Sayfalar

21 Haziran 2014 Cumartesi

Uzun Bir Hikaye

Yanlış yargılar mı oluşuyor nedir? Bazen uzakdoğulu bilgelerin yarı deli, yarı abdal, yarı çulsuz olmalarını düşünürüm. Evet, belki öyle değiller. Benim izlediğim filimlerde gördüğüm bir ayrıntıdır. Soru sorana güler, gülerler. İçki. Olmazsa olmazdır, her cihanda. Hangi filimler diye sorarsanız. Çok eskiden izledim; annemle, annemi beklerken Han'nın yolcu kavanelerinde, şimdi söyleyemem. Ama bizdeki bir şeyleri sezinleyen delilere benzer. Filimlerde, oyunlarda, sokaklarda rastlarız. Bektaşidir, abdaldır, düğünümüzde çalgıya gelendir bizde... Yanlış derseniz. Demek hakkınız, düşünmekte benim hakkım.
Yaşamı yavaşlatmak ile meşgul iken, bir yerinde ahmakça şeylerin gölgesinde boğulmaktan kurtulmak için biraz buraların açıklarına açılabiliriz. Bir derdin, çoğu için saç teli kadar değeri olmayan bir derdin peşinde koşuştururuz. Azızdır. Kimsecikler yoktur. Olan birkaçızdır. Uzağızdır. Delilik, sersemlik, ahmaklık, avanaklık ederiz. Sevenlerimiz üzülür. Ama öyle durumlar, öyle anlar doğar ki bu sefilliğimiz bize bağrımızdan kopan sözü söyleme hakkını verir. Kimsenin ekmeğini yememişizdir, kimsenin sofrasında ziftlenmemişizdir. Doğru bildiğimiz, peşinde gittiklerimiz vardır. Söyleriz. Söyle canım söyle deriz. Söyleyelim tabiy...

* * *
Gün kısadır. Hayatta kısa ama, demeyin. O gün uzamalı o hayat kısa olsun isterse. Uzaya uzaya ancak bir yere varır gibi olduğunda varamayacağını anlarız. Ama kertesini çözemeyiz, bilinemezci değilim. Bildiğimiz şeyler üzer bizi.

-Doğru nedir diye sorarsanız, durum nedir derim.

-Adam! O adam deli! derler. 

İlkgençliğine adım bile atmamış bir çocuk, 'öğrenme güçlüğü'nden kaynaklı özel eğitime gelmiş. Karşımda oturuyor. "Eğer insanlar bildikleri her şeyi kitaplara yazıyorsa insanlar neden böyle yaşıyor. Doğru olan nedir, niye yaşar insan. Neden mutsuz insanlar. Babam neden çalışıyor. Para ne. Neden, niçin, ama, ama, sonra, daha sonra, daha da sonra..." Sonra ötede beride birikmiş onca soru ve yanıtların doğurduğu her bir yeni soru... Herkesin bir yerinden keşfettiği ve her yeni gelenin bir yerinden tekrar ve tekrar keşfetme uğraşına girdiği bir evren. Aslında dürüst olalım: Çoğumuz keşfedilmiş olan o evren gölgesinden çok çıkmayız.

* * *
Ekmeğini kazanan insan, kazanacak insan, kazanması gereken ama kazanamayan, ama yeterince kazanamayan, lakin az kazanan gölgeden açılmamışlar, açılmaktan korkmuşlar. Haklılar. Ama doğrunun üzerindedirler de. O'nlar inşaa eder doğruyu. O alır-satar-yıkar-yapar. O'dur. Biz avanaklar da oralardayızdır. Sultanların kanlı konaklarına, patronların et ve kemikten yapılma gökdelenlerine bakarız. Bizler karınca, böcek ve insanız. Ama kibirliyiz, rutubetin içimize işlemesi gibi bu kibir. Gölgesinden çıkamadığımız, --sen çıktığını mı düşünüyorsun ya ben-- kan, et ve kemik yapılar içimizi çürütür. Bedenimizi ve kemiklerimizi olmadık biçimlere sokar. Birer yapı malzemesiyizdir.

* * * 
Müzik olmasa, şu an benim dinlediğim, bir an bir yerde sizin de dinlediğiniz. Resimler olmasa, söz olmasa, yazı olmasa, gülüş ve ağlayış olmasa; morglar ve doğumhaneler arasında ne yaparız. Arkamızda devleşen gölgeler bırakarak açılamayız buradan. Biz açıldıkça o gelir ve daha çoğumuzu alır karanlığına.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder