vasat altı ve değersiz bu şeyleri niye koyduğumu düşünüyorsunuz? Döneminde ve sonrasında bu iki çalışmada işlenen şeyler her vasat ve altı kişinin kafasındaki düşünce idi. Piyasa severlik ve sosyalizme nefret...

* * *
'80'ler, Sovyetlerin güçten düştüğü zamanlardı. '80 sonları 90'larda (ve hala) bazı gazeteciler bir şeyin fenalığının anlatmak isterken kıyasını; Sovyetler Birliği ve Sovyet yayınlarını örnek vererek anlatmayı severlerdi. Bu gazetecilere göre: Batı gazeteleri özgürlüğün ve her tür sansürün düşmanıydılar. "ABD ve Avrupa basını yönlendirilmezdi; çünkü devletten ve sermayeden bağımsız yayın kuruluşları idiler". Biz de buna inanmalıydık. Bilemiyorum, son yıllarda yapılan çarpıtılmış Suriye haberlerine şahit olup kimler hala buna inanıyor?

Bu yazar/çizer/gazeteci/hoca/akil adam ve kadınlar sanki ABD merkezlerinde büyülenmişlerdi. Türkiye'den onun "özgün" döneminden ve "bağımsız" çizgisinden ya haberleri yoktu ya da buna düşmandılar. Ağızlarının suyu aka aka izledikleri ABD ile kaderi her şeyi ortaklaştırmak istiyorlardı. Kimi Abd'den yazmayı, kimi oradan program yapmayı sürdürüyor. Çökmüş bir hayalin içinde çırpınıyorlar. Doğululuğun en kötü yanı süs ve zenginlik karşında dilini yutmasıdır. İki kuruşluk ikram karşısında yalakalar türetmesidir. 

Gericiliğin bu tür yükselişinde arkasındaki bu ABD ve medya desteğini görmemezlik büyük aymazlık olur. Ama artık insanların dincilerin ortadoğuya dökülen kibrit suyu olduğunu daha iyi görüyor. 

Liberal fantazi çokuluslu şirketlerin, emperyalist devletlerin, kabile devletçiklerinin gül gibi anlaşıp ticaret yaptığı dünyanın ifadesi idi. Bu fanteziye karşı her hangi bir başkaldırışı; aydınlanmacı/modernist/tektip suçlamasıyla yok etmeye çalıştılar. Liberal fantezi insanın ağır çaresizliğini kabul edip bunun kremasını yeme çabasıdır. Onun elinde güçsüzlerin güçsüz olmalarının sebebi vardır ve bu bozulmamalıdır. Her türlü değişim, devrim kötüdür. Her türlü midesizlik, öngörüsüzlük sonuna kadar övülür ve savunulur. 
K: https://twitter.com/doyouCmenao/status/880072818909523968

Başka bir dünyada yaşayabilecekken bu kuyunun içine düştüğümüzü düşünüyorum. Geçmişin köhne her tür mirasının övüldüğü, insani gelişmenin diz çöktüğü ve her tür rantın kutsandığı bir kuyu burası: Akıl, sanat, bilim ve saygı yok.