Sayfalar

30 Temmuz 2009 Perşembe

• Küba Devrimi

"- İdris sen ne yapıyorsun kuşların yanında
- İdris'le konuşuyorum"
Edip Cansever, İdris'le konuşma

Buraya ilk geldiğimde skytrain'de orta yaş üzeri bir adam görmüştüm.
Adamın şapkasında 3, 5 rozet takılıydı. Çevresindeki bir kaç kişi ile siyaset konuşuyordu. Şapkasındaki rozetlerde "Canada out of Afghanistan" "Cuban fives" "Canada out of Nato" yazıyordu. Sonra bu adamı birkaç kez daha gördüm. Commercial Drive'ya giderken istasyonda bildiri dağıtıyordu ve bende bir tane aldım. Bildirinin görsellerini koydum. Oradan okuyabilirsiniz. Dünyanın bütün örgütlü grupları benzer şekiller de davranıyor. Yani bu kadar diyorsunuz. Birbirimize ne kadar benziyormuşuz. Çünkü bu bildiriyi aldıktan sonra bildiriyi dağıtanlar benim çalıştığım yere geldi. Çoğu genç... Paralarını toplayıp en ucuzundan karın doyuracak bir şeyler aldılar. Sanki bir şeyleri anımsadım. Bir şeyler sormak istedim ama yer o kadar küçük ve kalabalıktı ki imkan olmadı. Bende başka bir bahara dedim.

Commercial Drive şehrin merkezinin dışında ve buranın alternatif mekanı sayılır. Aileleri çocuklarıyla entresan bisikletlere ve ya taşıtlara binerken görebilirsiniz. Ya da hemen her hafta sonu bir yerlerde garaj satışlarını da... Sonra yürüdükçe Havana Cafe'den, girdiğiniz çamaşırcının duvarlarına asılmış Küba posterlerinden, latin amerika fotoğraflarına, Türkiye'den bir çok ürünü bulabileceğiniz marketlere, kitapçılarından, ilginç kahvecilere, İtalyan bayraklı kafelere, portekizlilere, korelilere, meksikalılara, afrikalılara, latinlere ve sokakta orak çekiçli tişört giymiş insanlarına kadar geniş bir yelpaze. Buna ek Commercial Drive genelde lezbiyenlerin kullandığı cadde olarak biliniyor. Kimi lezbiyenlerin tam bir erkeğe benzediğini söyleyebilirim. Diğer taraftan "gay"lerin mekanı ise Davie street. Davi st. Downtown (şehir merkezi) içinde. (Bu arada herkes her tarafa renkli eşcinsel bayraklarını asmaya başladı. Ünlü eşcinsel yürüyüşü yaklaşıyor. Davie st. olduğu mahalleyi temsil eden bayrakta bu.)
Buna rağmen insanlar da bir tür sürgünlük seziliyor. Küçük bir alanda insanlar kendilerini var etmeye çalışıyor gibi geliyor.

***

Buradaki siyaset algısı ya da tepkisi biraz farklı. Çünkü burada bizim bildiğimiz klasik Amerikan aptal tipinin dışnda günlük yaşamda kendi uğraşları dalmış bir toplam da var. Yani kitabını okuyan, popüler kültürü çok sevmeyen, düzenli bir hayatı olan insanlar, spor yapsa bile bunu başkaları için yapmadığı belli olan insanlar. Ne giyimleri ne de başka şeyleri ile insanın gözüne batıyorlar. Çok sıradan bir halleri var. Büyük bir kısmı eğitimli ve çalışan insanlar. Gittiğiniz kütüphanede, devlet ofisinde, okulda... bu insanlar çalışıyor. Genelde Kanadalı oldukları vurgusunu kendilerini ABD'den ayırmak için yapıyorlar. Bu insanlar öyle barda gece hayatında sokakta çok görülmese de Vancouver'ın bir çok hoş yanını yaratıyorlar. Toplu taşıma planına dair kendi yorumlarından, farklı dillerde yayın yapan radyolara, kış olimpiyatları için harcanan para ile yapılabilecekler hakkında ve ormanların bunun için yokedilemsine karşı taraf olduklarında, şehir yaşamının daha da insanileşmesine, sağlık sisteminin daha nitelikli olmasına (bu arada ambulansların üzerinde uzun süredir "on strike" yazıyor) dair bir çok iş yapıyorlar. Ama şehirden biraz uzaklaştıkça aslında onların da ne kadar az olduğunu anlıyorsunuz. O taşra denen daha şehrin içinde başlayan sefilliği görüyorsunuz. Kocaman pick up truck (kamyonet) binerek gezen, tam bir ot olarak yaşama gayreti içerisinde olan "real" Canadian muhteremler. Renkli aptal dergilerin, aptalca gösteriş budalılıklarının, tüketmek dışında bir şey anlamayan kafalarının yanından diğer insanların tercihi ile siyaset algısı farklı dediğim şey görünüyor. Yani yaşama dair tercihler... Taşralı adam pick-up truck'a binerken diğeri şehir de toplu taşıma ve bisiklet kültürünü geliştirmeye çalışıyor. Birisi evinin balkonuna ABD, Kanada, İngiltere bayrağı asarken diğeri sadece Kanada bayrağı asıyor ya da hiçbirini asmıyor. Yani bu bir yerde kısıtlayıcı bir durum gibi görünürken diğer taraftan yaşantılarımız üzerindeki hegemonya üzerine insanı düşündürtüyor. "Yaşamımız içinde olanları niçin ve neden tercih ederiz ve gerçekten o şeyler bizim içten birer tercihimiz midir"i sordurtuyor.

***

İşyerine bir Meksikalı çocukla Meksikalı yerli bir adam geldi. Elbisesi Şile bezi gibi ve üzerine güzel nakışlar işlenmiş. Aynen bizdeki eski köy kadınlarının işlemelerine benziyor. Adam İngilizce bilmiyor ama İspanyolca da bilmiyor. Yani adamın kendine ait bir dili var.(*)Yanındaki çocukla birlikte yaptıkları boncuk işlerini satıyorlar. O an unuttuğum bir şey geldi aklıma; İspanyolca'nın da sömürgecinin dili olduğu. Ve bu açıdan Küba devrimi dilin yönünün nasıl değişebileceğini gösteriyor.
(*)Meksikalı eski iş arkadaşımın (Miguel) babası üniversitede öğretim üyesiymiş. O babasının yerli kültürünü araştırdığını söylemişti ve yanlış anlamadıysam Meksika'da 15'e yakın farklı dil konuşuluyormuş.

***

Bunları bir daha görür müyüm? Sanmıyorum.
Burada havalar iyice ısında. Ve havaların kararması akşam 9 buçuğu geçiyor.
Şu an denize baktığımda bile buharlaşmanın ne kadar hızlı olduğunu görebiliyorum.
Artık rutine binen park yürüyüşünde daha iyi görürüm.
Yeni bir yerler de buluşma dileğiyle.

***
"yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı"
Edip Cansever, İdris'le konuşma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder