Sayfalar

21 Aralık 2008 Pazar

Buğdayın Türküsü / Yeni Türkü

Neredeyse üç ay sonra Buğdayın Türküsü üzerine notumu kısmen de olsa yerine getiriyorum.

Bu albümden parçaları 90'ların ortalarında kasetten dinlemiştim. Kötü bir çekim olmasına rağmen çok sevdiğim kasetim yalancı (palavracı mı demeliyim) bir zat-ı muhterem tarafından kopyalanmak üzere götürüldü ve bir daha gelmedi. (Sanırım o zat şimdi odtü sosyolojide yüksek lisans ya da doktora yapıyor. Bir kaç yıl önce gördüğümde palavralarına devam ediyordu. Bir de bilim adamı olacak deyyus. Gel de bunun yazdığı makaleyi oku. Ne yazacaktım, nereye geldim.)

Buğdayın Türküsü Pablo Neruda'nın bir şiiri. Albümün ilk parçası olan bu şiir aynı zamanda albüme adını vermiş. Albüm 1979 yılında uzunçalar (LP Longplay, 33'lük plak) olarak yayınlanmıştır. Kısa bir süre sonra da toplatılmış. Daha ayrıntılı bilgi için: wikipedia'ye bakabilirsiniz.

2000 yılında kaset bilinmeze karıştıktan sonra parça pörçük kayıtları buldum. Tabii plağı da buldum, ama el yakan fiyatlardan olduğu için alamadım. Şans güldü bir gün Sergi'de bu konuyu konuşurken yanımızdan geçen bir ağabey bize takılmış birgün gelip plaktan kendisinde de olduğunu söyledi. Ricam üzerine getirdi ve bende cd'ye aktarttım.

Buğdayın Türküsü'nde ne bulduğum sorulabilir. Dili sert, müziği mekanik gelebilir. Oysaki ben de tam da bunu istiyorum. 1970'lerin sert dillini duyabilmek... Beri yandan bir tür pastel renklerde sesler, keşfediş, canlanış, büyük umutlar içinde ve yıkım öncesi olması da ilgimi çekiyor. Cinayeti haberini alan ağlamaya yakın ama boşuna ölünmediği hissi... Öte yandan, evet, müzik sert, ama tuhaf bir koruyuculuk yapıyor. Yuvayı korumaya çalışıyor gibi. Bir tür babacan bir hal var. (Can Yücel'in İşçi Marşı buna çok güzel bir örnek) Bir albüm için bayağı absürt bir tarif olabilir. Buğdayın Türküsü içten geliyor. Sanki bu parçaları söyleyenler daha dört beş yıl önce 12 Mart karanlığından çıkmamış gibi. Oysa biz hala 12 Eylül karanlığından çıkamadık. Benim aradığım ise bir dönem edimlemesi diyeyim. Bizim kuşağımızın neredeyse birgün bile hissedemediği geleceğe karşı olumlu bir bakış. Yenileceğinden emin olunan bir safta olma düşüncesi ve bile isteye kurban olma düşüncesidir, bizde olan. Çünkü dışarda yaşanacak bir şey yoktur. Evet, yoktur ama kaybetmekte en azından bu kadar kader olmamalı. Buğdayın Türküsü'nde belki de bu tür bir ruh hali hissetmeyişim beni sevindiriyor. Evet, insanlar ölüyor ama boşuna değil. Kazanabilecek bir güce sahibiz ve ayaklarımız bu toprağa basıyor, diyor.

Doğu ve Batı Enstrümanları tuhaf kaçabilir. Oysaki bir zorlamadan (sentezcilik filan yapma düşüncesinden uzak) çok olağan bir şeymiş gibi bu çalışmada bir arada kullanılmışlar. Bunda Türkiye'deki sol müzik gruplarını etkileyen Latin tarzının önemli bir yeri vardır. Ve belki de bu yüzden batı doğu enstrümanı ayrımı bana saçma geliyor. Bazen olmazcılığı yıkmak gerekir. Batı enstrümanları böyle olmazsa hiç bir zaman bu ülkede kitleselleşmeyeceği bilinmeli. Beğensekte beğenmesekte. Müzikalitesini umursamıyorum. Ben çağrışımlarına dolanmak istiyorum. Ve müzikalite çağrışımları (siz titreyişi bilin) ile bir nebze somutlaşıyor yoksa başka bir anlamı da yok benim için.

Müzik üzerine çok uğraşım olmamasına rağmen özellikle 80'lerin sonu ve 90'ların sol müzik gruplarına dair bir çalışma yapmak isterdim. (Orhan Kahyaoğlu bunu dair güzel bir çalışmayı Grup Yorum üzerinden yaptı)

Şimdilik bu kadar diyeyim. Dinlemek isterseniz solda ki Radyo CıZıRTı istasyonundan POST'u tıklayarak "01 Buğdayın Türküsü" ile başlayan diziyi dinleyin. Dinleyin de bakalım size ne getirecek. Tabiy getirmeye de bilir. O zaman kusura bakmayın...
Biz çekilelim.

2 yorum: