Sayfalar

29 Kasım 2011 Salı

islamcı entelektüel cennette kabul görecek mi

Hoca: "Yanılıyorsun: Hükümet kuvvet değildir: vasıtadır. Bir memlekette asıl kuvvet, bir fikri temsil edenlerdir. Başka memleketlerde sahici 'fikir' zümreleri var. Bizim memlekette hakiki 'fikir' yok; bizde üç yüz seneden beri 'fikir' diye bir tek şey var: Taassup! (*)
***

12 Haziran seçimleri sonrası sıra bekliyorum. Seçimden başarı ile çıkmış olmalarından sokakta göbek atacak bir adam heyecanlı bir şekilde yanındakilere ve sesini yükselterek oradaki herkese inceden bir propaganda kayıyor: "Üstadım 76'da askerdeydim. Ramazandı, bize ekmek vermediler. ... Bunlar böyle dinsiz. ... Üstadım halk kimi seçeceğini biliyor. ... Bak, bütün halk düşmanları yüzde biri bile geçemedi. ... "

***

Sanatın, siyasetin, düşüncenin sahnesine giren hiç bir şey kutsal kalmaz.

***

1999 yılında üniversitedeki türban eylemlerine destek vermeye koştu kimilerimiz. Tarih bilgisinden o kadar yoksundular ki; ülkede gericilerin çıkış yolunun anti-komünizm ve devrimci düşmanlığı ile başladığını hatırlamadılar. Dünyada sol hareketlere karşı kullanılan içeriği belirsiz bir demokrasi için oradaydılar. (**) Çünkü son yılların kafa karıştırıcı Kemalizm düşmanlığından başka bir şey göremiyorlardı. Cahildiler. Kemalizmin kolay lokma olduğunu görmüyorlardı. Solun üzerine bir karabasanı, ışığını söndüren sol-liberalizmden kurtulamadılar. Kürtlerin ve liberallerin Kemalizm ile hesaplaşmaları bazılarımızın zaten zayıf olan tarihsel maddeciliğini iyice amorf bir şeye benzetti.

***

Sosyalistler, devrimciler bu ülkede hiç iktidar olamadılar. Ama şikayet ettikleri iktidarları eleştirmek içinde iktidar olmayı da beklemediler. Yine onlar kadar acı, baskı ve hayal kırıklıklarını da hiç bir siyasi taraf yaşamadı. İçlerinde işkence görenler, yıllarca hapis yatanlar ve idam edilenler oldu. İşsiz kalanları, haksızlıklara uğrayanları, yalnızlaşanları ve politik düşünceleri yüzünden bin bir türlü musibetle uğraşmalarının cefasını da çektiler. (Ahmet Kaya'nın söylediği "cefasını çektik, sefasını süreceğiz" çok gerçek olamadı) Tabii bir de bunlara sebep olanlar vardı. Sebep olanları bu ülkede birileri "oh" olsun diyerek bir güzel sevdi. Bu "oh" diyenleri hepimiz unutmadık.

***

bir onur ünlü filmi daha
Hepiniz imana geleceksiniz!

Yönetmeni tanımıyorum, başka filmini de izlememişim. Ünlüymüş demek ki "daha" ile afişe yapıştırmışlar ismi. Afişte 90'lardan bildiğimiz bir ismi görünce erken başlaması nedeniyle de aldım bileti.

Filmi beklerken arayan Özgür, hangi filim olduğunu duyunca "o dönem filmiymiş, akp filmiymiş almasaydın keşke" dedi. "İyi, o zaman nasıl oluyormuş görelim" dedim.

Filmin genel kurgusu devletlü atatürkçülüğün yılmaz savunucuları ve onların aileleri -Sulhi Dönmezer ile şurekası diyebiliriz- üzerine oturtulmuş. (İnsanlarımızı hapishanelere sokmak için uğraşanlar) Baba Celal Tan bir anayasa profu. Tabii bütün aile üyeleri babanın konumundan yararlanarak orada-burada devlet olanaklarından ballanıyorlar. Yüksek mevkidekilerin beceriksiz oğul ve kızlarına devlet imkanlarından yararlandırması sadece geçmişe özgü bir şey bugün böyle bir şey olmuyor!!! Hak geldi batıl yenildi.

Prof Celal Tan kıskançlık krizi ile genç karısını öldürüyor. Sürpriz bir doğum günü kutlaması için o sırada evde olan aile üyeleri olaya şahit oluyor. Tabii, onlar da bu cinayeti saklıyorlar.

Celal Tan kanser hastalığı sebebiyle üç ay ömrü kalmış olan bunak anayasa hukukçusu arkadaşından cinayeti üstlenmesini istiyor. O ise ölümün derdinde gelecek melekleri ve ölümden sonra yaşayacaklarından korkuyor. Yani imana geliyor. İslamcıların bu "siz de öleceksiniz haahahahah" dedikleri bir an işte. Her güzel dinsiz kızın yakışıklı bir mümin genç tarafından müslümanlığa ayartıldığını anlatan romanlar gibim. Ölmek düşüncesiyle dine yönelen insanları gördükçe kendi kendilerine ne kadar doğru bir yolda olduklarını tekrarlıyorlardır. (***)

Olaylar gelişiyor, herkes Celal Tan'ı aklamak için elinden geleni yapıyor. Öldürülen kızın kör kardeşi olayı çözüyor ama yetmiyor. Yine suçlu oluyor. Yine iyiler cezaevine giriyor, kötüler dışarda kalıyor.

Filimde anlamadığım sahne, Celal Tan arkadaşına dini öğretip suçu üzerine almasını isterken, gece vakti elinde namaz kitabı bir cami önünde öldürdüğü kızın ruhunu görüyor. Dedim, herhalde Celal de imana geliyor.

Öyle olursa Celal Tan hacca gider, beş vakit namaz öğrenir, kızı örtünür, torunu imam hatip lisesine gider, oğlu kapalı bir 'hanım' ilen evlenir ve eski tas eski hamam sürer. Sanki sürmüyor!

Yalnız ünlü yönetmenimiz bir 'daha' ki filiminde caminin arka yüzünü de çekse iyi olacak. Caminin görevlisini toplanan yardım paralarını, ünlü bir yardım derneğinden gelen görevliye verir. Paranın hangi hayırlı hizmetler için harcanacağını konuşurlar. Burada göz yaşları akar. Sonra cami görevlisi, oğlunun laikçi despotluk altında bir işe atanamayışından ve torpille atanan laikçi çocuklarından bahseder. Diğer adam orada göz yaşları döker ve oğlan intihar eder. Mükemmel oldu. İnanç var, azim, acı, mücadele, duygu... hepsi var. Cami de var. Daha ne istiyorsun, sayın ünlü yönetmen! Adı da: "Hepiniz imana geleceksiniz!" olsun.

"islamcı entelektüel cennette kabul görecek mi" sorusunu merak ediyorsanız. islamcı entelektüel görünce, onlara sorun bir cevapları vardır.
---- dipnotlar ---
(*) Üç İstanbul, 1938, Cemal Mithat Kuntay
(**) Ergenekon davası başladığında süreci anlayamayacak kadar yollarını kaybetmişlerdi. Sonuna kadar gidilsin diye eylemler yapıldı. Polisler gece yarıları kapılarını çalınca neye destek verdiklerini biraz olsun anlamış oldular.
(***) Ölüm Kagısıyla Dindarlık Arasındaki İlişki Üzerine Bir Yorum, Murat Yıldız, Düşünen Siyaset Dergisi, Sayı: 3, 1999
Yazıda yorumlanan araştırma ölüm kaygısı-inanış arasındaki ilişki hakkında ve sonuçlar hiçte iman edenlerin düşündüğü gibi görünmüyor. Okumanızı öneririm. Yıllar sonra bu yazıyı bulmak benim için güzel bir tesadüf oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder