Sayfalar

3 Ocak 2017 Salı

delilik, bir film, biraz da biz.

bize insan, tarih, sanat ve mücadele notları bırakan john berger'e 
Film izleyerek de zaman geçiren biriyseniz, arada bir de yazar, yönetmen, senarist, eleştirmen toplarını takip ederseniz alanın kısırlaştığına dair şikayetleri okur/dinlersiniz.  
Önümüzde bir sinema çöplüğü var. Sonra bu çöplüğü her bakışa göre bir değeriyle bolca değersiz şeyi var. İnsanlık ürettiğinin çoğunu çürütmeye meyilli... Her bir köşe çöp dolu. Çürüyen, çürümeyen hatır dolu çöpler... Binlerce fotoğraf, tablo, albüm, film vs çıkıyor. Bunların dışında disiplinlerarası performans ve pratikleri ile eldeki külah tepeleme doluyor. Taşıp dökülüyor. Yöntemleri yaratıcı ama nasıl bir şey olduğu dair insanı bir meraka sürüklemeyecek kadar tekdüze çalışmalar. Her sabah uyanıp ilk iş bu pratiğe baksanız "nıç" çıkar ağzınızdan. Oysa bu zavallı bilgimizle bile bizi ikna edemiyorsa... 
*** 
Bilmediğimiz, az bildiğimiz muhtemelen hiç bilemeyeceğimiz şeylerin sahnelenmesi, kurgulanması ve çekilmesi zordur. Yapılmaz değil. Kötü yemekleri örten sos ve baharat gibi filmin gerçekle ilgili kimi sıkıntıları efekt vs. ıvır-zıvırla kapatılabilir. Oysa filmi yaşatan ayrıntılar ve bu ayrıntıların aurasıdır. Bütünü mü deseydim. Bulamayız.  
Film ince ayrıntılar bütünüdür: Bu dengeyi tutturmak: Güncelle tarihseli yakalamanın tek yolu. Ama garantisi yok.  
*** 
Özgünlük konusunda komedi diye açtım ama aslında ağır bir film olduğunu düşündüm. Canımı sıkmadı değil. İzleyen kimileri komik bulmuştu. Ben bulamadım. Şu an içinde olduğumuz, hükümetçe düzenlenmiş kutuda yaşarken bunu kimi sebeplerle hayatında yaşayan insanlar aklıma geldi. Süreğendi. 
Delilik, delirme, kafayı yeme... Ya da doğuştan mental yetersizlikler; psikolojik rahatsızlıklar... Kalıtsal rahatsızlıklar dışında; bir çocukluk, iki ergenlik bu sürecin en güçlü tetikleyicisi. Yani demem o ki sağlıklı bir insanı da delirtebilirsiniz. Onca film var: Korkusu da komedisi de bir geliyor. Belki bu yüzden.  
Delilerin her biri ayrıntı yığınağıdır. Saplantılı takıntıların her bir kişiye özel davranışların nedensiz görüldüğü veya nedenle ilişkisi saçma bulunan onca malzeme elde birikir. Ayrıntı işte, üniversite öğrenciliğimde yaz-kış Ankada, Kızılay'da yaşayan evsiz bir deli vardı. Mithatpaşa Caddesi'ndeki köprü altlarında yatıp oralarda çöplerden çıkardığı çay atıklarını yerdi. Neden çay? Bilmek isterdim.  
Bir filim düşünün: Buradan, bizim gördüğümüzü olağan kabul ederek işe başlamıyor. Orayı o çayı yiyen zihni olağan sayarak işe başlıyor. Bu anlatıda devrim mi, bilemiyorum. Bildiğim, bildiğim örnekler arasından en çalışılmışı... 
*** 
Aşağıdaki örnek bir gün yaşadığım bir olaya dair ipucu verdi. Fotoğraftan gelen çağrışım diyelim. Kaldırıma açılan bir bahçeye istif edilmiş tahtaları tekmeleyip birkaç adım gidip gelip yine tekmeleyen onları zehirli bir yılanmış gibi uzaklaştırmaya çalışan bir adam vardı. Geçenler ürktü ve kaçıştı zaten. Neden o davranışı tekrarlıyordu? Anladığım tahtaların üzerindeki çivilerin ayağına batacağına dair bir düşünceye saplanmıştı. Orayı o tahta yığınlarını bir türlü geçemiyordu. Tekmeliyor, sürekli geri dönüyordu. Oyununa bırakarak ayrıldım. Bizler, toplum olarak neleri tekmeliyoruz acaba? Bizleri nasıl bir korku, kaygı tünelinden geçirdiler hangi saplantı ve takıntıları edindik? Bunun bir bedeli olmayacak mı? 
Film mi? Şu: Swiss Army Man  (Çaki Gibi, 2016) Yön: Dan Kwan, Daniel Scheinert

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder