Sayfalar

26 Şubat 2010 Cuma

• Açıklamak

-----------------------------------------------------------
Yalçın Küçük'ün açıklaması
-----------------------------------------------------------
Ertuğrul Özkök Yazıları
Sabır ve tevekkül (25 Şubat 2010)
-----------------------------------------------------------

Türkiye'de son dönem olup bitenlere dair onca haber okudum.
Üzerine onca yorumdan geçtim.

Adım adım gideyim
Bir savcı başka bir savcıyı tutukladı.
Tutuklanan savcı adalet bakanı beni aradı ve soruşturmama müdahale etti, dedi.
Bakan kabul etmedi.
HSYK tutuklatan savcını yetkilerini aldı.
O savcı son uyanıklığını gösterdi, dosyaları İstanbul'a gönderdi.
Hükümet hemen tepki gösterdi, ille de "yargı reformu" dedi.
Ertesinde hükümet tarafı atağa geçti.
Askerleri bir daha tutukladı.
Tutuklama yapan savcının ve tutuklanan savcının sicilleri arasındaki fark anımsandı.
Hemen nasıl tutuklanır dendi.
Asker tutuklamalarının karşı bir saldırı olduğu belki hiç bu kadar aleni olmadı.
Algılanan resmen oyun oynuyorlardı. 
Acaba bu sefer Cemil Çiçek hangi savcı ve hakimleri aradı. (Yada her hangi bir hükümet adamı)
Bunu kimse düşünmedi belki ama insanlar bunu düşünmüş gibi hareket ettiler.
Karşılığı geldi asker toplandı, sustu.
Muhalefet sustu.
Bakan aradığını kabul etti. Ama ben çocuklar için aramıştım dedi. Oysa gözaltında çocuk yoktu.
Anayasa mahkemesi başkanının açıklaması geldi. Hükümet adamı biliniyorudu, "hukukçu" çıktı.
RTÜK başkanı bu arada kayıplara karıştı.

Hükümetin suskunluğuna ve muhalefetin ilk kez "ses etmeyin ağlar" deyişi aklıma savaş taktiklerini getiriyor.
Hükümet sanırım kendi kurnazlıklarını her zaman kullanabilceğini düşünüyor.
Savaşta böyle bir kural var mı bilmiyorum. (Ama ateş açtığın mevzi artık mevzin değildir kuralını biliyorum) Eğer düşmanı aldatmak için kullandığınız bir taktik varsa ve bunu birkaç kez kullandıysanız. Sonradan kullanmaya devam ettiğiniz de ilk başlarda o taktikten kazandığınız her şeyi kaybedebilirsiniz.
Hükümet taktikleri artık o kadar sıradanlaştı ki kaybediyor.
Sanırım iki "farklı" savcının "konum"ları Ergenekon mevzunda neredeyse kara mizah örneği oldu. 
Biz 90 yıllardan iki savcıyı tanıdık. Sanırım 90 yıllardan bazı insanları daha anımsamak gerekiyor.
"Ergenokon"da suçlananların ve suçlayanların hiçbiri çocuk değil. Lütfen bu kişilerin özellikle 90'larda ne yaptığına bakın.


Diğer taraftan E. Özkök'ün Hürriyet'te köşesinden rengini belli eden yazılarını okuduk. Kendisini yayın yönetmenliğinden edenlere karşı nefreti bayağı artmış. Yayın yönetmeni olmadığı için öyle bukalemun yazılar değil bunlar: Tarihi vesika. Bu da unutulmaz bir nokta.


Hükümet durmayacak ve yine saldıracak. Özellikle aptal parola hikayesini kurcalayacak. Ama onunda suyu çıkacak yenilere ihtiyacı olacak başbakanın. "Nur yüzlü" cemat bunun için çalışıyor.

***
Dünyanın en pahalı şehrinde yaşıyorum. Olimpiyatlar yüzünden her şey pahalandı ve vergiler artı.
Ama aylık elektirik, su  ve ısınma masrafımızın tutarı 60 doları geçmiyor. (4 kişi için düşünün)
Türkiye'de bu üçü ne kadar?
Türkiye'den daha çok su tüketiyoruz, daha çok insanla yaşıyoruz, ama daha az ödüyoruz.
Bir kilo kıyma yaklaşık olarak 5 kanada doları. (En düşük saat ücretinin 8.4 dolar olduğunu unutmayalım)
Türkiye'de ne kadar?
Türkiye'de devlet o kadar vergi alırken, belediyeler insanların kanını içerken bir hükümet nasıl bu kadar güçlü olabilir?
İşsizlik ve yoksulluk varken nasıl bu kadar pişkin olabiliyorlar acaba?
Osmanlı torunu oldukları için mi?
Kendilerinden olmayanları sapık-ahlaksız-kansız olarak aşağılayan osmanlı özenmeleri nasıl bu kadar rahat olabilir?
Sanırım bizim yüzümüzden. O "biz"i hiç suçlayamıyorum.
Çünkü Tekel işçilerine dair haberleri okuduğum da bazen "bizim" suçladığımız şey "biz"i suçluluğumuzdan kuratabileceğini düşünüyorum. Hükümetleri sonuçlarıyla yıkabilecek olan sadece o "sıradan" insanlar. Kendi ekmeklerini kendi elleri ile kazananlar; yoksa ne üniformalılar, ne de başka "kahramanlar".

Küçük bir anımsatma: 1920'lerden itibaren TKP tütün işçileri arasında örgütlenmişti.(*) Bu gelenek neredeyse 60'lara kadar sürdü. Sanırım şu "an" bunu tekrar anımsatıyor. Bizim bilmediğimiz başka bir güzel yan o Tekel işçileri sadece İstanbul'da değil artık. Ülkenin dört bir yanında.

(*) 1930 - 1950 Arasında Tütüncülerin Tarihi / Mustafa Özçelik / Anı / 167 s.
Mustafa Özçelik o efsanevi 1930'lu yıllar tütüncü ailelerinden geliyor. Abisinin yolundan TKP'ye giriyor ve 1935'te Doğu Emekçileri Komünist Darülfünunu'na (KUTV) öğrenci olarak gidiyor. Özçelik, kendi yaşadıklarının yanısıra tütüncülerin mücadele tarihini de anlatıyor. KUTV günleriyle ilgili olarak: "1935 yılı KUTV'nın kuruluşunun onuncu yıldönümü münasebetiyle, Stalin'in K.U.T.V'nin kuruluşunda büyük emekleri olduğundan, onun eseri olduğu için, rektörlük onu davet etti. Stalin'in seksiyonumuza da şeref misafiri olacağı haberi geldi. Stalin'in geleceğini duyunca bütün seksiyon arkadaşlarımızla hazırlıklara başladık. Vereceğimiz nefis Türk yemeklerini birlikte hazırladık. Salonu baştan başa süsledik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder