Sayfalar

9 Mart 2010 Salı

• Hür Hamamlar Denizi

Bir kadını anlatmak istiyordum. Ta ki, google reader'a gelen bir yazıyı okuyana kadar. Yazı, geçen yıldan bir olay ve bir kişi üzerineydi. Biliyordum. Ama buradan yeterince izleyemediğimi anladım. Aslında bekliyordum. Koca ülkeden böyle birileri çıkmalıydı.

Geç kalmış kuşaklar:
Bir on yıl önceyi gençliğinde yaşayıp unutmamış olanlar. Geç ve küçük kalan tohumlar gibi meyveleri küçük ama acı oluyor. Şimdi hayata merhaba diyen ilk gençliğe bir on yıl öncesinin hesabını açıp bırakıyorlar giderken. Niye oldu bunlar diye soracak çünkü aralarından bazıları. Onlardan bazıları erken kuşakları oluşturacak. Az-çok önemli değil bu.

Et kafalılar ve "teenager"lar
Geç kuşaklar, geleceğin erken kuşaklarını yaratıyor. Geç kuşaklar ideallerle büyüyor. Erken kuşakları yaptıkları ile idealize ediyorlar. Geç kuşaklar hep korkak görünüyor ve geç kalıyorlar. Aslında erken kuşaklardan daha cesur işler yapıyorlar, ağırdan alıyorlar. Erken kuşakların kaçkınlarını gördükçe daha kendilerine dalıyorlar. Daha bir adıyorlar işlerine. Hiç bir zaman övülmüyorlar. Haklarında salak olmak dışında bir şey konuşulmuyor. Bazıları susuyor. Çünkü bir gün geç kalmışlar kendilerinin neden oldukları erken kuşaklarda savunulacaklar. Hem de hiç durmadan akan suyun kenara; hayatın ve zamanın dışına ittikleri yanında akıntı da gitmeye çalışanlardır.

***
sizden insanları, içlerinde kendi doğalarından yarattıkları farklılıkları taşıyan etler olarak düşünmenizi istiyorum. Bu et topluluklarının bir kısmı farklı. Aslında bunlar birkaç taneler. Tuhaf duyguları var. Bizim bildiğimiz evrenin dışına gitmeye çalışıyorlar. "Gelişkin, seçilmiş" oldukları için değil. Sadece biraz farklı algılıyorlar hayatı.  Diğerleri onları o kadar rahatsız ve aşağılayarak büyütüyorlarki, onlar "rahat"ta büyüseler hayatın zorluğunu çeken insnaların düşüncelerinden yana yer alıyorlar. Beni kabul etmeyişinize karşılık der gibi. Hepsi çocuk işler gibi görünüyor sonunda. Ama avucunuza gözünüzün içine bakan o etin yarasından kan doluyor. Sadece bakıyorsunuz. "Onların istediği gibi olmadı diyor. Geri de bu kansız et kalacak." Ama bu "saçmalık" bir uzayı / düşünülecek bir alanı açıyor önümüze.

Size akıl veren, gülen, değer satanların bir süre sonra yerlerini nasıl sağlamlaştırmak için etlerin arasına karıştıklarını görüyorsunuz. Üniversite hayatında deli sonrasında bir ev, bir araba, daha çok paradan başka bir şey düşünmüyorsa; küfür bile edemiyorsunuz. Çılgınlıklarımız aslında birer reklam paketidir, zorba düzenin yaşanabilir kılan soytarı elemanlarıdır, diyorlar. Et kafaları zevke getiren "arzu nesneleri"dirler, hepsi. Gerçekte rahatsızlık uyandıran insanların en kötüsünden taklitleriler. Ve bir adamın kendisini ve başkalarını ölüme götürüşünü dair:

- Abi be ben her boku denedim. (Cidden yalan söylemiyor hayatta deneyebilecek ne varsa denemiş. Vay anasını) diye açıklayıp sonra birinin kendini ve başkalarını ölüme götürüşünden tırsıp "olmaz ama çok yanlış bunlar" demesi gibi. "Hani deliydin sen? Uyuşturucu kullanmış her boku yaşamıştın? Sorunların vardı hani?" Et kafalı seni, en büyük et kafalı hem de. Yapmasan bile o ruhtan anlamadığın ne kadar belli. O karanlıkta gezmediğin, gezsen havanı atıp anlatamazdın değil mi? Ben neler gördüm / yaşadım deyip caka satamazdın. Her şeyi başkalarına hava atmak için yaşıyorsanız, öldürülemeyi de hakedersiniz. Karakola git ve ihbar et şimdi. Şu sokak ve şu apartman de. Biz "yolumuzu" bulurken gördük her şeyi de. Sonra "teenager"ların yanına git havalı havalı anlat yaptıklarını. Biliyorum birkaçı hiç dinlemeyecek seni. TV'deki haberi izleyecekler ve merak edeceklar geçmiş bir on yılı.

***

2007 yılı mayıs ayının sanırım 17'sinde bir yazarın bir kitabını da adadığı ve eski TKP yöneticilerinden olan bir abimiz ölmüştü. İşten izin alıp cenazesine katılmak için Kurtuluş parkına gitmiştim. Kimin geleceğini bilmeyenler, arabalara atlayıp gitmişler. Ben de geri dönmüştüm.

Fötr şapkası ile gezen 3 kez kanser ameliyatı olmuş birisiydi. Eski yoldaşlarına durmadan küfrederdi. İllegal mücadelenin sonuçlarıydı biraz da. Sergi'ye gelir okumayacağı kitapları alır giderdi. Ben de sen ölünce ben o kitapları bir daha satarım diye dalga geçerdim. Gülerdi. İçtik: rakıdır, şaraptır. Keçiören otobüslerine bıraktım, çok kere. Durağa gidemeyeceğini anlayınca benim oraya gelirdi. Beraber kolkola yürürdük. Son gidişinde üşüyorum demişti. Önceden başkaları durağa bırakmıştı ama geri gelmişti sokağa. Durağa götürmem için haber verdi bir arkadaş. İki pantolon giymişti ve üzerine iki üç palto geçirmişti. Gitmeyi hiç istemiyordu. Otobüsten inip eve giderken araba çarpmış ve hastanede ölmüştü. O günler burada olmama karar vermeme en çok sebep olan şeyleri söylemişti. Sürekli 12 Eylül ardından barikatlarına çıkmayışlarına küfrederdi. "Şimdi it gibi geberiyoruz" derdi. "İt gibi."

Bana özellikle 1960'ların ilk yarısında Ankara Maltepe'deki apartmanlarında 27 Mayıs'tan sonra darbecilik yapan askerlerin nasıl sıkıştırıldığı ve silahların kullanıldığı bir olaydan bahsederdi. O geç kalmış bir kuşağı görmüştü. İlk gençliğindeydi. Sonra gelenlerin ilk kuşağı erken kuşağı içerisinde yer aldı. Hiç unutmamıştı. O zamanın orada burada sürten gencini fena etkilemişti. Moskova'ya gitmişti. Evlenmiş boşanmıştı. Kadınlara bakar bana laf anlatırdı. Ailesini bir tarafı Polonya taraflarına bir tarafı Azerbaycan'a dayanırdı. Anlatır ve sonra onlar gibi, bizim gibi olma derdi. İçtenliği beni ilgilendirmiyor şimdi. Bunu ölçmeye hakkım olduğunu da düşünmüyorum. Etraf bu kadar "deli-isyankar" et kafa ile dolu iken hem de.

***
Hamamlar yaralı bir etten çıkan kanın suya karışıp yayılması için en uygun yerdir. Et kafalıların istedikleri gibi davranmayan birisi yaralı ölünce onu hamamlarda yıkamalı. Kanı suya karışıp dağılsın, diye. Et kafalara verilecek sadece bir parça et olsun diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder